Boksörler de Ağlar

Gözyaşları ile ilgili ilk antik bilgilere Suriye’de rastlamışızdır denir. Tarihin başlangıcında gözyaşının insan yaşamında ne kadar büyük bir önem taşıdığını o ilk bilgilerden bile anlamak mümkün. Efsanelerde, çok tanrılı dinlerde, mitolojide gözyaşıyla ilgili bir çok açıklama var. Gözyaşına yüklenmiş birbirinden değişik anlamlar da. İmam Gazali Kuran okumak için uyulması gereken kurallar arasında gözyaşını da sayar. Bir Ermeni yemeğinde (Zivaniye diye hatırlıyorum) kullanılan malzemeler arasında gözyaşı da bulunur. Yemeğe tat kattığı düşünüldüğünden değil, hoşluk olsun diyedir muhtemelen. Gözyaşı çoğunlukla acının ifadesi gibi anlaşıldığından, yemeğe gözyaşı eklemek, “acıyla beslenmek” gibi “sembolik” bir anlam mı katıyordur yemeğe acaba, kimbilir.

Her tür insani tutumdan, doğaya ait nesneden “ibret”lik sonuçlar çıkarmaya meraklı insanoğlu/kızının gözyaşına da anlam yükleme tutumu, Bizanslılara gözyaşlarını toplattı bile. Lacrima Fails (Gözyaşı Şişeleri) adlı bir gereçleri vardı Bizansıların. Niyeyse, toplarlardı gözyaşlarını bu şişelerde.

Sonuçta, anatomik olarak zaten “doğamızda” var olan gözyaşı, ona yüklenen anlamlardan haberimiz olsun ya da olmasın, bizimle hep. Dökmek için de birçok nedenimiz var. Üzüntüden, sevinçten, korkudan, heyecandan ağlıyoruz işte. Dini nedenlerden ötürü gözyaşı dökenimiz de bulunuyor. İslamdaki “çile” kavramının ritüellerinden biri olduğuna inandıklarından olsa gerek, İslam tarihinde sürekli ağlamalarıyla meşhur “el bukain” adı verilen bir ağlayıcılar topluluğu da vardır. Sonuçta, bir çok etkene bağlı olarak gözlerimiz yaşarıyor hepimizin.Bunun için de sahtesi de var bir hayli.

Ben, Recep Tayyip Erdoğan’ı ya da başka politikacıları ağlarken gördüğümde, “neden” diye sormadan edemem. Çünkü, kameraların her hareketini izlediklerini bilirken ağlamalarına inanamam bazı kişilerin. Uluorta ağlanmasını samimi bulmamak gibi –belki de yanlış- bir inancım da var. İnandırıcı olmanın çok önemli olduğunu düşündüğümdendir herhalde. “Gözyaşının da sahtesi mi olurmuş?” diyen varsa, onlara, kimi cenazelerde, cenaze sahiplerinin özel ağlayıcılar kiraladıklarını anımsatmak isterim. Dolayısıyla, bir “vicdan” ölçüsü olarak görülen, “merhamet” duygusunun eşlikçisi muamelesi çekilen gözyaşının, uluorta dökülmesinde –tamam, haksızlık da ediyor olabilirim- bir politikacı cinliği gizlidir gibi düşünüyorum. Benim gibi düşünenleri inandırsınlar diye politikacıların “gerçek gözyaşları” dökmelerini gerektirecek acıları olmasın elbette. Kimsenin olmasın. Bülent Arınç ağladığında, tek bir laf etmem örneğin. Bir evlat kaybetmiştir çünkü. Çok sayıda arkadaş, gencecik bir yeğen kaybetmiş biri olarak, onu anlarım. Eh, benim de içimde gözyaşlarından oluşmuş bir çağlayan var haliyle.

Şüphe yok ki, başbakanın ağlaması çok önemli. Politikacıyı, devlet adamını, kendisinden uzakta, ulaşılmaz bir yerde gören, ağlamanın da sadece kendisine özgü olduğuna inanan sıradan (!) insan, örneğin ağlayan bir başbakanı olduğunu gördüğünde mutlu hissediyor kendini. Oysa, sadece gözyaşını görmektedir. Yoksulla, sözümona tek duygu ortaklığı “gözyaşı” olan devlet büyüğünün kahkahası yoksulun semtine ulaşmaz çünkü. Seçkinlerle gülen, yoksullarla ağlayan politikacı tipinden de haberi yoktur bu yüzden.

Genellikle kahkaha gürültülü, gözyaşı sessizdir diye bilinir. Ama politikacının akıllısı, görülmesi mümkün olmayan yerde bile, sessizce de ağlayabilecekken üstelik, herkes görsün diye, yanındaki tenekeye vurup gürültü çıkarmaktan çekinmez. Gürültüye dönen kişinin, politikacının ağlayan yüzüyle buluşması böyle olur. Günümüzde tenekeye vurması da gerekmiyor. Televizyon sağolsun. Parti kongrelerinde, iftar sofralarında, sohbet meclislerinde “ağlayan” politikacıyla buluşmasını kolaylaştırdı “seçmen”in.

Başbakan olsam, kendimi tutamayıp ağlama huyum da varsa, şiir okumazdım örneğin. Şart mıdır? Gözyaşlarım samimi bile olsa, vicdanlara dönük bir gösteri yapıyormuşum gibi anlaşılır korkusunu duyardım. İyi korkulardır bunlar. Samimiyetinizin sınanma şansının bulunmadığı anlarda yapmayacaksınız bu tür şeyleri. Başbakan Erdoğan da, her Necip Fazıl şiiri okunduğunda göz yaşı döken diğer iktidar partisi mebusları da, gözyaşlarıyla başbaşa kalmayı öğrenmeliler. Aynı anda hisleniyor, (genellikle başbakan ağladığında başlıyorlar nedense), aynı anda hep birlikte gözyaşı döküyorlar. Toplu ağlama seansına dönüştürüyorlar herhangi bir toplantıyı. Samimi olmadığı düşünülen gözyaşları bunlar.

Ama ben, samimi bir gözyaşından geçenlerde haberdar oldum. Ağlamak için hiç de uygun olmayan bir yerde, ringte üstelik. Adam boksör. Adı Chris Arreola ama nasıl bir ün yapmışsa, Kabus lakabını uygun görmüşler. Vurduğunu deviriyor. Son derece maço, son derece “erkek” bir kültürün figürü. Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonası’nda karşılaştığı Vitali Klitschko’ya yenilince, ringin ortasında hüngür hüngür ağlamış Arreola. İşte gerçek gözyaşı budur. Yaptığı sporun doğası gereği her anlamda güçlü olmaya şartlanmış biri olarak zayıflık kabul edilen gözyaşlarını engelleyemediği ortada. Kendi dünyasının önemli “kahramanları” Arnold Schwarzenegger ile Sylvester Stallone’un da izlediği maçı kaybedince, sadece maçı değil, tüm iddiasını da kaybettiğini düşündüğü için ağlamış olmalı. Sertlik, acımasızlık üzerine kurulu boksu (spor da diyenler vardır) yapan biri olarak ondan her fırsatta ağladığı beklenmediği için, döktüğü gözyaşlarını samimi buldum. Amacı şov olamaz çünkü şov için boks gibi daha etkili bir aracı var.

Uzun zamandır gerçek bir gözyaşı görmediğimden, Fethullah Gülen’in gözyaşlarını vaazlarına eşlik eden bir aksesuvar gibi görmeye alıştığımdan, başbakanımız ile milletvekillerinin ağlamayı “toplu seans”a dönüştürdüklerine tanık olduktan sonra, “herşeyin gerçeği daha etkili” diye düşünmüş olmalıyım ki, boksörle birlikte ben de ağlayacaktım neredeyse.

Yenilen kişinin ağlaması normal de, ne yapıp edip her koşulda “kazanan” politikacılarımızın ağlaması ne oluyor? Gözyaşlarını bari yenilenlere bıraksalar. Çalmadıkları bir gözyaşımız kalmıştı onu bile aldılar.

Bunlar, gün gelir, bizim yerimize de ağlarlar. Vekilimiz değil mi hepsi?

Haklılar...