Hey Gidi Kocaaslan Kim Tutar Seni

Galatasaray’ın yeni stadının açılış törenlerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik olarak yapılan protesto, kelimenin amacına uygunluğu açısından, dünyadaki benzerlerinden elbette farklı değil. İster iddia edildiği gibi organize olsun, isterse kendiliğinden gelişsin, birbirinden farklı binlerce insanın “hedef” konusunda ortak olması, bu tür protestolar için gerekli “altyapı”nın güçlü olduğunu gösterir. Eylemdeki “orkestrasyon”a da herhalde itiraz edilemez.

Meseleye, “bir başbakana bu yapılır mı?” türünden bakan yaklaşımlarla ilgili değilim. Çünkü protestocu için bu soru mantıklı değildir, haklı olarak. Çünkü protesto kime layıktır, kime değildir sorusunu o staddakiler çoktan yanıtlamış olmalılar ki, böylesine etkili bir itiraz geliştirebildiler. Hedeften emin oldukları çok belli. Ortada ahlaki bir sorun da yok.

İtiraz kültürünün en önemli parçası olan protestonun hedefinde olanlar, neden protesto edildiklerini sorgulamalılar, bu itirazların, inandıklarını iddia ettikleri demokrasinin gereklerinden biri olduğunu da bilmeliler.

Başbakan’ın etrafındakilerin onu savunayım derken ettikleri laflara bakarak, protestocuların aslında o “lafları” eden zihniyet yüzünden eyleme geçtiklerini de unutmamak gerek. “Size stad yaptık, nankörler” söylemi, siyaset yapmayı, devlet kesesinden “ulufe” dağıtmak sananlara, zaten toplumda varolan, tepkiyi bir kez daha haklı çıkarır.

Şunu demek istiyorum stad protestosu benzeri tepkiler, protesto “kavramı”nın mantığına uygun tepkilerdir. Gerekli miydi, doğru muydu sorularının varlığı, bu eylemin “gerçek” bir protesto olduğunu ortadan kaldırmaz.

Ben, protesto sanılan kimi eylemlilikler üzerinde duruyorum asıl. Örneğin bazı feda eylemlerinin, protestodan amaçlanan itirazı çok ileri noktaya götürüp kavramı yaraladığını düşünüyorum. Amacın kutsallığı, eylemcinin haklılığı gibi “ikna edici” görünen unsurların varlığına rağmen, örneğin kendini ateşe vererek tutuşturmak, bir feda eylemidir. En son Tunus’da, yoksulluktan kendisini yakan gencin bu eylemiyle, ülkede “iyi şeyler” başlamış olsa da, bu eylem, insani bir eylem değildir benim açımdan, savunulacak tarafı da yoktur. Ölüm oruçları için de aynı şey geçerlidir. İnsanın kendisine yönelik yok etme eylemi, savunulamaz. Ancak, “amacın soyluluğu” gerekçesiyle bu tür kendini tutuşturma, aç bırakma türü eylemler elbette yaygın, ne yazık ki.

İntihardan hiç bir farkı olmayan feda eylemlerinden ayrı olarak “protesto” sanılan kimi eylemlilikler de vardır ki, bunlara herhalde “serseri protesto” denilmelidir.

Daha önce de yazmıştım. Mark McGowan adlı bir ingiliz sanatçı(!), aralarında Kraliçe’nin eşi Prens Philip’in de bulunduğu bir grup avcının tilki avını protesto amacıyla köpek eti yemişti. Protesto(!) için seçtiği köpek cinsi de Kraliçe’nin en sevdiği Corgi cinsiydi. Görüp görülebilecek, insan onuruna en aykırı “serseri protesto”lardan biriydi bu. Bir kaç yıl önce de, Çin’li bir “sanatçı”nın televizyonda, her neyi protesto etmek istiyorsa, ölü bir çocuğu yiyerek gerçekleştireceği eylem son anda engellenebilmişti, diye hatırlıyorum. Ne kadar alçakça bir, sözümona, “protesto” olurdu bu gerçekleşseydi.

Hem “serseri” hem de eylemcisini gülünç duruma düşüren “protesto”lar da var tabii. Bunlardan birine Mersin’de tanık olduk. Belli ki, Mersin’in “komik-i şehir”i haline gelmiş olan bir zat idam cezasının yeniden uygulanması için eylem yapmış. Eylem için başka gerekçeleri de var. Türkiye sosyalist hareketinin en hızlı kayan yıldızlarından Yalçın Küçük’ün kılığına girip, onun da yapıp ettiği “suçları” sıralayarak, beraberinde getirdiği iple kendini, “temsili” olarak asmak istemiş. Bu işlerin şakaya gelir tarafı yok tabii. Ayağı kayınca, ciddi ciddi bir kaç saniye nefessiz kaldığını görenlerce zor alınmış ipten.

Ölmemesi elbette büyük mutluluk. Başkalarına layık görmediği hayatı, o da sonuna kadar yaşasın tabii ki. Ancak, Emin Kocaaslan adlı bu zat, bu “serseri protesto”suyla, içine düştüğü gülünç durumuyla öyle, “yahu bu da böyle bir ademoğlu” denip geçecek bir tip değil. Toplumumuzda destekleyici anlamda ciddi bir karşılığı var bu adamın. Bir hayli basit, bireyi namuslu insanların gözünde son derece küçük düşüren kurnazlıkların da sahibi çok belli ki. Mevcut toplumsal/siyasi ortamdan nemalanma çabası içinde olduğu ayan beyan ortada. Çoğunluğun destek verdiği “ortak inancı” ya da “yargıyı”, sanki o inanç ya da yargı hiç dile getirilmiyormuş da, son çare olarak sembolik de olsa kendisini feda eder tarzda bir eylemle, onun dile getirmeye çalışması ne büyük yüzsüzlük. Bu memlekette, idam istemenin sanki söylenmesine engel var da, bu adam kendisini bunu dile getirebilmek için feda edebiliyor, sembolik de olsa.

Bu “serseri protesto”sundan aldığı iyi bir ders olduğu kanısındayım Kocaaslan’ın. Hiç idam edilmeyenler, idamın ne kadar korkunç bir ceza olduğunu, tabii ki bilemezler. Asalım keselim demek bu nedenle çok kolay kimileri için. İp boynunda, ayağın kayınca bir kaç saniye nefessiz kalmana bakar her şey. Bu kent komedyeni işte bunu yaşamış.

Anlamıştır şimdi, boğazına ip takılarak öldürülmenin ne kadar korkunç olduğunu. Hiç bir canlının bu şekilde ölümü hak etmediğini.

Kimileri, “duyarlı vatandaş” diyordur bu adam için, şüphe yok. Duyarlı mı bilmem ama, nereden nemalanacağının zamanını çok iyi bildiği için “zaman ayarlı” bir vatandaş bu bence.

Zaman değişsin, o da değişir.

Zaman kimi değiştirmedi ki?