İnsan Derisiyle kaplı Kitap

Eserleri kadar çapkınlığıyla da ünlü olan büyük yazar Balzac’ın, kitaplarından birini, sevdiği bir kadının elbisesinden bir parçayla ciltlettiğini söylerler. Edebiyat tarihinde bile yer bulabildiğine göre, o güne değin pek sık rastlanmayan incelikli bir tavrın sahibi olarak kabul edilmiş demek ki büyük Balzac.

Sıradan bir giysiye Balzac’ın yüklediği anlam, sevilen kadına ilişkin duygulardan bağımsız değil elbette. Sayfa sayfa açılıp okunan bir kitapta, sevdiği kadının tenine değilse bile bir zamanlar içinde olduğunu düşündüğü giysisine sürekli dokunarak, hayal gücünü somut bir nesneyle birleştirip sevgilisini anımsamak yaman bir zekanın ürünü. Böyle inceliklerim olsun isterdim. Bir kriz anında kestiği kulağını sevdiği kadına götürdüğü söylenen ressam Van Gogh’un, hediye seçimindeki bu vahşi zevkle karşılaştırınca, Balzac farkı ortaya çıkıyor. Resim gibi ince bir sanatla uğraşanların bu tür vahşete yatkın olmalarını anlamakta zorluk çekmekte haklıyım. Ortaçağ İtalyası’nda, bir sanatçının, bir cesedin derisinden dikilmiş ceket giydiğini, ancak papazların uyarısıyla üzerinden çıkarttığını söyler ortaçağ tarihçisi Huizinga.

Balzac türü bir incelikten eser yok artık günümüzde. Çamurlu bir yoldan geçerken, aşık olduğu kadının ayaklarına ceketini sermek bir yaşam gerçeği değil, Holywood gerçeğidir sadece. Son günlerde televizyonlarda sık sık çalınan türkülerimizden birinin aklımdan hiç çıkmayacak sözlerinden biri “Saçlarını yol getir” cümlesidir. Erkeğin, muhtemelen aşık olduğu kadının geri getirilmesi için yardım isterken bile şiddete vurgu yapışına iyi bir örnektir bu türkü. Sadece bir türkü değil, bir yaşam gerçeğidir aynı zamanda.

İnsanlığın bugünü neyse dünü de aynıydı. İnsanlık lehine katedilen olumlu mesafeleri atlıyor değilsem de bazı durumlarda insanlığın her dönem aynı olduğuna inanıyorum. Canlısının da cansızının da başına olmadık işler gelebiliyor insanın. Canlısı, içinde hep büyüttüğü bir vahşetle yaşarken, ölüp gitmiş olanı, öldükten sonra da insan kaynaklı vahşetle başbaşa kalabiliyor. Bizans tekfuru Nikiforus’un kafatasını kadeh yaparak, şarap içen adı batasıca bir imparator vardır, diye hatırlarım.

Geçtiğimiz aylarda İngiltere’nin Leeds kentinde ana caddede 300 yıllık olduğu sanılan bir kitap buldular. Polis, kitabın, bulunduğu yerden çalındıktan sonra ya düşürüldüğünü ya da atıldığını tahmin ediyor. Kitabın özelliği insanın kanını donduran türden. Çünkü cildi insan derisinden yapılma. Balzac’ın elini zaman zaman sürerek kadınını düşlemesine yol açan, giysiyle kaplı kitabıyla, insan derisinden yapılmış bu kitabı bir arada düşünemiyor insan. İnceliğin de vahşetin de aynı canlı türünde, yani insanda bulunması doğanın yanlışıymış gibi geliyor bana. Bu tavrın hangisinin doğru olduğunu, anlama ve değerlendirme gücümüzle, aklı sürekli kontrol altında tutması gereken vicdanımızla anlamamız isteniyor bizden. Aklımın da mantığımın da almadığı böyle bir ürkütücü olguyu vicdanımın kabul etmesi elbette beklenemez. Ama bu tür sorgulamayı hiç yapmamışların çokluğuna örnek isteniyorsa, şöyle bir XVIII. yüzyıl Fransasına uzanmak, orada insan derisiyle kitap ciltleme uygulamasının ne kadar çok yapıldığına bakmak gerekiyor. Cesetlerden alınan deriyle anatomi kitaplarını ciltlemenin bir de adı vardır hatta. Antropodermik ciltleme deniyor bu uğursuz işe.

Nazilerin de Yahudi kurbanlarından bazılarının derilerini yüzüp kitap ciltledikleri söylenir. İnsanoğlunun vahşetinde sınır yok gerçekten. Oğuz Türkleri daha iyi meyve verir diye, ağaçları insan kanıyla sularlardı. Saddam Hüseyin, insan kanıyla icraat yapmak konusunda Oğuz Türkleri’ni de geçmiştir. Kendi kanıyla Kur’an yazdırdığını biliyoruz Saddam’ın.

Moğol İmparatoru Timuçin’in (Cengiz Han), Camoka’yla kan kardeş oluşları, birbirlerinin parmaklarından akan kanı bir kadehe koyup yudum yudum içmeleriyle gerçekleşti. Kanın içilemeyecek bir madde olduğunu anlaması insanlığın kaç yılını aldı acaba?

İnsanlık şu güzelim dünyayı kocaman bir mezbahaya çevirmekte bir hayli ısrarlı. Eğer Irak’ta Oğuz Türkleri diyarındaki ağaçlardan varsa, çok meyve verecekleri kesin. Sulanmaları için gerek duyulan insan kanı Irak’ta bol miktarda var çünkü.

Ortaçağda, insan derisiyle kitap ciltleyenlerin güç sahipleri oldukları söylenir. Eski başkan Bush’un, kitaplarını elbette insan derisiyle ciltletmek gibi bir huyu vardır demiyorum. Ama Irak’a götürdüğü demokrasinin (!) Iraklılar’ın derisinden yapıldığını söyleyenler varsa, onlara inananlardan biri de benim.

İnsanlık, doğadan türettiği kağıdı kendi “derisiyle” kirletmiş, ağaçları kendi kanıyla sulamış bir insanlıktır. Bush da, Obama da işte bu insanlığın çocuğudur.