Ebediyyen Bakacağız

Ünlü ressam Goya, portresini yaptığı genç, güzel bir hanımı, dikkatini kendisine daha fazla vermesi için nazikçe uyarır: “Hanımefendi, bana sadece bir kaç dakika bakacaksınız”. Ardından hemen ekler: “Sonra da ebediyyen öyle bakacaksınız”.

Goya tüm entelektüel zekasını yansıtan bu cümleleriyle hem resim sanatının gücünü anımsatıyor karşısındakine, hem de modelini – deyim yerindeyse- fırçasına göre ayarlıyor. Herhalde Leonardo Da Vinci de tıpkı Goya gibi, modellerine ne yapmaları gerektiğini söylemiştir. Belki başka ressamlar da.

Fotoğraçı Kevin Carter’ın gördüğünüz fotoğrafı çekerken Goya ya da Vinci gibi modellerini objektifine göre ayarlama şansı yoktu. Bu fotoğrafı 1994 yılında Sudan’da çekti. Anne ya da babasının o sırada nerede olduğu bilinmeyen küçük bir oğlan çocuğu Birleşmiş Milletler’in kurduğu yemek çadırlarına doğru zorlukla yürümeye çalışıyor. Carter, bu anı yakalamış. Bu fotoğraf saygın ingiliz dergisi New Statesman tarafından dünyanın en önemli 50 fotoğrafı arasında gösteriliyor.

Fotoğraftaki en çarpıcı görüntü çocuğun arkasında yüksekçe bir yerde duran akbabadır. Çocuğun karnının doyması çadırdaki ekmeğe, akbabanın karnının doyması ise çocuğun açlıktan ölümüne bağlı. Sanki anlatılan budur.

Büyük ressamlar tablolarında olmadık görüntüleri yaratabildiler. Batının kilise ressamları İsa’yı çocuk olarak da resmettiler çoğunca kanatlı çocuk İsa, uçan çocuk İsa, her çeşit hayvanın arasında güvenle durabilen çocuk İsa. Çoktur böyle tablolar. Ama hiç bir ressamın hayal gücü, küçük bir insan yavrusunun trajedisini Carter’ın bu fotoğrafı kadar yansıtamadı. Bu fotoğraf o akbabayı oraya ancak bir ressam konudurabilirdi inancını da sildi kafamızdan. Bir fotoğrafçının herhalde milyonda bir karşılaşabileceği bu muazzam dramı görüntülemeyi başardığı için, basın dünyasının en saygın ödüllerinden biri olan Pulitzer Ödülü’nü almıştı Kevin Carter.

Talihi derisinden daha kara olan çocuğun akıbetinin ne olduğunu bilmiyoruz. Ama Carter, bu fotoğrafı çektikten tam üç ay sonra, tanık olduğu bu trajedinin yükünü çekemediği için –öyle deniyor- girdiği bir bunalım sonucu intihar etti.

Acaba o küçük çocuk yemek çadırlarına kadar kaç adım atabildi? Elbette bilmiyoruz. Adımları çok da küçük o çocuğun. Tıpkı insanlığın adımları gibi. Platon, “gülme”nin insanı felakete sürükleyeceğini savunurdu. Onun, Aziz Augustine eliyle Hıristiyanlığa da giren bu görüşü yüzünden iman sahibi Hıristiyan tam iki bin yıl boyunca, gülmenin insanla Allah arasına nifak soktuğuna inandı. Gülmenin yanında olanlar ile karşısında olanların savaşı yüzlerce yıl devam etti.

Wright kardeşlerin uçağı icat ettikleri ana kadar da insanlık uçmanın Allah ile meleklerine ait olduğuna inanıyordu.

Gülmenin kötü ya da günah olmadığını anlaması insanlığın neredeyse iki bin yılını aldı. Uçmayı insanların da becerebileceğine inanması da her halde bin yıl sürmüştür. İnsanlığın adımları küçüktür derken anlatmak istediğim budur. Fotoğraftaki çocuğun yemek çadırlarına ulaşması işte insanlığın bu serüvenini andırıyor sanki. İnsanlık da, çadıra ulaşmaya çalışan o çocuk kadar yavaş ilerliyor ne yazık ki.

Hızlı olanlar ise işte onlar, o çocuğun arkasında onu ölür ölmez yemeğe hazır bekleyen akbabalar sadece.

Bu fotoğrafı biz de ebediyyen unutmayacağız.

Ebediyyen.