Fransa İmparatoru, İngiliz Kralı'nı Kündeye Getirip mi Tuş Etti?

Bizde Sultan Abdülaziz’in iyi bir pehlivan olduğu söylenir. El ense tutuşup, minderi dar ettiği en babayiğit pehlivanların sırtını yere yapıştırmasının hikmeti, vücudunun heybetinden çok, padişah oluşundandır diyenler de vardır ama Zatı Şahane’nin bu sporu hakkıyla yaptığı sır değildir. Bir zamanlar devlet katında itibar görmüş atalar sporuydu güreş. Biz Anadolulular güreşi kendimizin sanırız ama, Eski Yunan’dan Bizans’a oradan da Türkiye’ye girdiği tarihi bir gerçektir.

Kendi adıma söyleyeyim, pek de hazzettiğim bir spor dalı değildir güreş. Bir çok benzeri spor gibi, cenaze ya da düğün törenlerinde ortaya çıkmış, sonraları güç, kuvvet yarışına dönüştürülmüştür. Özellikle Anadolu folklorik değerleri arasında, ait olduğumuz milletin gücünü kuvvetini bu spor dalıyla özdeşleştirmeyi pek bir severiz. Türk’ün gücünün görüldüğü yegane sporumuzdu bir zamanlar. Hiç de bize ait olmadığı halde milli ya da ata sporu deyişimiz, gücümüzü, kuvvetimizi en iyi bu sporla ifade ettiğimize inanmış oluşumuzdandır. Son yıllarda bu inancımıza gölge düşürecek onlarca başarısızlık yaşamış olmamıza karşın, hala böyle düşünülür güreş için.

Mısır’da Beni Hasan köyündeki mağara resimlerine bakarak İsa’dan Önce 2000 yılından beri güreş diye bir sporun olduğunu, Eski Yunan’ın olimpiyat oyunlarında bu spora rastlandığını biliyoruz. Barışçıl, sadece güç gösterisine dayalı bir sporken, nedense Bizans İmparatoru Flavius Theodosius tarafından yasaklanmış da bir ara.

Koca bir iktidar sahibi olarak Sultan Abdülaziz’in güreş tutmasını gözünüzde nasıl canlandırırsınız bilemem ama vücudunu yağlayıp “Hayda bre!” diye kükreyen sadece bizim Sultan değildir. Fransa Kralı I. Fransuva ile İngiltere Kralı VII. Henry’nin, hangisine ait olduğunu şimdi anımsayamadığım büyükçe bir çadırda güreş tuttuklarını, Fransız’ın İngiliz’i yendiğini belirteyim. Üstelik bu güreş iki imparatorluk arasındaki resmi barış görüşmelerinin yapıldığı bir zamanda gerçekleşiyor. O çağın garipliklerinden biridir bu. Ben her aklıma geldikçe gülerim. Aklıma gelen şudur iktidarın muhteşem gücünü gösteren heybetli kıyafetlerinden soyunup, sadece bir donla birbirlerine çift dalan iki imparator görüntüsü. Ben don dedim ama konunun uzmanları, bunun bildiğimiz don olmayıp, uzun paçalı bir iç giysisi olduğunu söylemekteler ki bu bilgi, görüntüyü gözümde daha da bir sevimli hale sokmakta, hayal gücüm bu kez şu noktaya kadar gitmekte birbirlerini ne olursa olsun yenmeye kararlı, mücadelede kural tanımayıp ellerini birbirlerinin o uzun paçalı donlarının içine sokan iki yiğit.

“O çağın garipliklerinden biridir bu” cümlemi geri alıyorum. Çünkü İdi Amin’in, ciddi sınır ihlalleri yaşadığı komşu bir ülkenin başkanına, kaybedenin tüm iddialarından vazgeçeceği bir boks maçı önermiş oluşu geldi aklıma. İster kral ister diktatör tüm güç sahiplerinin bu tür tavırlar sergilemesinin öncesi sonrası yok. Her çağda olabiliyor bu.

Kırkpınar yağlı güreşlerinin 645 yıllık bir geçmişi var. Kırkpınar’ın geniş çayırlıklarında Cihan İmparatorluğu’nun en büyük eğlencesiydi güreş. Yiğitlik, mertlik, memleketseverlik gibi nice kavram varsa Kırkpınar meydanına doldurulmuş, orada güreşen her merdane yiğit, bu kavramlarla hemhal olmuş, kimi “savaşçı temalar” da barış zamanında Kırkpınar’da tekrarlanma fırsatı bulmuştur. Bu spor üzerine oluşturulmuş bir değerler silsilesi var. Kırkpınar, zamana direnebilen, eskimeyen yegane Anadolu eğlence geleneğiydi. Bugün yine zamana direniyor, eskimiyor. Ama daha tehlikeli bir mecraya doğru gidiyor yozlaşıyor. Yozlaşmayı, hem spor hem eğlence anlayışımızdaki değişikliğin gittikçe Amerikanlaşması oluşturuyor.

Eğlence anlayışımızın Amerikanlaşması ne demek? Oluşturulması yüzyıllar almış kimi geleneklerin sulandırılması demek. Kırkpınar’ın elbette feodal yanlarından kurtarılması, çağa uydurulması gereken tarafları vardır. O maço vurgular, boyun eğilmesi gereken bir otorite haline gelen gücün övülmesi falan. Ama bunu yaparken, yüzyıllar öncesinden gelen ritüellere de dokunmamak gerek. İzmir’de bir diskoda, aralarında Kırkpınar’da güreşmiş olanların da bulunduğu sporcuların yağlı güreş gösterisi yaptıkları haberleri vardı bir ara. Güreşten önce disko sakinlerine içki servisini de bu “pehlivanlar” yapıyorlardı, sözkonusu haberlere göre. “İki yiğit çıktı meydane”nin diskoya uyarlanışı nasıl oluyordu acaba? O pehlivanları, diskoda sıradan bir striptizci durumuna indirgeyen ekonomik yapıyı elbette hesaba katmalıyız ama diskonun işbilir patronu, yağlı güreşi, asla gidip Kırkpınar’da görme niyeti olmayanların ayağına getirerek kapitalist bir girişimcinin yapması gerekeni yapıyordu. Çocuk tacizlerinin bir çok ülkeden daha fazla yaşandığı İngiltere’de bir giyim firmasının altı yaşındaki kız çocukları için sütyen üretmesindeki mantık neyse disko sahibinin mantığı da oydu. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” olarak özetlenen liberal ekonomi politikalarının, değer yargılarına vurup geçmesi vakai adiyedendir artık.

Modernliği benden farklı anlayanların verdiği şu Amerikan bayrağından don yapılması örneği artık eski bir “geyiktir”. Arkasında hiçbir tarihi birikim olmayan bir bayrağın don yapılmasında bence de bir sakınca yok. ABD’nin tarihi çok da eski değildir, insan ömründe “teenagerlığa” tekabül eder. Tabii ki, hiçbir bayrağa saygısızlık yapılmasını savunuyor değilim, ama Amerika gibi, feodalizmi hiç yaşamamış bir ülkede saygı bizim algıladığımız gibi algılanmıyor. Feodalizmi yaşamadan beş yüz yıl de geçse, kutsal mertebesine çıkarılmış simgesi olmaz bir toplumun. Hiç hazzetmediğim güreşin Kırkpınar versiyonu 650 yıldır var. Hazzetmediğim taraflarını ben ayırırım, bunu yaparken, Amerikan süzgecine de ihtiyaç duymam. Amerikan eğlence anlayışı, çok değil doksan yıl önce, cüceleri sirklerde “hilkat garibesi” olarak gösterip, fiziksel farklılıkları bile paraya dönüştüren bir anlayıştır. Eski boksörleri, seyircilerden para karşılığı dayak yiyen bir kum torbasına çeviren anlayış.

Güreş, doğduğu cenaze törenlerinden çıkıp, tam 2000 yıl sonra diskoya düştü. Vardığı yerin daha şenlikli olduğu düşünülebilir. O kaba gücün, kas gösterisinin gülünç duruma düşürülmesi, bu gösteriler üzerine kurulmuş “dikta”yı berhava etmesi açısından belki de iyidir. Ama yine de bana dokunuyor. Güreşin çağrıştırdığı feodal anlamlardan arındırılmasına değil, seyirlik, sıradan bir eğlenceye dönüştürülmesindeki yönteme itirazım var. Elinde tutabildiği, bugüne kadar getirebildiği tek geleneğini Amerikanlaştıran Anadolu için üzülüyorum daha çok. Benim iki koca imparatorun paçalı donlarıyla güreşe tutulmasına gülümsediğim gibi, yüzlerce yıl sonra, Türklerin en “erkek” sporunun, diskoda, striptizci kızların gösterisinden sonra “icra” edildiğini okuyacak olanlar da gülümseyeceklerdir herhalde.

Türkiye’de Amerikan adları taşıyan beyzbol takımları da kurulmuş yakınlarda. Ne güzel, Türkiye’de artık Amerikan eğitimi, Amerikan yönetimi, Amerikan İslamı, Amerikan sporu da var. Hiç değilse Kırkpınar’ı bize bıraksalardı.