Bak sevgili Hürriyet yazarı arkadaşım

Konuşmalarına ya da yazılarına “bak” komutuyla başlayıp, sonrasında sanki tüm hayatı yemiş yutmuşcasına bir bilgiçlikle öğüt sıralamaya kalkanlardan hoşlanılmadığını bilirim. Biyolojik zaman üstünlüklerinin, her durumu açıklamaya yeteceğine inandıkları için, yaşça büyük olma avantajını karşılarındakini “hizaya getirme cetveli” gibi kullananlardan da pek hoşlanılmaz herhalde.

Bunun farkında olmama rağmen okuduğunuz yazının başlığını böyle atmış olmamı umarım garipsemezsiniz. Çünkü bu yazıya konu olan muhatabım da bana aynen böyle seslenmiş. O nedenle önce hitap şeklimizde eşitliği sağlamamız gerekir diye düşündüğümden, ben de yazıma “Bak Sevgili Hürriyet Yazarı Arkadaşım” başlığını atmakta bir sakınca görmedim.

Arkadaşım falan da değil bu arada muhatabım, belirteyim. Geçen hafta yazdığım, Star gazetesi yazarı Elif Çakır’ın bir yatta doğum günü partisi yapmasının bana düşündürttüklerinden söz ederken, bu zatın da adını geçirmiştim bir yerde. O yazıda, Elif hanımın, türban “mücadelesini”, aynı mücadeleyi veren hemcinslerinden çok farklı olarak“kazandığını” ima etmiş, hanımefendinin (bence elbette sakıncası olmayan) batılı yaşam tarzına eklemlenme çabasını, savundukları açısından çelişkili bulduğumu vurgulamıştım. Batılı/modern ritüelleri ya da tüketime yönelik günleri/haftaları kabul etmesi şartıyla türbanlının, Elif hanımın şahsında, kanıksanabileceğini de ifade etmiştim. O yazıda ayrıca bu kanıksamaya çarpıcı bir örnek olarak da, bir dönemin, türbana karşı da yapıldığı bilinen, 28 Şubat askeri muhtırasının destekçisi, Hürriyet yazarı Fatih Çekirge’nin de o partide bulunmasını gösterdim. Kurduğum cümle de sadece şuydu: “28 Şubat’a en çok destek verenlerden biri olarak, karşı olduğu türbanı takan Çakır’ın yanında olması sizce de ilginç değil mi?”

Çok dokunmuş meğer. O nedenle, kaleme aldığı yazısında (dileyen şu adresten okuyabilir: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/19463045.asp ) adımı vermeden, “bak sevgili Sol.org. yazarı arkadaşım” hitabıyla bana yanıt vermiş:

“Sen daha doğmadan önce biz, sol yumruğumuz havada Kampüste jandarma copunun altında okuyorduk. Senin bu heyecanını anlıyorum. Çünkü ben de yaşadım. 1 Mayıs günü sokağa çıkma yasağına karşı sokağa çıktığımız için tutuklandığımızda Sen daha Taksim Meydanı’nın yolunu bilmiyordun…Bu yüzden anlıyorum seni ama saldırmadan önce dinle. Yumurta atmadan önce sözün önemini kavra. Başarılı olmak suç değildir. Elif ve Nursel’le olan dostluğuma gelince Elif’in adı gibi tertemiz kalbi Nursel’in sıcak dostluğu benim için çok önemlidir. Ben yaşadıklarımdan ve hayatımdan çok dersler çıkarttım. Biz kusursuz bir ülkenin evlatları değiliz. Herkesin geçmişinde hatalar,yanlışlar olabilir. İnsanın bireysel tarihini sorgulaması önemlidir. Sana da tavsiye ederim. Buna niye kızıyorsun? Türk’üyle, Kürt’üyle, Ermeni’siyle, Alevi’si, Sünni’si, dindarıyla, başı örtülüsü ya da örtüsüzüyle bir arada yaşamayı öğrenmeye çalıştığımız, bunu sağlamak için birbirimizi anlamaya çalıştığımız, dersler çıkarttığımız bir dönemde

Bu öfke ve saldırganlıkla nereye gideceğiz. Ben diyorum ki Kavga, kıskançlık ve intikam değil.”

Okuduğunu anlamamak ne kadar kötü bir şey. Çekirge’nin, geçen haftaki yazımı okuma şansını bulamayan okurları, benim Çekirge’ye türbanlılarla dostluk yaptığı için kızdığımı ya da onun deyimiyle “Türküyle, Kürdüyle, Ermenisiyle, Alevisi, Sünnisi, dindar, başı örtülüsü ya da örtüsüzüyle bir arada yaşamaya” karşı olduğumu düşünebilirler.

Yanıt verirken bile insan çarpıtmaya baş vurur mu? Ben, işte tam da hiç bir ayrım yapmadan ortak yaşama kültürümüzün diri tutulmasını savunduğum için Çekirge’ye “dün yok etmeye kalktığının bugün neden yanındasın” dedim. Bunu yaparken de, şimdi geldiği yerin, insani anlamda, yani ‘öteki’ olana tahammül etme açısından, olumsuz olduğunu da söylemedim. Ama -güçlünün yanında adil davranmanın en kolay tutum olduğuna inandığım için- mevcut atmosfere ayak uydurduğundan duyduğum kuşkuyu dile getirdim. Dolayısıyla dünün güçsüzü, bugünün muktediri olduğunda birden değiştiğini düşünüyorum Çekirge’nin. Haksız mıyım? Ona darbeci, askerin adamı falan da demedim bu arada. Ama birileri dedi. Kendi dünyasından biri gazeteci Ergun Babahan, 28 Şubat sürecinde çalıştığı gazeteye genelkurmay kaynaklı mesajların Çekirge kanalıyla geldiğini ileri sürdü örneğin. Çengiz Çandar da bunu aynen böyle yazdı.

Buna rağmen, geçen haftaki yazım Çekirge ile ilgili değildi. Ben Elif Çakır özelinde türbanın “düzeniçi” hale getirilişiyle kafa buldum, bir anlamda. Çakır’ların modernlikle bağ kurmak için herşeyini verecek insanlar olduğunu, ama bunu pek bir ikiyüzlülükle yaptıklarını anlattım. Ama görüyorsunuz ki, Çekirge bunu bana öğütler sıralamak için bir bahane gibi almış.

Bunu yaparken şimdi artık içinde olmadığı sol geçmişine bel bağlaması, kabul görülme çabasıyla, hayatının en onurlu zamanları olduğunu düşündüğüm, geçmişteki solculuğuna atıfta bulunması çok ilginç. Reddettikleri, içinde yer aldıkları düzende savunulmasında asla yarar görmedikleri “eski zaman solculuklarını” bir kurtarıcı gibi görmeleri de bir hoş bu adamların.

Ama şu kibir yok mu, ne kadar bela bir iş. Bana hitabında, sanki hakkında olumlu düşünmenin garantisiymiş gibi, “sen daha Taksim’in yolunu bilmezken” diye cümleler kurması yok mu? Üstelik, tabii ki bir ayrıcalık kazandırmaz kişiye ama belirteyim, on altı yaşında 77 kanlı 1 Mayıs’ında Taksim’de bulunan bana söylüyor bunu. Benim çok genç olduğumdan o kadar emin ki. Zaten her yazdığından bu kadar emin olma huyu olmasa, Cumhurbaşkanı Gül’ün eşi için bir yazısında kullandığı “Eğreti” sözcüğü için koca bir özür yazısı yazması gerekmezdi.

“Sen daha doğmadan önce biz, sol yumruğumuz havada Kampüste jandarma copunun altında okuyorduk” cümlesini okurken, kafamda liseden kalma jandarma dipçiği sızısını hissettim yeniden. İlahi Fatih Çekirge.

Bana değil, 28 Şubat’ta asker yanlısı olduğunu söyleyenlere kursana bu cümleyi? Benim gibi, mevcut atmosferin “bindirilmiş kıtalarının” dışında kalmış, dolayısıyla solculuğuyla gurur duymuş birinin gönül teline dokunabilirsin, de, diğerlerini ikna et bakalım?

Hala, artık bıraktığı solculuğuna sığınıyor oluşundan da çok etkilendim Çekirge’nin. İnsanın onurlu olduğunu söylemek ihtiyacını duyduğunda aklına bir zamanlar solcu olduğunun gelmesi ne güzel. Bir sosyalist olarak ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.

Ne geçmişmiş be mübarek. Bugününü kurtarmak isteyenlerin aklından bir türlü çıkmıyor.

Geleceğini bilmem ama gününü, o “solcu” geçmişine borçlusun Fatih Çekirge.

Hadi iyisin, iyisin..