Olanlar, olabilecekler…

Baykal’ın “dizine sıkılan kaset”ten bütün ülkenin haberi olduğunda, günlerden Cuma ve Mayıs ayının 7’si idi. Onu izleyen Pazartesi günü de Baykal partisinin başkanlığından istifa etti. Başlangıçta, Baykal’ın çok önceden kararlaştırılmış kurultay günü olan 22 Mayıs’ta tantanalı bir geri dönüş yapacağı, gerçekleşebilecek birkaç olasılık arasında düşünülüyordu hatta bunun en yüksek olasılık olduğunu düşünenlerin sayısı kesinlikle az değildi. Öyle olmadı ve Baykal defteri kapandı. En azından şimdilik ve kendisi için değilse bile, partisi ve ülke için…

Şaşırtıcı olduğunu kabul etmek zorundayız: Siyaseten hiç de kötü durumda bulunduğu söylenemeyecek, hatta eğilim olarak bir gelişme yahut ilerleme evresini yaşadığı ileri sürülebilecek olan Baykal, herhangi bir sorun yaşayacağını en amansız düşmanlarının bile akıllarının ucundan geçirmedikleri bir kurultaydan sadece 15 gün önce ortaya çıkmış hem tuhaf hem karanlık bir olayla başlayan çok hızlı bir sürecin sonunda, herhalde kendisinin de içinde bulunduğu kimilerine göre geçici, kimilerine göre ise kalıcı olarak politikanın dışına itilmiştir.

Bu durum, kendi başına, en salakçasından çok akıllıca görünenine kadar her türlü komplo teorisi imalatı için son derece özendirici ve besleyicidir.

O imalatı heveslilerine bırakarak anlık bir saptama yapılacak olursa, Kılıçdaroğlu’nun ilk günlerinin hiç şaşırtıcı sayılamayacak bir kararsızlık içinde geçtiği söylenebilir. Maden işçilerinin ölümünü kadere, dolayısıyla “hikmetinden sual olunmaz” yüce yaratıcıya havale eden Erdoğan’a karşı çıkarken aynı gün aynı yerde imam hatipliler kermesine katılarak 100 liralık katkıda bulunan, havuzlu villa sahiplerine atıp tuttuğunun ertesi günü hakkıyla kazanıp vergisini verdikten sonra istendiği kadar villa istenmediği kadar havuzun helali hoş olduğu düzeltmesini yapan bu yeni yüzlü eski politikacının, siyasal genlerinde taşıdığı kararsızlığın bir kalıcılığa dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu tahminini yapmak yanıltıcı görünmüyor. İkisinin de iktisat eğitimi kökenli olduğu hatırlanarak ve adları birer simge olarak belirtildiğinde, Hurşit Güneş ile Seyhan Erdoğdu’nun yan yana oturdukları yetkili parti organı ile birlikte çalışacak Kılıçdaroğlu’nun bunlara benzeyen ve bunları çok aşan kararsızlıklarının bir başlangıç sendromu olmayacağı besbellidir.

Bununla birlikte, geçen gün Cumhuriyet gazetesine manşet olan demecinden “havasının Demirel’i de çarptığını” öğrendiğimiz bir rüzgârın yaratıldığına ilişkin yeterince veri bulunuyor. Bunun en geç gelecek yılın Temmuz ayında yapılması gereken seçimlere kadar kimileyin hafifleyip kimileyin şiddetlenerek estirilmeye çalışılacak bir rüzgâr olacağı da anlaşılıyor.

Ancak, adını içimizdeki bir hastalığı adlandırmakta da kullandığımız bu partiye ilişkin tahminleri bir kenara bırakıp yazıya başlarken niyetlendiklerimize yönelmekte yarar var. Onları henüz dile getirmediğimize göre şimdi belirtelim.

Mayıs ayının ilk haftasından sonra yaşananları da ihmal etmeden önümüzdeki aylara baktığımızda, ülke siyasetinde neler olabileceğine ilişkin kestirimlerde bulunabilir miyiz?

Yazının muradı bu.

Şimdilik, anayasa referandumu ile ilgili gelişmeler belirleyicilik taşıyacak gibi görünüyor. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararın çok gecikmeyeceği, dolayısıyla daha sonra olabilecekleri büyük ölçüde etkileyeceği ortada. Mahkeme başkanının iki gün önceki işleri karıştıran açıklamasından, şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün: Esasa ilişkin iptal istemleri yerinde görülse bile, 12 Eylül’deki referandum yapılabilecek çünkü, yanlış yorumlamıyorsam, herhangi bir iptal isteminde bulunulmayan çok sayıda madde için halk oylamasına bir engel bulunmuyor. Ancak, o zaman, politik anlamı hemen hemen sıfırlanmış bir oylama yapılacak ve referandum konusu bugünkü haliyle gündemden düşecektir.

Böyle bir iptal durumunda ya da mahkeme biçim açısından aykırılık kararı verdiğinde, ikincisinde referandumun tümüyle düşmesi gibi bir fark ortaya çıkmakla birlikte, AkP’nin “galip sayılır bu yolda mağlup” saldırısına başvuracağı bir gündem açılacaktır. Yok halktan korktular yok haklılığımız anlaşıldı, yargıçlar oligarşisi yine başını kaldırdı yok bilmem ne…

Bu tür bir gündem yaratmanın içinde, öteki iç ve dış gelişmelere bağlı olarak, erken ya da baskın seçimin de kışa girmeden devreye alınması pek küçük bir olasılık sayılmamalıdır.

Mahkemenin herhangi bir iptal kararı vermemesi durumunda ise referandum kesinleşmiş olacaktır. Bunun anlamı, referanduma ilişkin “saha çalışmaları”nın mahkeme kararı beklenmeden başlatılması durumunda üç ayı biraz aşkın, tersi olursa, daha kısa bir süre boyunca ve hepsi de yaz aylarına rastlamak üzere yoğun bir siyasal propaganda döneminin ülkenin çok yakın geleceğini oluşturmasıdır.

AKP’nin referandumu kazanması durumunda tam anlamıyla bir baskın seçim de dahil olmak üzere her türlü “muzafferane sürpriz”i gerçekleştirmesi, kaybetmesi durumunda ise yine türlü sürprizlere açık bir çöküş sürecine girmesi beklenmelidir.

İster istemez, anayasa değişiklikleri ve referandum ağırlıklı bir çok yakın geleceğe bakış sergilemiş oluyoruz ama, o arada ortaya çıkabilecek Kürt hareketinin girişebileceği ve/veya karşı karşıya kalabileceği atılımlar türünden iç, İran ve İsrail dolayımlı ilişkiler türünden dış gelişmelerin, bu ana gündemi şu ya da bu ölçüde etkilemesi, hatta ana gündem olmaktan çıkarması mümkündür.

Sonuç olarak, Eylül ayının ortalarına gelmeden ya da bu sürenin hiç değilse bir bölümünü yaşamadan akıl yürütmeyi ve kestirimleri sürdürmek, işi çok dallanıp budaklandırıyor bu da yazıyı çok uzatma riskinin yanı sıra yazan açısından da okuyan açısından da içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Ama, bizim taraf açısından yapılabilecek bir vurguyu da büsbütün atlamış olmayalım.

“Sosyalist sol” denildiğinde aşağı yukarı herkesçe anlaşılabilen taraf için önümüzdeki yaklaşık bir yıllık dönemde, biri olası referandum öbürü tam zamanı şu anda belli olmayan genel seçim olmak üzere iki evreli bir mücadele, gündemi büyük ölçüde kaplayacak. Öyle görünüyor. Buna, yukarıda sözünü ettiğimiz “rüzgâr”ın nasıl estirilebileceğini ve ona karşı oluşturulacak, savunma mekanizmalarını değil, yönetip yönlendirici tepkileri de eklemek gerek.

Uzatmadan tamamlamaya çalışalım: Sosyalist sol, içindeki birkaç önemli kümenin ayrı ayrı her biri ve toplamı itibariyle, gelecek yıl yazın ortalarında, belki de bugünden tahmin etmeye kalktığımızda halkımızın şu anda pek güncellik kazanmış eski deyişindeki “atma Recep” itirazıyla karşılaşacağımız kadar önemli bir mesafe kazanmış olabilir. Ancak, kuşkusuz, bu mesafenin bir arpa boyu kadar olması da yeterince ciddi bir olasılıktır çünkü, başka hiçbir kanıt bulunamasa bile, kendimizi de içinde saydığımız tarafın yakın ve uzak geçmişinin bu tür becerilerle dolu olduğunu söylemekte biraz haksızlık görmek mümkün olmakla birlikte, yanlışlık yoktur.

Kötümser bir bitiriş olmaması için de ekleyelim: “Sosyalist sol”, alınabilecek mesafeyi mümkün olduğunca büyütebilmek için “içindeki birkaç önemli kümenin her birinin ayrı ayrı ve toplamı itibariyle” ulaşabileceği başarının bir bütünsellik taşıdığını, ayrı ayrı başarı ile toplam olarak başarısızlığın ya da tersinin bir arada bulunamayacağını eksiksiz kavramış olmalıdır. Buradaki “eksiksiz” vurgusu, çağrıştırdıklarının tümünün yanı sıra, kavramakla kalmayıp o kavrayışa uygun davranmayı içermektedir.