Belçika'daki Fatsa

New Statesman'ın, "Sosyalist Cennet" diye başlık attığı yazının devamını okumasaydım, sözü edilen "sosyalist cennet"den, günümüz "uygarlık"ının nimetlerini henüz bilmeyen, bilmediği için paylaşımcılığın daha çok görüldüğü küçük bir ülke kastediliyor sanacaktım. Kapitalizmin değerleriyle henüz buluşmadığı için, kimi sosyalist uygulamaların "doğal" olarak pratiğe geçirilebildiği topluluklar vardır ya, onlardan biri gibi düşünmem de pek mümkündü.

Meğer bu sosyalist cennet, tam da kapitalizmin göbeğindeymiş. Büyük binaların, motor medeniyetinin, bireyciliğin, serbest pazarın, kapitalist gelişme yasasının tüm kurallarının bulunduğu uygarlığın (!) tam ortasında yani. Uzaklığı Londra'ya trenle sadece üç buçuk saat olan, Belçika'nın Flamanların çoğunlukta olduğu Limburg eyaletinin başkenti Hasselt adlı bir kent bu. Yazıyı kaleme alan zat, halk yararına şehircilik açısından, "Londra'dan ışık yılı uzaklıkta" diyor Hasselt'i tanımlarken.

Hasselt'i, Avrupa'nın ortasında, bir anlamda "kapitalizme reddiye" haline getiren uygulamalar, Flaman Sosyalist Parti'li Vali Steve Stevaert'in başının altından çıkıyor. Bir zamanlar bar işletmiş olan politikacı, tüm politikasını "halkın ortak aklıyla" belirlediğini söylüyor. Kenti cennet yapan da bu, daha doğrusu, -yine New Statesman yazarının ifadesiyle- "halka, sermayeden daha fazla" değer veriliyor oluşu. Kapitalist dünyanın tüketicileri yutan büyük mağaza zincirlerine rastlanmıyor bu kentin ana caddelerinde. Toplu taşımacılık çok yaygın olmakla kalmıyor, aynı zamanda ücretsiz. Sokaklarında şiddete rastlanmıyor. Motora bağımlı yaşamdan, bisiklet kullanımının özendirilmesiyle uzaklaşılmış durumda neredeyse. İnsanlığın başına ciddi sorunlar açan McDonalds'a, Starbucks'a, Pizza Hut'a rastlamak mümkün değil. Bunların yerine geleneksel tadların bulunabileceği yerel menülü cafeler, lokantalar var.

New Statesman yazarı, "kentte vali hakkında tek bir kötü söz duymadım" diyerek, halkın uygulamalara olan memnuniyetine dikkat çekiyor.

Halkın yararına bu tür uygulamaların "sosyalist"kabul edilmesi, bir sosyalist olarak beni mutlu eder elbette. Ancak bunlar sosyalizmi anlatmak ya da yaşamak için yeterli veriler değil tabii ki. Bu kadarcık bir "halk yanlısı" politikanın bile, "sosyalist" olarak adlandırılışı sosyalizme büyük bir övgüdür, kuşkusuz. Tam anlamıyla, tüm ilkeleriyle uygulanabildiğinde neler olabileceğinin de mutluluk verici ipuçları bunlar aynı zamanda. Benim için şaşılacak bir şey de yok. Sosyalizmin en temel, en basit ilkelerinden bir kaçı bu uygulamalar.

Hasselt'le ilgili söz konusu yazıyı okuyunca, Karadeniz'in şirin ilçelerinden Fatsa'nın aklıma gelmiş oluşuna herhalde şaşıran olmaz diye düşünüyorum. Ordu'nun bu küçük ilçesinde, halkla beraber gerçekleştirilen olağanüstü uygulamaları unutmak, akla ihanet olur. Sosyalistlerden önceki belediyelerin kurutmak için kılını bile kıpırdatmadıkları çamuru, neredeyse bir "halk hareketi" ile Fatsa sokaklarından temizleyen Belediye Başkanı Terzi Fikri'yi unutmak da vicdana ihanet sayılmalıdır.

Halkın ücretsiz tiyatro izleyebildiği, her türlü sanat faaliyetinden yararlanabildiği, yerel işletmelerin desteklendiği, tütün üreticilerinin adil ödeme olanağına kavuştuğu Fatsa, "kapitalizmin tüm değerlerine reddiye"ye dönüştüğü anda egemenler için tehlikeli sayıldı haliyle. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in "hedef" gösterdiği bu soylu ilçe, bir gece yarısı "nokta operasyonu"yla askerlerce kuşatıldı. Ardından gelen 12 Eylül darbesiyle, deyim yerindeyse darmadağın edildi bir süre sonra.

Acı olan, aklımda geldikçe yüreğimi sızlatan şey ise, kimi sol çevrelerin Fatsa'daki uygulamaları "belediye sosyalizmi" diye adlandırıp sözümona küçümsemeleriydi. Onların küçümsediği Fatsa'yı, devlet çok ciddiye aldı oysa. Tabii ki almalıydı da. O nedenle bir gecede yüzlerce Fatsalıyı cezaevine doldurdu. Terzi Fikri (Sönmez) yaşamını hapishanede yitirdi.

Hasselt, bir bakıma Fatsa'dır. Her ikisi ise "halkın sermayeden önce geldiği" yerleşim birimleri. New Statesman yazarının ifadesiyle "sosyalist cennet"ler.

Toplu taşımacılığın ücretsiz olması, yerel ticaretin, büyük sermayeden bağımsız yaşatılabilmesi gibi, yaşama geçirilmesi çok da büyük gayretler gerektirmeyen uygulamalar bile bir kenti cennete çevirebiliyor demek ki.

Hasselt yaşasın tabii ki.

Ona bakarak Fatsa'yı anımsarız.

Fena mı?