68 Belası

Henüz 33 yaşında öldüğünde sadece ülkesi Arjantin’in değil, neredeyse dünyanın tüm yoksulları gözyaşı dökmüşlerdi Eva Peron için. Adını taşıyan vakıf aracılığıyla sayısız okul, kreş, aşevi, hastane kazandırmıştı ülkesinin yoksul bölgelerine. Ölümünden sonra kimilerinin gözünde “azize” sayılmasının nedeni bunlardır biraz da.

Çalışma Bakanı olan eşinin yönetimi deviren askeri cunta tarafından tutuklanması üzerine düzenlediği kampanyalarda yaptığı konuşmalar unutulur gibi değildir. Sınıfsal aidiyetini de pek bir güzel vurguladığı şu cümleler özellikle: “Arjantinliler! Peron’u yalnız bırakmayın. O sizi seviyor. Sizi sevmese beni sever miydi?

Ülkenin elit kesimine mensup bir subay olan Juan Peron’un dört çocuklu fakir bir ailenin kızı olarak doğan, gittiği Buenos Aires’de barlarda, ikinci sınıf tiyatrolarda çalışan Eva Maria Duarte’yi sevmesi, elbette sıradışıydı o dönemler, onlarca örneği olmasına rağmen. Sınıfdaşları Eva’yı seven Arjantin yoksulları, sonraları ülkesinin Cumhurbaşkanı olan albay Juan Peron’u da bu yüzden çok sevdiler. Arjantin’de hala Peronizm olarak bilinen güçlü bir sol popülist hareket vardır. Kocasının siyasal gücünü de arkasına alarak, yoksullar için gerçekleştirilmesi zor olanaklar yaratan Eva’dan en çok rahatsız olan kesimler, ülkenin en zengin tabakasına mensup olanlardı tabii ki.

Eva, birden bire hastalandı. Kısa bir süre sonra da kanserden hayatını kaybetti. Binlerce Arjantinli haftalarca gözyaşı döktüler bu iyi yürekli kadın için. Huzurlarını bozduğu, onlara aktarılan sınırsız devlet kredisine engel olup, halk yararına kullandığı için ölümünden sadece zenginler memnun olmuşlardı. Ülke tüm yoksullarıyla gözyaşı tutup yas dökerken, başkent Buenos Aires’in, fakirlerin yaşamadığı semtlerinden birinin bembeyaz duvarında bir slogan görüldü: “Yaşasın Kanser”.

Eva’ya olan sınıfsal kin kansere minnet borcuna dönüşmüş meğer kimileri için. “İyi ki kanser var” demekti bu. Madem ki, zenginlerin “bela”sıydı Eva Maria Duarte de Peron, bu “bela”yı def eden “iyi” bir hastalıktı kanser, haliyle.

Eva, 1952’de öldü. Yani 68’i görmedi. Evita Müzikali yanıltmasın, müzikalde belirtildiği gibi Ernesto Che Guevara ile de ömründe hiç karşılaşmadı. Yoksulların yanında olmak için herhangi bir “ideolojik” kılavuzu yoktu yani. Geldiği sınıfın dilini anlaması, derdini bilmesi için gerekmezdi de zaten. Ama, gerçekten o sadece zenginler için “bela”ydı. Hiç bir yoksul, Eva’nın ölümünden sevinç duymadı bu yüzden.

Bir fakirin o sloganı yazmasına imkan var mıdır sizce? Nankörlük çok sık rastlanan bir tutumsa da, (aldığı para karşılığı duvara o sloganı yazan bir yoksul bulunabilir elbette) ama, zenginlerin huzurunu kaçırdığı için bundan üzüntü duyacak tek bir “gariban Arjantin çocuğu” yoktur bence.

Türkiye’de var ama. Eğer Eva Peron, o yoksuldan yana politikasını Türkiye’de hayata geçirmiş olsaydı, kendisini “gariban bir Anadolu çocuğu” olarak tanımlayan AKP milletvekili Burhan Kuzu için bir “bela” sayılacaktı demekki. Sorun Kuzu’ya, o duvardaki sloganı pek bir vicdansız bulacaktır. Ama, bu, “bela” dediği 68’lilerin Türkiye’den kökünün kazınması için eline silah almamış üç gencin idam edilmiş olmasını da doğru bulmadığı anlamına gelmiyor. Evabela”sından kurtulduğu için nasıl kanserden memnun kalınıyorsa, bizim memlekette de 68 belasından kurtulmak için idamdan memnun kalanlar vardır elbette. Arjantinli zengin ile Kuzu da çözüm konusunda ortaktırlar. Biri kanser’den, diğeri idam’dan yanadır. Kendisi gibi “gariban Anadolu çocuklarına” hiç bir zararı olmayan 68’lileri “bela” olarak tanımlayarak, bu tanımlamasıyla, onlardan üçünün idamlarının sözkonusu “bela”yı def etmek için gerekli olduğunu kabul etmiş olmuyor mu dolaylı olarak? Yani “Yaşasın kanser” demez kabul ama, “yaşasın idam” demediğini söyleyebilir misiniz şimdi?

Kaldı ki, Arjantin zengini Kuzu’dan daha haklıdır kininde. Eva, çıkarlarına çomak sokmuştu çünkü. Kuzu’nun, ne zararını gördüyse, “bela” diye adlandırdığı 68 hareketi, kendisini “gariban Anadolu çocuğu” olarak tanımlayan Kuzugillere hiç bir zarar vermemişti. Sermaye için “bela”ydı olsa olsa. Sermayeye bağlı medya için, ona bağlı hukuk için, eğitim için, sermayeye bağlı tüm sistem için “bela”ydı. Sonuç aldı, almadı ayrı mesele ama ülkelerinin yoksullarına, emekçilerine “bela” olmadı hiç bir zaman 68’liler. “Gariban Anadolu çocukları” üzerlerinden geçsinler diye, devletin yapmadığı köprüyü elleriyle yapanlardı onlar.

Sermayenin “acılarını”, “gariban bir Anadolu çocuğu” olarak yüklenmek nasıl bir ruh halidir? Sormak isterdim bunu Kuzu’ya. İnsan bu kadar mı soyadının etkisinde kalır? Ne yaptı Kuzu’ya 68’liler? “Garibanlık”tan kurtulmanın yolunun sermaye yanında saf tutmak olduğuna inandığı için, kendisini 68’lilerin “kurbanı” sayması, soyadının adamı yapıyor bu politikacıyı benim gözümde. Çok ilginçtir.

Hayvanlar aleminde, doğru mudur bilinmez, en kinci hayvan derler deve için. Belki deveye atılmış bir iftiradır bu kimbilir, ancak çok öykü duymuşumdur buna ilişkin olarak. Ama atlamayalım, deve sadece kendisine yapılanlara kinlenir. Burhan Kuzu’da da belli ki bir “deve kini” var. Deveden tek farkı, “kendisine yapılmayanlardan ötürü” de, hak etmeyenlere kin duymasıdır.

Soyadını kuzudan, kinini deveden alan ilginç bir adam Burhan Kuzu.

Gerçekten tuhaf.