Engin Ardıç ölümsüzdür

Her dönemin adamı olma konusunda başarılı olan sadece o değil tabii. Milletçe övünülecek bir şey midir bilmem ama binlerce var bu tiplerden bizim ülkede. Hele, dünyanın en hızlı kirlenen medyası olan bizim medyamızda. Fakat bu her haliyle bir başka. Her döneme uyum sağlarken alçalmayı onun kadar ustaca yapan, rezil olmaktan korkmayan ikinci bir kişi yok, örneğin. Tanıyan herkesin midesini bulandıran bir rahatlığı var ki, çok az insan evladında bulunur. Önüne, geçmişte yapıp ettiklerini, yazdıklarını koyun “ben bir zamanlar bunları mı yazmıştım?” türünden bir şaşkınlık göremezsiniz yüzünde asla. Şaşmamak ahlaksızların en güçlü yanlarıdır çünkü.

Ne var ki, rezil olma korkusundan yoksun olarak yazdıklarına bakıp, bu “adamı” cesur sanan okurları da var. Ancak bu okurların profili, uyduğu yeni döneme uygun olarak sürekli değişir. İktidarda, laik/milliyetçi bir ekip mi var, o sırada yazdıklarını pek bir sevenler bu ekibin gönüldaşlarıdır. Okuduğunu, o an kendisine uyduğu için benimseyen, dolayısıyla, kimi doğrulara değinse de, bu “adam”ın bunu pek ahlaksızca yaptığına aldırmayan bir okur kitlesidir bu. Bugün laiklere çattığı için yazılarından memnun kalan dindar okuru, çok değil, DSP/ANAP iktidarı sırasında, “ülkeyi ele geçirecek şeriatçılar”a karşı aslanlar gibi kükrediğini, Cumhuriyet’i yıkmayı düşünenlerin bunu asla başaramayacaklarını yazdığını hatırlamaz bile.

Kimi doğruları yok mu? Var elbette. Ama onun doğruları değildir onlar. Genel doğruları eğip, büküp kendi doğrusu gibi yutturma beceresine sahip oluşu, sanki kimi şeyleri ilk kez o dile getiriyormuş gibi anlaşılır oldu hep. Türk medyasının en küfürbazı, en arkadan vuranıdır bu adam. Bizim memlekette küfürü anlamayan kimse yoktur. Bu açıdan “anlaşılır” yazar olması normaldir kuşkusuz.

Bu yazının bir İlhan Selçuk güzellemesi gibi anlaşılmasını istemem elbette. Bir sosyalist olarak benim yolum Selçuk’la çok az noktada kesişir. Ben, Engin Ardıç’ın ele aldığı yerden farklı olarak Selçuk’u bir çok noktada eleştirebilirim de. Böyle bir değerlendirme mutlaka yapılacaktır, yapılmalıdır da. (Sol haber portalımız bunu ziyadesiyle yaptı, okumuşsunuzdur). Ancak, görüşlerinin büyük bir bölümüne katılmadığım Selçuk’un, kimi yanlışlarında bile tutarlı olması, hayatında tutarlılık nedir bilmeyen Ardıç gibi kauçuk adamlara karşı onu savunmamı gerektirir. Kendi çapımda yaptığım budur.

Kendisinin “ölümsüz” olduğuna o kadar inanmıştır ki Engin Ardıç, daha önce Metin Toker’in ölümünün ardından yazdığı yazıdaki “Yaşıyor muydu?” başlığını, hakaret amacıyla Selçuk için de atabilmiştir. Sorusunda çok çok haklıdır Engin Ardıç. Çünkü, adıgeçenleri boşverelim bir an, hiç ölmeyen tek kişi kendisidir. Dolayısıyla başkalarının, onun gözünde “ölmüş” olmaları çok doğaldır. Onursuz bir hayatı en uzun sürdüren canlı odur etrafımızda.

Engin Ardıç ölmez. Hiç bir zaman. Her koşulda yaşamını sürdüren mikroorganizmaların insan kılığına bürünmüş hali olarak, hiç bir düşünce, karşı çıkış, değişen ortam onu “öldüremez”. Yaşaması, egemenlerin eteğine sıkı sıkı sarılmasıyla mümkün olmuştur. Sivil ya da asker fark etmez, kim güçlüyse onun yanında saf tutar. Kim mağdursa ona çullanır. Örnek mi istiyorsunuz. Merve Kavakçı için yazdıkları ortada. Başörtüsü yüzünden Meclis’ten atılmış olan “dönemin mağduru” bu kadın için yazılmış şu aşşağılık cümlelerin sahibi odur:
“Merve’nin çıplak ayaklarını görünce, dedim ki içimden, kim bilir kaç aksakallı muhterem gece rüyasında, Merve`nin çıplak ayaklarının hayalini kurup asılmıştır.” Asılmanın masturbasyon yapmak olduğunu herhalde biliyorsunuzdur. Türk basınının en aşşağılık birkaç kaleminden biridir bu adam.

Dindar okur, yukarıdaki yenilir, yutulur olmayan bu ifadeleri, bugün “kendi safında” gördüğü için Engin Ardıç’a hatırlatmaz. Ikiyüzlülük gibi bir “tavır kardeşliğinde” ne muhteşem bir buluşmadır bu.

Türkiye doğumlu Musevi yazar Musa ağabeyin (Moris Fahri) Yabanda Yolculuk adlı çok güzel romanında anlatıcı, roman kahramanlarından birinde şu cümlelerle söz eder: “Hiç kıç yalamazdı. Namuslu olduğundan değil. Yanlış kıçı yalarım korkusundan”.

Böyleleri de var. Bu tipler, kıç yalama konusunda “yanlış” kişilerinkini yalarım deyip kararsız kaldıklarından, namuslu kişi bile sanılırlar bu yüzden. Ardıç, bu konuda asla kararsız kalanlardan olmamıştır. Kiminkini yalayacağı konusunda şaşmaz bir pusulası vardır ki, hiç bir denizde rotasız kalmaz. Pislik denizinde yüzmekten keyif alan tek adamdır.

İlhan Selçuk ölür, Deniz Gezmiş ölür. Namusluların ömrü kelebek ömrü kadardır çünkü. Metin Toker ölür, yoldaşınız, ülküdaşınız, din kardeşiniz ölür. Ama Engin Ardıç ölmez.

“Ölmek değildir ömrümüzün en zor işi/Müşkil odur ki yaşarken ölür kişi” diyen halk şairi belli ki onlarca Ardıç görmüş yaşamında. Ama Ardıç gibiler yaşayan ölü olduklarının da farkında olmazlar. Şairi yalancı çıkaran kaç “ölümsüz” vardır Ardıç gibi.

Kanuni Sultan Süleyman ölür, peygamberler ölür ama Engin Ardıç ölmez.

Ölmez ama yaşıyor olduğu anlamına da gelmez bu.

Yaşamak ile canlı olmak farklı şeylerdir çünkü.