Çelişkiye de düşmeyeceksin tuzağa da

İkisi de belalı durumlar. Öyle anlarda çıkıyorlar ki karşımıza, önceden bir hazırlığımız yoksa ikisine de yakalanmamız an meselesi. Önceden hazırlıklı olmak iyi bir toplum okumasından geçiyor. Bu, sınıfsal gerçekliğin farkında olanlar için çok daha kolaydır elbette. En azından, toplumdaki kapışmada belirleyici olanın sınıf çatışması olduğunu bilip, dikkatlerini bu asıl çatışma alanından tali noktalara çevirmezler bu gerçekliğin farkında olanlar. Büyük çelişki karşınızda dururken, sınıfların konumlanışı ortadayken, tali “çatışmalar”a kaptırırsanız kendinizi, sınıflararası değil, kategorilerarası çatışmaların tarafı oluverirsiniz bir anda. Sosyalist, burjuva devlet mekanizmasında, üstyapı kurumuna ait olan kavramlarla, laiklik, ulusalcılık gibi örneğin, konuşmamalıdır. Sosyalist egemen söylemin tanımlarına kendini kaptırmamalıdır. Böyle yaparsa, asıl mesele olan sınıfsal meseleyi unutur ki, bu felakettir.

Uzun zamandır Türkiye solunun önemlice bir kesiminde bu sıkıntı var. Kendine ait dilini koruyamayan (ya da yeniden oluşturamayan) sosyalist solun kimi unsurları, kendi literatürüne ait olmayan ödünç kavramlarla konuşuyor uzun süredir. Burjuvazinin bir kanadının egemen söyleminden pay kapıyor. Hala toplumsal tanımlamada aşılamamış olan bilimsel sosyalist kavramlara başvurmaktan çekiniyor. Sınıf konuşulmuyor, emekten söz edilmiyor. Ülkenin en yakıcı sorunu olan Kürt sorununun da etkisiyle “etnik” bir ton hakim tüm değerlendirmelerde. Kendisine “özgürlükçü sol” diyenler Kürt ulusalcılığından, kendisine “sosyalist sol” diyenler de Türk ulusalcılığından izler taşıyorlar. İkisi de bu “ulusalcılık”lardan etkilenmiş, kimlik üzerinden mücadele sürdüren unsurlar olmaktan öteye gidemiyorlar. İkisi de sermaye tarafından kapıştırılan taraflardan birinin “tarafı” oluveriyorlar. Manzara budur.

Oysa, sosyalist tali çelişkilerde taraf olmamalıdır. Bu, olana bitene seyirci kalmalıdır anlamına gelmez. Mevcut kazanımları korumak da asli görevdir ama, bu “kazanımları” halkın yarısından çoğuna karşı bir çullanma aracı yapmamalıdır. Hele “zinde güçlerle”, hele kerameti kendinden menkul “vatan/millet bekçileri”yle yapmamalıdır. Kazanımları korumak adına, sistemin kimi güçleriyle “tarafdaş” görünmek sınıfsal kapışmada emekçi zemininin uçup gidişini hızlandırır. Çünkü Türkiye, “imanlı yoksullar” ülkesidir. Yoksulluğuna değil, imanına sahip çıkılıyor yalanıyla elde edilen bir yoksuldur ki, halkla imani bağı dışında tek bağı olmayan sermaye partisi AKP’ce tavlanmıştır kolayca. AKP’nin bir sermaye partisi olduğu, sadece “laiklik” savunusuyla yapıldığında, Anadolu yoksulu bunu yoksulluğuna değil, imanına bir saldırı gibi anlıyor bu yüzden.

Sosyalist elbette laiktir, laikliğin ne kadar gerekli olduğunu da bilir. Ama Türkiye’de laiklik, her iyi kazanım gibi bir baskı aracı olarak kullanılageldi. İmanlı Yoksul’un mevcut sisteme itirazları, kendinden sandığı AKP’den de aldığı güçle, sınıf bilincinden yoksun, emekçi duyarlılığından uzak itirazlardır bu nedenle. Bu itirazı, büyük çelişkinin, yani emek-sermaye çelişkisinin anımsatılmasıyla doğru kanala aktarmak yerine, laik-şeriatçı tali kavgasında, bilerek ya da bilmeyerek egemen sınıftan yana tavır koyuldu kimi sol çevrelerde. Yanlıştır bu.

Oysa, Türkiye’de öldürülmüş bir sendikal “hayat” var. Fabrikalarda, işyerlerinde sendikalı olmanın neredeyse imkanı yok. Sermaye, büyük emekçi örgütlülüğünün önüne geçmede bu laik-şeriatçı kapışmasından bir hayli faydalanmış durumda. Kimse, bu kapışma ortamında sendikacılığın ne halde olduğunu konuşmuyor bile. Kürt-Türk kapışmasından bile sermaye adına yararlanıldığını, sermayenin medyadaki sözcülerinin “ver kurtul” demelerinden biliyor olmalıydık. Türkiye sermayesi, global sermayenin uşağı olarak, başka pazarlar bulduğu sürece ülkenin “doğu”sunu da umursamaz elbette. Altangillerin “Türkiye’nin Doğu’su, Batı’sının üzerinde yüktür” demesi, sermayenin Kürt-Türk kapışmasından hiç de sıkıntı duymadığının ifadesidir. Burada işte sosyalist girmeliydi devreye. Gücü var ya da yok ama Türk-Kürt emekçi kardeşliğinin altını çizmeli, laik-şeriatçı kapışmasının tali olduğunu anlatmalıydı. Bunu yapmak yerine, “ulusalcı”nın rengini almak talihsizliğine düştü. Laik-şeriatçı çatışması tali mi gerçekten? Evet, talidir. Bu, mevcut durumun laik yaşam tarzı açısından tehlikeli olmadığı anlamına gelmiyor tabii, çünkü bu tali çatışmayı yaratan sermayenin de kontrolü zaman zaman kaçırdığı gerçektir. Ama, sermayenin hala her şeyi kontrol edebildiği bu ülkeye şeriatın gelmesi kolay değildir. Çünkü, şeriat, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinin önünde engel olduğu sürece, büyük ticaret burjuvazisi onu engellemenin bir yolunu bulur. Bulmak zorundadır. Etki gücü bu kadar büyük olmasa, AKP bugün en “liberal” parti gibi görünmek zorunda kalmaz, uluslararası sermayeyle uğursuz ilişkiler geliştiremezdi. Dinciliği söylemde, zaman zaman da fırsat buldukça pratiktedir ama bütünüyle dinci bir parti olmaktan uzaklaştırılmıştır artık. Gırtlağına kadar kapitalist üretim ilişkilerinin içindedir. Bu ekonomik sistem onu kendisine benzetmiştir de. Ama, dinci söylemi bir tehdit gibi kullanmaktan da geri kalmamaktadır. Sol, karşıtlığını sadece bu söyleme yaptığı için etkili olmamaktadır zaten. Bir düzen partisi olduğunu, yoksulların iyice yoksullaşmasında payı olduğunu anlatmamaktadır. Sistem karşıtlığı yerine, yarın mutlaka çekip gidecek olan “iktidar” karşıtlığı yapmaktadır sadece. Bu iktidar karşıtlığını, MHP de yapıyor, Saadet Partisi de, CHP de yapıyor, DP’de. Türkiye sosyalist hareketi yeni ya da farklı bir tutum alıyor değil yani.

Beyoğlu’ndaki sanat galerisi saldırıları da, daha büyükleri de elbette endişe vericidir, gerisi de gelecektir. Ama Milliyetçi Cephe dönemlerinde daha ağırları da yaşandı bunların. Kent sermayesinin kır sermayesi ile egemenlik kavgasında kullandığı “laik-şeriatçı” argümanı manipüle amaçlıdır. “Şeriatçı tehlike” vardır diyerek kır sermayesinin karşısına bu konuda duyarlı kesimleri çıkarmak kent sermayesinin taktiğidir. Geçmişte yükselen sol muhalefete karşı, “din elden gidiyor”u çıkaran sermayedir bu. Bu tuzağa düşülmemelidir.

Hayat insanı ciddi ikilemler karşısından bırakabiliyor zaman zaman. O nedenle bu yazıda çelişkiler de bulabilirsiniz. Kabul ediyorum bunu.

Çelişkiye düşmeye razıyım. Tuzağa düşmeyeyim yeter ki.