Hepimiz Sokrat’ız

Buruşuk elbiseler giymesine, Atina sokaklarında yalın ayak dolaşmasına bakılırsa, dünya malında gözü olmayan bir adamdı Sokrates. Mutluluğu düşüncede bulan bir filozof olarak bir çok insan için bir hayli önem taşıyan statüden de , zenginlikten de kaçmış olması anlaşılabilir bir durum. İbanez ne güzel tanımlar onu “kel kafalı, soğan burunlu, koca göbekli”. Ama, “ilk Avrupalı” olarak da adlandırılan Sokrates’in göbeğinden şikayetçi olduğu söylenemez tabii. Dalgasını geçer üstelik. Şişmanlığıyla alay edenlere göbeğini okşayarak verdiği yanıt şudur: “Onu dans ederek eriteceğim.” Kibirden uzak bir insan davranışına sahip oluşunun basit örneklerindendir bu. Belirteyim istedim.

Sokağa çıktığı bir gün yolunun düştüğü pazar yerinden geçerken sergilenen ürünlerin çokluğu karşısında kendini tutamaz, söylenir: “Karşı olduğum ne kadar çok şey var”. Sokrates’i, onun felsefe sistemini anlamanın hiç de kolay olmadığını bilmeme rağmen, yine de, bu cümleyi sarfetmesine yol açan nedenleri düşünerek, “onu anlıyorum” deme cüretini göstereceğim. Elbette sebzeye, meyveye bir karşıtlığı yoktu. Yaptığı ironidir kuşkusuz. Kimi insanların, tüm değerlerini yitirmeyi göze aldıkları mal mülk hayranlıklarının ya da tutkularının ifadesi olarak gördüğü pazarda, sadece yemek içmek için yaşanılan hayatları benimsemediğini ifade eden bir cümledir bu. Ben böyle yorumluyorum en azından.

İnsanlığın tüm çabasının sadece doymak olarak anlaşılmaması gerektiğini söyleyen ilk filozof değildi tabii ki Sokrates. Yeme, içme, safahat gibi, pek de düşünce faaliyeti gerektirmeyen yaşamlar karşısında Sokrates gibi düşünmek için çok bilge olmak da gerekmiyor. Herkesin, karşı olduğu çok şeyi içinde barındıran Pazar’ları, farklı da olsa, mutlaka vardır.

Benim Pazar’ım da Türkiye. Yazılı, sözlü, görüntülü medyasına baktıkça, enteline, akademisyenine, elbette politikacısına, sosyetesine dikkat kesildikçe, tabii ki haddimi biliyorum ama, Sokrates’leşiyorum ister istemez. Ağzımdan çıkan onun cümleleridir haliyle: “Karşı olduğum ne kadar çok şey var”.

Bu karşı olma durumundan büyük filozofun payına egemenlerce, baldıran zehiri içirilerek öldürülmek düştü. Bize, günümüzde baldıran zehiri içiren yoksa da, hayatımızın zehir edilmediğini kim söyleyebilir?

Bir korku rejiminin nasıl oluşturulduğunu, askeriyle, iktidarıyla, birbirlerine karşıt gibi görünenlerin nasıl yöntem ortaklığı içinde olduklarıni gördükçe ne düşünür bir insan? Bir yargı mensubunun eşinin üniversite yıllarında bir hocasına duyduğu hayranlığı ifade ettiği mektubunun, kocasına karşı olan çevrelerce ortaya çıkarılması ile Baykal’ın da içinde olduğu iddia edilen görüntülerin bulunduğu kasedin ortaya çıkarılması arasında bir fark var mıdır? Bunlar aynı Pazar’da sergilenen ürünler değil midir? Pazar’ın, yeter ki buzdolabım dolu olsun diye inandırılmış müşterileri buna aldırmayabilirler ama durumun vehameti tüm Pazar’ı utandıracak çirkinliktedir.

Ahlakın herkes için aynı anlama gelmediğini öğreneli bir hayli oluyor. Öğrettiler daha doğrusu. “Amaca giden her yol mübahtır” gibi, (Makyevel’e atfedilir ama zavallı Makyevel’in böyle bir cümlesi de, fikri de yoktur) günümüz insanının “düsturu” haline gelmiş bir vecizeye iman etmiş dünya kadar insan var pazarda. Ahlakın, bakıldığı yerden farklı göründüğü yegane toplumlardan biri olduğumuzu Hüseyin Üzmez rezilliği ile sübyancı hakları savunucusu Gülay Göktürk’ü hatırlayarak bir kez daha anlayabiliriz. Genel kuralları olan, insan onurunu kollayıp, gözeten toplumsal bir ahlak yok, malum. İdeolojilerimizin, inançlarımızın ahlakı var ki, başkaları söz konusu olduğunda yürürlükten kaldırabiliyoruz herhangi bir hicap duymadan. Pazar’da sesi en çok gür çıkan ahlakın da ahlaksızlığın da belirleyicisi olabiliyor.

Pazar’da dolaşın bir. Şehit törenlerini kliplerle sunan bir televizyon göreceksiniz. Sözümona haber veriyorum diyerek, toplumsal linç örneklerini dakikalarca sergileyen bir televizyondur bu aynı zamanda. Erkek egemen dili, kendine dil edinmiş son derece cinsiyetçi bir yazılı basın da var Pazar da. Genel başkanlarıyla ilgili kasedin ortaya çıkışından başkanın gitmesine yol açtığı için sevinen partililer de var.

Aklı başında biri şöyle bir gezeyim deyip dolaştığı pazarda bu gördüklerine bakarak “karşı olduğum ne kadar çok şey var” demez mi şimdi?

Dolaşırken olan biten karşısında yüzünü buruşturan birini görürseniz, belki sırt hamalıdır falan ama, emin olun, Sokrates’leşmiş bir sırt hamalıdır o.

Kendisi fark etmese de.