Gladyatör

Bir başka şeyle meşgul olduğum için, açık bıraktığım ama seyretmediğim televizyona son anda fark edip bakmasam, ciddi bir eğlenceyi kaçıracakmışım az kalsın. Spikerin cümlelerini duyunca “bu da ne yahu?” diyerek hemen ekranın önüne kurulup, izledim allahtan. Yetmedi, yarım saat içinde ne kadar haber kanalı varsa, hepsini dolaşıp birkaç kez daha görebildim aynı haberi. Tabii görüntülerini de.

Kaçırılacak türden bir haber değildi doğrusunu isterseniz. Antalya’nın Serik ilçesinde uyanık bir iş adamı gladyatör okulu açmış meğer. Bu “sanatı” öğretecekleri öğrencileri daha sonra sigortalı, maaşlı işe de alacakmış aynı işadamı. Haber bu.

Bu tür şeyler turistik amaçla yapılır, malum. Doğrusu, turistik otellerde hünerlerini sergileyen şu animasyon sanatçılarının çoğu işlerini layıkıyla da yaparlar. Ama bu onlar gibi değil. Tüm ciddiyetiyle, ortaklarıyla birlikte ne kadar önemli bir girişimde bulunduklarını anlatan işadamı meseleye bir hayli “yüksekten” bakıyor: “Roma ruhunu yaşatmak”. Herhalde ciddidir..

Ancak bu iş için seçildiği söylenen gladyatörleri(!) gördüğümde girişimcinin işinin zor olduğunu düşünmedim değil. Atletik yapılı olma şartını yerine getirdikleri için (öyle dediler çünkü) “gladyatör” olma şansını yakalamış o kişileri görseniz, bana hak verirdiniz. Göbeği sarkmamış tek bir kişi yoktu aralarında. Küçük çaplı birer Sumo güreşçisi olmaya daha yakın beden ölçülerinde “gladyatörler”di gördüklerim. En faciasını söyleyeyim çocuk bezinden don giymişlerdi. Gerisini tahmin edin artık. Eh, haliyle gülüyor insan.

Biraz daha devam edeyim bu aslanlardan birini konuşturdular. Not aldım cümlelerini. Roma ruhu’nu yaşatmak isteyen işadamı duymuş mudur acaba bu sözleri? Aynen şunları söyledi çünkü: “Savaş iyi bir şey. Biz Türklerin de ruhuna uygun”.

Gladyatörlerin savaş yaptıklarını sanıyor ciddi ciddi. “Palavradan da olsa gladyatör olmuşsun madem, iki satır bir şeyler oku bari” dedim kendi kendime. Okusa onların birer köle olduklarından, dönemin egemeninin eğlence anlayışının en acıklı parçasını oluşturduklarından haberdar olurdu. Savaşa gidecek kadar “özgür” olmadıklarını da bilirdi. İşlerinin, sadece birisinin hayatta kalabileceği iki kişilik acımasız bir “kavga” sergilemek olduğunu, böylelikle egemenin vahşet duygularını tatmin etmeye yaradıklarını da öğrenirdi. Takım olarak da “kavga” ederlerdi ama çoğunlukla iki kişilikti gösterileri.

Çok acıklıdır gerçekten de. Gösteriye başlamadan önce gladyatörlerin ettikleri yeminin içinde şöyle cümleler geçer: ‘Birkaç gün ya da yıl daha kazanman ne fark eder? Ölümden kimsenin kurtulamayacağı bir dünyaya geldik. Başın dik ve yılmaz bir şekilde ölmelisin.”

Oldum olası ilgimi çekmiştir gladyatörler. Çünkü onlar üzerine kurulmuş bir de ekonomi vardır neredeyse. Roma'da, sanıldığı gibi sadece imparatorlar değil, zengin tüccarlar da her yıl bir ya da iki kez şanları, şerefleri için gladyatör döğüşleri düzenlerlerdi. Bu onlar için aynı zamanda ciddi bir gelir kapısıydı da. İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu antik dönem dünyasının bu talihsiz insanlarına ilgim bu yüzden. Russel Crowe’un Gladyatör filmini herhalde on kez izlemişimdir. Ortaokul öğrencileri gibi işi gücü kırıp da gittim üstelik. Gladyatörlere ilişkin dünya kadar yanlışı içinde barındırsa da çok iyi bir filmdi. Yanlış değil de “yanlış bilinen” demek daha doğru. Kavganın sonunda galip gelenin imparatora bakarak ondan gelmesini beklediği “öldür” emri, aşağıya indirilmiş başparmak işaretiyle verilir diye bilinir. Oysa tam tersidir. Öldür emri o başparmağın yukarıya kaldırılmasıyla verilirdi Roma’da. Filmde o yanlış olanını gördük sürekli.

Sonra, gladyatörler, filmde gösterildiği ya da şu Antalyalı civanmertlerin sandığı gibi güçlü, kuvvetli, iri yarı kişiler değillerdi her zaman. Bizim Kemal Sunal ölçülerinde olanları da vardı ki, az değildi sayıları. Ama kılıç kullanmada ustaydılar. Usta olmaları da şarttı. Gladyatör de Latince’de “iyi kılıç kullanan” demek zaten.

Mert miydiler? Elhak, öyleydiler. Değerler sistemimiz içinde çokça önemli bir yer tutan şu Haysiyet dedikleri kavram çok önemliydi onlar için. Gösteri sırasında, ölüm zamanına kendisi karar veren gladyatörlerden söz edilir örneğin. Mızraklarını gırtlaklarına saplayarak kendilerini öldürürler, rakiplerine öldürme zevkini tattırmazlardı.

Televizyonda “bu da ne yahu?” diyerek heyecanla izlememin nedeni bu ilgim yüzünden biraz da. Tamam, donları çocuk bezi gibi olsa da, göbekleri sarksa da, memleketimizde Gladyatör görmek beni sevindirdi, ne yalan söyleyeyim. Gladyatör varsa, eh, mutlaka bir Spartaküs de olacaktır diye düşündüğümden. Umut işte benimki.

Spartaküs tarihin gelmiş geçmiş en büyük köle gladyatörüydü, malum. Tüm gladyatörleri ayağa kaldırıp, Roma imparatorluğuna isyan etmiştir. En büyük köle isyanının önderidir. Büyük Marks, tarihin “ilk devrimcisi” der onun için. Hemşehrimiz de üstelik, Trakyalıdır. Nazım da ondan güzel söz eder Sevgiyle, saygıyla, gülerek haykırmak/ Sus, dinle bak/ Zincirlerini kırıyor Roma’nın varoşlarında Spartaküs.

Haberde bizim “gladyatör”leri gösteri yaparlarken de izledim. İnanın, öyle pek arenedaki gibi değillerdi, nasıl öğretmişlerse. Hani, kılıç kalkan oynar gibiydiler. Bir süre sonra, çayda çıraya dökerler bunlar işi, görün. O göbeklerle zor çünkü öbür türlüsü.

Tarih bir Spartaküs daha çıkaracak bundan eminim de, yok, Antalya’dan çıkmaz.

Bekleyeyim biraz daha ben en iyisi.

Mutlaka gelecek.