Aslan’ın ağzından fırındaki “askıya”

Shaker’ların inançları gereği mobilya yapımında hiç çivi kullanmadıklarını duymuştum. Son derece pratik, kolayca üretilebilen, hafif malzemeden yapılmış mobilyalarında çivi kullanmanın ne gibi sakıncası olduğunu anlayabilmiş değilsem de, tarikatın kendince önemli bulduğu gerekçelerle çivi kullanımını yasaklaması mobilya sanatında önemli bir aşama sayılır. Shaker türü mobilyanın hem pahalı hem de çok sade olduğu için haklı bir ünü vardır. Shaker’lara ilişkin olarak bildiğim ikinci olgu ise, bizim Anadolu’daki İmece’ye benzer bir yardımlaşma yöntemleri olduğudur. Yaz başında tüm Shaker’lar toplanırlar, başka yardımların yanısıra, ihtiyacı olan topluluk üyesine el birliğiyle, içinde rahatça yaşabileceği büyüklükte ev yaparlar örneğin.

Benzeri yardımlaşma türüne bir çok toplulukta rastlanılmasına karşın, Shaker’ların öne çıkmasının nedenlerinden biri, işte bu hiç “çivi kullanmama” adetleridir. Yoksa, toplu yardımlaşmanın iyi bir özellik olduğunu düşünüp de sadece bunu öne çıkaracak insan aklı nerede? O çiviyi kullanmış olsalardı, Shaker’lar bu kadar dikkat çekmezlerdi diye düşünüyorum. Çivi kullanmanın günaha yol açan ne tür bir sakıncası olduğunu hala bilmem. Tarikat mantığına akıl sır erdirmek kolay değil. Garipliği bir yana tüyler ürperten “ibadetleri” olan tarikatlar da vardır. Örneğin Saga adlı topluluk üyeleri insan öldürmeyi dini inançlarının bir gereği sayarlardı. Çünkü tanrılarının insan kanına ihtiyacı olduğuna inanmışlardır. Bu tarikatın en garip tarafı öldürmek için sadece yolcuları, seyahat edenleri seçmesidir. Shaker’ların çivi yasağı, bunlarınkiyle karşılaştırıldığında elbette son derece masum bir ibadet.

Dışa kapalı, aynı dinin diğer mezheplerine mesafeli, dolayısıyla yalıtılmış bir yaşam sürdüren Shaker’ların birbirleriyle yardımlaşmaları, “dayanışma”dan çok farklı anlamlar taşır bence. Bir din emri ya da tarikat kuralı haline geldiğinde “dayanışmaya” temel olan gerekçe, bireysel merhamet duygusundan değil, “topluluk refleksi”nden kaynaklanır. Reflekslerin de genellikle duyguyla bir bağı yoktur. Sadece insanlararası ilişkilerde değil hayvanlar dünyasında da “refleks” kaynaklı dayanışma vardır. Yarasaların örneğin, hasta arkadaşları için yiyecek depoladıkları söylenir.

“Topluluk refleksi” haline dönüşmüş yardımlaşmalarda, birliğe, beraberliğe vurgu yapmak için çok malzeme bulunabilir elbette ama, bireysel yardımlaşmada, oranı ya da katkısı ne olursa olsun manevi tatmin olgusu daha doyurucudur sanki. İnsan kardeşine kendi belirlediği boyutta yardımlarda bulunmanın, hem topluluk içinde yardım edenin katkı payının az oluşundan ötürü olası ayıplanmalar ya da sitemlerle karşılaşmaması hem de dayanışmanın somut sonuçlarını görmesi gibi avantajları da var. Toplu yardımlaşmanın, “birlikte yaşama” duygusunu geliştirdiği görmezden gelinemese de, “refleks”ten çok, bilinçli bir tavır olarak bireysel yardımlaşma daha bir anlamlıdır. Bir çok insan buna inanıyor olmasaydı, belki de bir şehir efsanesi olan, ancak mükemmel bir yardımlaşma yöntemi olduğu inkar edilemez şu “iki kahve biri askıda” yöntemi, insani anlamda bu kadar heyecanla karşılanmazdı. Bu yöntemde yardımseverlerin çokluğu, “bir topluluk refleksi”ne yol açabilir elbette ama, yine de çoğalan sayısına karşın yardımseverlerin eylemi “tekil” bir dayanışmadır. Efsane şu İtalya’nın Napoli kentinde kahveye gelen her müşteri garsona “bana iki kahve, biri askıda” diyerek verir siparişini. Garson kahvenin birini sipariş sahibine verir, diğer kahvenin sipariş fişini de askıya asar. O askıdaki kahve fişi, kahve alacak parası olmayan kasaba yoksulları içindir. Ne zaman gelirlerse, o fişlerle kahve içme şansları vardır. Yardım eden ile yardım edilenin, yani olası böbürlenme ile olası mahçup olmanın asla karşılaşmadıkları, çok incelikli bir “dayanışma”dır bu. Shaker’ların, kendilerini başka topluluklardan yalıttıkları için “toplu bir refleks” e dönüşmüş yardımlaşmalarından daha anlamlı, daha içten bir dayanışmadır bu. Ne bir tarikat kuralıdır ne de bir din emri. Küçük yardımların hiç bir “dış” etkiye bağlı olmadan kolayca yapılabileceğinin de örneği. Ne bir organizasyon gereklidir bunu gerçekleştirmek için ne de yardım çığlıkları şart. Basit, ama yürek titreten bir duyarlılıktır bunu gerçekleştiren.

Eğer, Shaker’larınkinden çok daha farklı olan, yoksulluk kaynaklı Anadolu yardımlaşma türü İmece tarihe karışmasaydı, Napoli patentli “askıda kahve” inceliği Türkiye’ye girdiğinde bu kadar şaşırmazdık. Yazılanlara göre, Sivas’da, Kocaeli’nde, Manisa’da, İstanbul’da yaygınlaşan bu yardımlaşmanın Türk versiyonu “askıda ekmek” olarak gerçekleştiriliyor. Şimdinin Burdur valisi Mustafa Rasih Özbek’in, Manisa valisiyken fırınlarda uygulatmaya başladığı bu İtalyan uslü İmece başka kentlerde de yayılıyormuş.

Artık birer “tarikat” emri olan yardımlaşma karşısında, dini ya da dünyevi hiç bir beklentisi olmadan yapılan bu dayanışmada ekmeğin “askıda” olması, aslanın ağzında olmasından daha iyidir elbette.

Hele insanlığın “askıya” alındığı bir dünyada.