Ak-Şener

Bir kadın olarak uğradığı saldırının çok alçakca olduğunu söylemeye bile gerek yok. Meral Akşener'in, tüm farklılıkları teke indiren, dolayısıyla memleketin kültürel zenginliğini yok sayan milliyetçiliği, “öteki”ne karşı daima şiddet uygulamış bir geleneğe aidiyeti ona yapılan bu saldırıyı haklı çıkarmaz. İlkeler özellikle bu durumda gereklidirler.

Erkek egemen toplumun önüne bir şehvet unsuru olarak atılması, son derece “erkekçi” iki gerici yapının kapışmasından kaynaklandı, malum. Eski bir cemaat mensubu, artık bir iktidar yandaşı olarak, eski efendilerinin kötülüklerini örneklerken Meral Akşener'in de bir seks kasedi olduğunu söyleyiverdi. Birbirlerine karşı savaş ilan etmiş bu iki yapının, birbirlerine karşı kullanmayacakları malzeme yok. Bu “cihad”da etik bir bariyer olmadığını da ibretle görüyoruz.

“Kadın” Meral Akşener, elbette her türlü desteğimizi hak eder. Ama erkek dünyasında son derece “erkekçi” bir zihniyetle mevcut olan Meral Akşener, hem siyasi hem de kültürel olarak hasmımızdır.Uğradığı “bel altı” saldırı sonrası yaptığı açıklamalar, “erkekçi” egemen mekanizmaya ne kadar bağlı olduğunu, o mekanizmadan ne kadar çok şey beklediğini kanıtlıyor. Örneğin, kendisine iftira atıldığını söylerken “İslam şeriatında iftiranın cezası 80 değnektir” diyebiliyor. Erkek zihniyetini/egemenliğini mutlaklaştıran bir dinin son derece temelsiz/etkisiz “terbiye” yöntemini ceza sanması bir yana, hak aramada sınırlarını erkeklerin belirlediği alanlara mahkum olmaya teşne oluşu, kültürel/sosyolojik kimliğine uygundur. Dolayısıyla ettiği bu laflar sadece kendisini bağlar.

Ancak, sonrası vahim. “Kadının namusu ve şerefi devleti yönetenlere aittir” demiş oluşu, kadınların tümü adına edilmiş bir lakırdıysa, ki bence öyledir, bu inancı, iktidarını kadın bedeni üzerinde de her fırsatta sürdüren devletin kadına yönelik tasarruflarına onay vermek anlamına gelir. Çünkü devlet kadını korumak adına, onun sadece kendisinin söz hakkına sahip olduğu bedenine karışmakta, yine onu korumak adına(!) örneğin kürtaja karşı çıkmakta, aynı gerekçeyle “kapatmakta”. Akşener'in kadının devletçe korunmasından kastı muhtemelen polisiye tedbirler elbette ama, ülkemizdeki “devlet aklı”nın din kaynaklı olduğunu es geçmesi tuhaf. Din, kadını korumaktan onu bütünüyle kadınlığından arındırmayı anlıyor. Yani daha açık bir ifadeyle, “kadını kendi doğasına karşı gelmeye zorlaması” din için bir çözüm. Devlet de bu çözümü hayata geçiren mekanizma. “Kadının namusu ve şerefi” elbette kendisinin de koruyabileceği değerler. “Erkek” ya da “devlet”, kadının “namus ve şerefi”nden sadece kendi “namus ve şereflerinin” korunmasını anlarlar. Karısını kırk yerinden bıçaklayarak öldüren caninin cezasını “tahrik”ten düşüren devletin koruduğu “namus ve şeref” bu caninindir örneğin.

Akşener, birikim açısından karmaşık bir kafaya sahip. Kendisiyle yapılan bir söyleşide, “sınıfsal farklılıkları gençliğimde fark ettim” diyerek MHP'ye kapağı atması, bu farkın nasıl “fark edildiği” konusunda soru işaretlerine yol açıyor. Sınıfsal farklıları, egemen bir sınıf olarak emekçi aleyhine kullanagelmiş burjuva siyasetinin silahlı temsilcisi MHP'de yer almak gerçekten çok “farklı”. Bu,“bitkilerin yararlı olduğunu gençliğimde fark ettim, o gün bugündür etten başka bir şey yemem” demek gibi bir şey. Akşener olguları fark etmede fena sayılmaz, ancak bu farka uygun davranmadığı ortada. Kadınların sorunları olduğunu (kendisinden yola çıkarak) fark edip, çözümünü o sorunların yaratılmasında katkısı olan devletten beklemesi bu nedenle anlaşılabilir bir tavır. Sonuçta Akşener, bana, benim gibi düşünenlere elbette yakın değil.

Ama ülkede, özellikle siyaset meydanında tuhaf biçimde yan yana gelişlere tanıklık ediyoruz. Bu, içinde bulunduğumuz kültürel/siyasal karmaşanın bir sonucu elbette. HDP'den milletvekili adayı olan Sosyalist Demokrasi Partisi eski Genel Başkanı Rıdvan Turan'ın, Ahmet Hakan'la söyleşisinde “dini mutlak gericilik olarak görmemekle diğer sosyalistlerden ayrılıyoruz” deyişinden yola çıkarak, Akşener'e benden daha yakın olduğunu söyleyebilirim. Aynı söyleşide Marksizmin aydınlanmacı olmadığını belirten, bunu belirtmekle aydınlanma ihtiyacı duymadığını da vurgulamış olan Turan, "mutlak gericilik" olarak görmediği dinin 80 değneklik cezalandırmasına (!) itiraz ederse kendisiyle çelişir.

Meral Akşener toplumda “kadınlığından”, Turan'da “sosyalistliğinden” ne kadar arınırlarsa o kadar kabul göreceklerini biliyorlar. Her ikisini hizaya getiren de “farklılıklar” yaratan mevcut egemen feodal zihiniyettir. Türkiye bu “kardeşliklerin” yurdudur ne yazık ki...

Oysa biz kurtuluşumuzun nasıl olabileceğini biliyoruz. Popülizmin tuzağına düşmeden, toplumun geri yanlarını okşamadan, bu toprakları “emek kardeşliği”nin yurdu yaparak kurtulacağız. Akşener ile Turan 80 değnekle "çelik çomak" oynamaya devam etsinler.