Emret Vekilim

Zaten biliyordum ama, askerliğin bana uygun olmadığını 28 gün sürmüş “askerliğim” sayesinde çok daha iyi anladım. Bir fikrim elbette vardı ama pratik olarak bunu yaşamak farklı bir şeydi. Kazasız belasız atlatmak için asgari dikkat gösterdiğim bir süreçti, doğrusunu isterseniz. Benzeri bir dikkati benimkinden farklı gerekçelerle, yani, askerliği ne kadar sevdiklerini, saygıdeğer bulduklarını belli etmek niyetiyle gösterenler de elbette vardı. Özellikle birisini hatırladım şu sıralar. Hem kendisini düşürdüğü acıklı durumu, hem de bize, yani bir dolu ere -bilmeden- çektirdiği işkenceyi de.

Günler sonra yapılacak olan yemin töreni için eğitiliyorduk. Sesi de, telaffuzu da daha uygun bulunduğu için olsa gerek, İstanbul’dan gelmiş bir gence, kendisine verilen komuta yanıt vermesi görevi verilmişti. Yani yemin töreni öncesi komutan ona seslenecek, o da “emret komutanım” diyecekti. Son derece basit bir görev. Bunun bir süre sonra,gerçek bir işkenceye dönüşebileceğini söylesem, bunu ancak askerlik yapanlar anlayabilirler. O gençle aynı “hiza”da, yanyanaydık. Tören provası başladığında, bize ne yapmamız gerektiği anlatıldı, biz de anlatılanları tekrarladık. Sırası gelince komutan bizim gence komut verdi nihayet. Genç, gerçekten gür, üstelik komutanların istediği “temiz” bir aksanla (kast edilen İstanbul aksanıdır) kendisinden beklendiğini sandığı yanıtı verdi hevesle: “Emredersiniz komutanım!”.

Der demez de, hemen sıraya geri gönderildi. Ardından komutan yine komut verdi, bizim genç aynı cümleyi yineledi, yeniden geri yollandı. Lütfen inanın, tam iki saat sürdü bu. Sıcak altında, kalın askeri giysiler içinde tam bir işkenceydi yaşadığımız. Neden sonra aklıma geldi, gence dönüp “emredersiniz deyip durma kardeşim, sırası mı kibarlığın, adamlar istemiyor işte, ‘emret komutanım’ de bir kere de” deyiverdim. Öyle de oldu. “Emret Komutanım” deyince, topluca kurtulmuş olduk. Meğer askerler, nizamnameye uygun bir karşılık bekliyorlarmış. Vakitleri bol nasılsa, muhatapları fark edinceye kadar da uzatıyorlar eğitimi haliyle. Uyardıkları da yok üstelik.

Kibar bir cümle kurmanın ne sakıncası olabilir? Sakıncası olsun ya da olmasın, istenen bu değil. Herhalde komutanlar da bunu kabalaşmak için yapmamışlardı. İtaat anlayışı askerlik mantığının bir parçası. Komutan, kendisine bağlı olduğunu düşündüğü herkesten, birebir ifade olan, erin üzerindeki sahipliğini de vurgulayan “komutanım”ı duymak isterken, “bana emret de yapayım”ı daha güçlü hale getiren, içinde “siz” geçmeyen o cümleyi bekleyecek, haliyle. “Emredersiniz” de, sanki, “isterseniz emredebilirsiniz” gibi bir anlam da saklıdır belki onlara göre. “Emredersiniz” dendiğinde komutana yol gösteriyormuş gibi olunuyordur ya da. Sonuçta, nedeni ne olursa olsun, benim aklımın almadığı bir “asker alınganlığı”dır bu.

Askerlikte olur, der geçersiniz. Ben de öyle yaptım. O gencin aklıma düşeceği de yoktu ama bir haber nedeniyle hatırlayıverdim yine. Nedeni şu Ege’de yayınlanan Yeni Asır gazetesinin Nuray Kaya adlı muhabirini, söyleşiler yaptığı bir milletvekili ile bir belediye başkanına “sayın milletvekilim” ya da “sayın başkanım” demedi diye işten kovmuşlar. Meslektaşımızın, kendilerine “sayın milletvekilim”, “sayın başkanım” demeyişini sorun yapıp, gazetenin sorumlularına şikayet eden de bu muhterem zatların kendileri.

Efendi – köle ilişkisinin egemen olduğu toplumlarda, toprak ya da mülk sahibi feodalin mülkü sayılan toprak emekçileri, emek güçlerini gasp eden sömürgecilere ait olduklarını, “ağam”, “beyim” sıfatlarıyla belli ederlerdi. Etmek zorundaydılar. Batı feodal toplumlarında da bunların karşılığı “my lord”, “my lady”dir. Kimileri “bu saygıdandır” derlerse de, tabii ki kulak asmam, öyle bile olsa, bu “saygı” bir “karaktere”, “kişiliğe” değil, bir egemene gösterilen zorunlu bir saygıdır olsa olsa. Ağa ya da Lord için, çalıştırdığı tüm emekçiler, adlarını bile bilmese, kendisinin mülküdür çünkü. Mülkü olan o emekçilerin de temsilcisi değil, sahibidir o derebeyi. O toplumsal düzenin mantığı içinde bunun anlaşılır bir nedeni varsa, bundandır.

Bir milletvekili “benim miletvekilim” değildir. Ben onun temsil ettikleri içinde sayılabilirim ancak, o kadar. İsteyen “sayın milletvekilim” de “başkanım” da diyebilir, söyleyenin meşrebiyle ilgilidir bu elbette, ama tersini söylemek de saygısızlık sayılamaz. Milletvekili ile temsil ettiği seçmeni arasında birebir ilişki yoktur. Olamaz da zaten. Genel bir çerçevede kurulabilecek bir ilişki söz konusudur ki, bunun, hitap biçimine “sahiplenilmiş”liği vurgulamak için yansıtılmasını beklemek, “avam” üzerindeki “elit” farklılığının hatırlatılması çabasıdır. Züppelik yani. Başka ne olabilir?

Nasıl “sayın doktorum”, “sayın gazetecim” demek gülünçse, “sayın milletvekilim” ya da “başkanım” demek de o derece gülünçtür. Çünkü bunlar, muhatabın, yaptığı işi tanımlayan toplumsal kimliklerdir. Bireysel bir sahiplenme gerektirmez. Dediğim gibi isteyen bu sahiplenmeyi yapar. Tarikat mensubunun, “şeyhim” “efendim” demesinde bir sakınca yoktur, çünkü kişinin iç/ruhani dünyasını düzenleyen birine “bağlılık” bu hitap biçimleriyle gösterilebilir o ilişkiler çerçevesinde. Hiç bir güç bana bunu yaptıramaz ayrı mesele, ama var böyle ilişkiler. Meslektaşımızın yaptığı, o muhteremlere, “toplumsal kimlikleri”yle seslenirken, -ki doğrusu budur- yalakalık sayılacak bir hitapta bulunmamaktır. Hepsi bu.

Gencecik bir gazetecinin bu son derece mesafeli hitabından otoritelerinin ya da kişisel iktidarlarının yara aldığını düşünen o muhteremler, inanın bana, askerde, “emret komutanım”ı en gür, en çoşkulu bağıranlardandı, yemin ederim. Otoriterlik ruhlarına böylesine yerleşmiş demek. Askerdeyken benimsedikleri o “itaatkar” ruhu, karşılarındaki herkesten bekledikleri çok belli.

Meslekleri, görevleri ne olursa olsun, bazılarının tek bir mesleği var o da askerlik. İyi değil bu. Herkesin asker olduğu bir ülkede, herkes herkesi düşman görür. Bu kadar çok askere düşman da lazım çünkü. O “asker” milletvekilleri ile o “asker” başkanın “düşmanları” da bu genç gazeteci olmuş işte.

Bunlar, bir gün düşman diye yel değirmenlerine de saldırırlar, görün. Gittikçe Don Kişot’laşıyorlar çünkü.

İyi değil.