Başbakan'a Acil Şifalar

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın rol çalmadaki maharetine denecek laf var mıdır bilmiyorum doğrusu. Kendisinden çok çok önce, başkalarınca da dile getirilmiş belirlemeleri ilk kendisi bulmuşcasına ortaya atışı da ayrı bir takdiri hak ediyor. Ancak, bu kendisinin olmayan belirlemeleri dile getirişindeki zamanlamada ciddi sorunlar var başbakanın. Bir doğrunun dile getirilmesinin zamanlaması neden önemli olsun denebilir elbette, ama benim zamanlamadan kastım, başbakanın doğruyu, yanlış bir örnekle dile getirmiş olması. Daha açık bir ifadeyle söylemem gerekirse, demogoji yapması. Biçimsel olarak doğru görünen ama özünde yanlış olan ifadelendirmelere demogoji diyoruz, malum.

Recep Tayyip Erdoğan'ın, Suriye sınırındaki mayınları temizleme işini İsrail'e verme niyeti büyük tepkiyle karşılandı biliyorsunuz. Başbakanın,özellikle, İsrail'in, siyonist politikalarından zarar görmüş Filistin'e olan duyarlılık sonucu kamuoyunda, bu ihalenin adı geçen ülkeye verilmemesi yolunda gelişen tepkilere yanıtı, aslında bir başka zeminde söylendiğinde çok anlamlı olabilecek bir yanıttı. Ama, gündemde olan konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, olmaması gereken bir "doğruyu" söyleyerek usta bir demogog olduğunu gösterdi. İsrail'le mayın temizleme konusundaki işbirliğini savunmak amacıyla, nasıl bağ kurduysa, ülkemizdeki azınlıklara karşı geçmişte faşizan tutumlar alındığını söyleyiverdi. Hemen belirteyim, böyle bir belirlemeye, Erdoğan söyledi diye, karşı çıkacak değilim. Dediği doğrudur çünkü. Ülkemizdeki azınlıklara pek de saygılı davranmadığımızı, ülkemizin kültürel zenginliğine çok ama çok katkıda bulunmuş Yahudimizi, Ermenimizi, Rumumuzu erittiğimizi, başka diyarlara göçmelerine yol açtığımızı saklamanın anlamı yok. Onları "içimizdeki hain" gibi görmemiz için ortaya atılan onlarca hikayeye de inanan varsa, kendileri bilir.

Azınlıklarımızı dıştalamanın, - son dönem ulusalcı çıkışlar ile Aydınlık geleneğini saymazsak - "milli" olmaktan çok "dini" olduğunu da keşke söyleseydi Erdoğan. Gayrimüslim kardeşlerimizi birer misyoner gibi gösterenlerin çoğu , Erdoğan'ın da içinde büyüdüğü kültürel ortamın mensuplarıydılar. Her an elden gidecek bir dinimiz vardı onlara göre. Yahudi, Ermeni, Rum, dinimizi bizden çalabilirlerdi. O nedenle, dini hassasiyeti gelişmiş kesimler her daim teyakkuzdaydılar. Kaldı ki, kimilerine göre dinimiz zaten çoktan elden gitmişti. Yüzde doksan dokuzu müslüman olan ülkemizde Mabedsiz Şehir adlı (Osman Yüksel Serdengeçti miydi yazarı?) kitap bile yazılabildi, düşünün. Öyle bir paranoya ki, bu kadar olur.

Sosyoloji varolsun, ne güzel kavramdır Öteki kavramı. O kadar çok anlam taşıyor ki, kolaylaştırıyor işimizi. Yahudimiz, Ermenimiz, Rumumuz hep Öteki'ydiler. "Bizden" görmedik hiç bir zaman. DP'nin, bambaşka siyasi hesaplarla kışkırttığı kesimlerin yol açtıkları 1955'deki 6-7 Eylül vahşetinin hiç hak etmedikleri kurbanları oldular. Tek parti döneminin CHP iktidarının, Alman Nazizmine hoş görünmek için, özellikle Yahudileri hedefleyen, giderek tüm gayrimüslimleri kapsayan Varlık Vergisi faciasının da kurbanlarıydılar. Sürekli dıştalandığınızı, Öteki'leştirildiğinizi düşünün. Çekilir bir hayat mıdır bu? Tüm bunları yaptık biz. Her türden sağ iktidarların marifetleriydi bunlar, inkar etmek de, kızmak da yok.

Sağın çocuğu olarak Erdoğan'ın "azınlıklarımıza faşizan davrandık" demesine bu nedenle, - sevmediklerine "beğenmeyen başka ülkeye gitsin" demiş olmasını unutabilsek- "bravo" denebilirdi elbette. Ama demiyoruz, demeyeceğiz, diyemeyiz. Kimileri özeleştiri diyor ama özeleştiri değildir bu. Bu muhteşem bir çarpıtmadır, olağanüstü bir hedef saptırmadır . "Suriye sınırındaki mayınları İsrail temizlemesin" diyenlerde bir vicdan sızısı yaratma girişimidir. Tüm bunların hepsidir, ama asla özeleştiri değildir.

Ben de, anlaşılabilir nedenlerden ötürü , Suriye sınırındaki mayınları temizleme işinin israil'e ihale edilmesine taraftar olmayanlardanım. Varlığına itiraz etmediğim, - aldırmayın Ahmedinecad'ın İsrail yok olsun demesine- ama Siyonist politikalarına karşı olduğum için hiç bir ürününü eve sokmadığım İsrail'in, hiç değilse ekonomik anlamda güçlendirilmemesi gerektiğine inanıyorum. Siyonizm'e olan karşıtlığım, yahudilere duyduğum tüm sevgime rağmen sürecek olan bir karşıtlıktır. Ama gelin görün ki, başbakanın bu demogojik yaklaşımı, ülkemizdeki azınlıkların "ötekileştirilmesi"nden ötürü vicdanı rahatsız olan benim gibi birini, azınlıklarımıza karşı alınan o "faşizan tutumların" ortağı yapıveriyor. Bunu hak etmiyorum.

Başbakan, artık alışkanlık haline getirdiği bu tür demogojik yaklaşımlarıyla, bir fikir disiplinine sahip olmadığını kanıtlamış bulunuyor. Böyle bir disiplini yok. Olmayacak da. Başbakan, vicdanlı insanları, o insanların kendi silahlarıyla vurmak gibi hiç de saygıdeğer olmayan bir yol izliyor. Elmalarla, armutları aynı sepete koyuyor. Garipçe bağlantılar kuruyor, "Azınlıklara yapılanlara karşıysanız, İsrail'e karşı olmayın" demeye getiriyor.

Başbakan, İsrail'i, azınlık görmek gibi tuhaf bir inanca sahip. Onu bu inançtan kurtarmanın bir yolu herhalde vardır. Olmalı da.
Gazze'de, Filistin'de öldürülen çocukları hatırlasa kurtulur mu acaba?