İntelligentsiya, Stalingrad ve Türk Domatesleri KIVILCIM ÇAĞLA (Rusya)

1980'li yılların sonları ve 1990'ların başlarında üniversitede okumuş ve sosyalizmle tanışmış olan benim kuşağımdan insanların birçoğu için bir zamanlar Yalçın Küçük okumak bir zevk idi. O Türkiye'deki ilk sosyalist akademik sovyetolog idi. Ondan öğrendiğimiz şeylerin biri de intelligentsia teriminin Avrupa dillerine Rusça'dan ve Rus aydınlarından geçtiği idi. Basitçe entelektüelin çoğulu olarak entelektüeller değil de, inteligentsiya veya entelijensiya dediğimiz zaman bu aydınların özel bir tarihsel misyonu olduğunu vurgulamış olmuyor muyuz? Gerçekten de Lenin'in ve genelde Rus entelijensiyasının Rus devrimindeki rolünü ve misyonunu kim yadsıyabilir ki?

İşte bu Rus devrimci entelijensiyasının Rus devrimindeki ve Sovyet aydınlanmasındaki rolü ne kadar parlak idiyse, bunların ancak gölgesi kadar ışık veren perestroyka dönemi Sovyet entelijensiyasının SSCB'nin çöküşündeki rolü de o kadar uğursuz ve trajik oldu. Uğursuz oldu çünkü halk bunların sözlerine değer veriyordu. Trajik oldu çünkü SSCB ile birlikte kendi sonlarını da hazırladılar. Hizmet ettikleri Gorbaçovcu perestroyka ve daha sonra Yeltsin, sosyalizmi yıkarken akademisyenleri de acınacak bir hale düşürdü. Ülkenin zenginliklerini talan edip birden bire zengin olan oligarklardan Berezovkiy şimdi bu düşkün aydınlarla yüzsüzce şöyle alay ediyordu: "Madem bu kadar akıllısın, neden yoksulsun?". Acı gerçek şu ki Sovyet aydınlarının büyük bir bölümü bu aşağılamayı hak etmişti. (Bunlardan Nobel barış ödülü sahibi, fizikçi ve sözde insan hakları savunucusu Andrey Saharov'u ayrı bir yazıda ele almak istiyorum).

Halbuki Sovyet devleti aydınları el üstünde tutuyordu. Dünyada nüfusa oranla en büyük akademisyenler ordusunu SSCB besliyordu. Bilim insanlarının prestiji çok yüksek idi. Sovyet zamanında bizdeki TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik dergisi türünden popüler bilim dergileri ve hatta daha uzmanca bilimsel dergiler (Modelist-Konstruktor, Nauka i Jizn vs) 3 milyondan fazla tirajla çıkıyordu. (Bilim ve Teknik'in tirajı 45 bin. Nüfusa oranlarsak kabaca SSCB'de yüzde birden fazla idi, Türkiye'de ise on binde birden az). En zeki öğrenciler üniversitede fizik veya matematik okuyorlardı. Şimdi ise bilimle uğraşmak gençlik için hiç popüler değil. Ucuz pop kültürü ve apolitizm Rus(ya) gençliğinin temel manevi gıdası. Ama öyle ya da böyle bir üniversite diploması almak gerekiyor, onu da büyük ölçüde parayla almak mümkün.

Rusya'da son yıllarda benim dikkatimi çeken iki aydın var: Sergey Kara-Murza ve Yuriy Muhin. İkisinin de kitapları tüm pop kültürüne rağmen görece iyi satılıyor. Sergey Kara-Murza'nın en ilginç kitaplarından biri kitle iletişim araçları yoluyla insanların rasyonel düşünemez hale getirilişi üzerine yazdığı Bilincin Manipülasyonu (Manipulatsiya Soznaniem) adlı kitabı. Yuriy Muhin ise küçük tirajlı ama etkili, haftalık Duel gazetesinin yayın yönetmeni ve Sovyet tarihi üzerine çok sayıda eserin sahibi. Kendi deyimiyle Sovyet zamanında muhaliflere dissident deniyordu, şimdi ise kendisi gibi muhaliflere anti-Semit deniyor. Muhin Hitler'in ve faşistlerin siyonistlerle işbirliği yaptığını savunuyor. Sergey Kara-Murza gibi o da Yahudi entelektüellerinin anti-Sovyet faaliyetlerde öne çıktığını söylüyor. Kendisiyle görüşmemizde bana Rusya'da bir aralar faal olan faşist Barkaşov çetesini İsrail'in finanse ettiğinin ortaya çıktığını söyledi. Stalin'in Hruşçov tarafından zehirlendiğini iddia ediyor. Kara-Murza ve Muhin'in ikisi de sosyalizmi savunmakla birlikte marksist değiller. Bu arada ikisi de doğal bilimlerden geliyor: Muhin'in esas mesleği metalurji, Kara-Murza'nın da kimya.

Muhin'e göre Medvedev tam bir kukla ve herhangi bir şeyi temsil etmiyor. Putin'in ise Yeltsin tarafından başbakan yapılmadan önce 1996'da Çeçenlere mal edilen bazı patlamaları örgütleyerek elinin kana bulaştırıldığını iddia ediyor. Muhin, Züganov'un da satın alınmış olduğunu ve onunla birlikte RFKP'nin yöneticilerinin de iktidar tarafından maaşa bağlanmış olduğunu savunuyor. Tabii buna rağmen RFKP tabanının komünist olduğuna inanıyor. Son Osetya savaşında toplam 240 Osetin öldüğü halde iktidar yanlısı medyanın abartarak sayıyı 3000'e çıkardığını söylüyor. Esasen bu savaşı önlemek mümkün olduğu halde Putin'in küçük, muzaffer bir savaş istediği için savaş çıktığını savunuyor. Muhin'e Sovyet entelijensiyasının neden intiharı seçtiğini soruyorum. Bana şu soruyla yanıt veriyor: "Siz niçin tarihçi oldunuz? Bir işletme mezunu olarak büyük bir şirkette çalışıp pekala iyi yaşayabilirdiniz". Ben tarihin hoşuma gittiğini ve bana ilginç geldiğini söylüyorum. "İşte" diyor, "mesele burada. Sovyet entelijensiyasının çoğu seçtiği bilim dalı kendisine ilginç geldiği için değil, rahat yaşamak için bilim insanı oluyordu. Bilim umurlarında değildi. Seçtikleri çok dar bir alanda uğraşıp genel tabloyu görmek istemiyorlardı".

Moskova kitap fuarında Avrasyacıların lideri filozof Aleksandr Dugin'e son çıkan kitabını (Znaki velikogo norda, "Büyük Kuzeyin İşaretleri") imzalattım. Kitap uygarlığın kuzeyde bir yerde doğduğunu, Finike yazısınında kuzeydeki uygarlığın yazısı olan runik yazıdan kaynaklandığını vb savunuyor. Göktürklerin yazısının da (Orhon yazıtları) runik bir yazı olması kitabı Türk tarihçiler için ilginç kılıyor. Ancak ilk izlenimlerime göre bilimsel bir eser değil. Hollandalı foklorcu yazar Herman Wirth'in faşistlere esin kaynağı olmuş olması muhtemel olan teorilerine dayanıyor. Maalesef Rusya'da bugün liberalizmin alternatifi büyük ölçüde bir tür Rus milliyetçiliği. Üçüncü ve bilimsel sosyalist bir alternatif pek zayıf görünüyor. Dugin'e geçmişte ve bugün iktidarla arasının nasıl olduğunu soruyorum. "Sovyet zamanında muhalif idim, ancak liberal değil muhafazakar olduğum için Batı'dan kabul görmedim. Şimdi ise iktidarla aram çok iyi" diyor. Medvedev'i nasıl gördüğünü, liberal sermayenin ve Batı'nın adamı olup olmadığını soruyorum. "Evet böyle çekinceler vardı ama şükürler olsun doğru çıkmadı. Medvedev tam bir yurtsever çıktı" diyor. Peki diyorum, Putin-Medvedev ikilisinin ekonomideki liberal politikalarını destekliyor musunuz? "Hayır, bu politikayı desteklemiyorum, o konuda farklı düşünüyorum".

Dönüşte Moskova'dan Rus hava yolları (Aeroflot) ile İstanbul'a uçuyorum. Yorumları değilse de haber içeriği açısından Rusya'daki iyi gazetelerden biri saydığım İzvestiya'da Volgograd ve domates piyasası üzerine altı sütunluk bir haber var. Volgograd (eski adıyla Stalingrad) SSCB'nin domates merkezi imiş. Bu arada hostes geliyor, domates suyu istiyorum. Verdiği domates suyu ithal malı. Yanımda oturan Moskovalı Rus otuz yaşlarında, kariyer sahibi. O da domates suyu istiyor. Yabancı firmalardan birinin temsilciliğinde çalışıyormuş, belli ki iyi maaş alıyor. Moskova'da hükümete bağlı finans akademisini bitirmiş. (Evet hükümetin böyle bir kendi finans "akademi"si de var). Volgograd'ın eski adı Stalingrad değil miydi diye mahsus soruyorum. Tahmin ettiğim gibi bizim profesyonel hatırlamıyor. Bence şu küçük örnek bile 1990'lı yıllarda ve şimdi Rusya'da verilen eğitimin kalitesi hakkında epey şey söylüyor.

12 Eylül 2008 tarihli İzvestiya'dan Ludmila Butuzova'nın haberine göre, Volgograd-Moskova yolu üzerinde 30 km boyunca domates yığınları duruyor ve kilosu 8-10 rubleden (yaklaşık 50 kuruş) alıcı bekliyor. Peki o zaman neden Moskova'da her yerde Türk domatesi satılıyor diye soruyor Butuzova. Köyişleri bakanlığının verilerine göre bu yıl Rusya'da domates üretimi ilk kez perestroyka öncesi değerlere yaklaşmış. İşte bu nedenle yaz ortasında Türkiye'den domates ithalatı durdurulmuş. Ancak Türkler boş durmamışlar, bir yolunu bulup domateslerini satıyorlarmış. Üstelik, diyor İzvestiya muhabiri, Türk domateslerinin Moskova pazarında Volgograd domatesi maskesi altında satılması bizim tarımcıların ağrına gidiyor. Ludmila'nın kendisi Volgograd domatesinin tadına baktıktan sonra, çok lezzetli olduğunu anlamış, fakat sorun şu ki orada domates sezonu yalnızca üç ay sürüyor ve seralar yok gibiymiş. Kutu içinde verilen habere göre Çin'de toplam sera alanı 1.7 milyon hektar, Türkiye'de 41,000 hektar, Hollanda'da 10,000, Polonya'da 6,300 hektar, Rusya'da ise sadece 2,100 hektar ve bunun sadece % 38'inde domates ekiliyormuş. Rusya'da seralarda yaklaşık 700 bin ton sebze, yani toplam üretimin sadece % 5'i üretiliyormuş. Domates soğan gibi değil, saklamak da zor. Soğuk hava depoları lazım. Dört yıl önce Moskova belediyesi Stalingrad sebzelerini almak için girişimde bulunmuş. Ancak nakliye işini üstüne almamış. Volgogradlı üreticiler ise nakliye ve depolama işini çözememişler. Sonuçta Moskova Türk domatesi yemeye devam etmiş.

Ludmila Butuzova'ya göre Sovyet zamanının istikrarını herkes farklı derecelerde özlüyormuş, ancak yine de durumları fena değilmiş. Eyalet (oblast) sınırları içinde üretilen yıllık 550 bin ton sebzenin 200-250 bin tonunu fermer denilen özel köylü işletmeleri üretiyormuş. Ancak bu üretimin tamamı bile Moskova'yı doyurmaya yetmiyor. Elbette seralar olsa çok daha fazla üretilebilir. Ancak bunun için seralara elektrik ve gazın düşük fiyattan verilmesi gerekiyormuş. Hükümet ise buna yanaşmıyormuş. Oblastta 1950li yıllarda yapılmış sebze meyve işleyen fabrikalardan sadece üç beşi kalmış, ötekiler çoktan kapanmış. Tabii bu durum, İzvestiya muhabirinin de yazdığı gibi, sadece bu bölgeye özgü değil. Bütün ülkede durum bu. Sovyet zamanında sebze, meyve konserveleri, turşuları, kompostoları vb ürünlerin çoğu güney bölgelerinde üretiliyordu. Ancak bu yerli işletmeler çeşitli sebeplerle 1990'lı yıllarda ülkeyi dolduran ithal mallarla rekabet edemediler ve 2000 yılına gelindiğinde sektördeki 700 işletmeden yarıdan fazlası kapandı. Rus işletmeleri ise ithal mallarını Rus markası altında pazara sürüyorlar. Rus sebzelerinin sıcak ülkelerin sebzeleriyle rekabet edebilmesi için Sovyet zamanındaki gibi korunan bir pazar ve düşük altyapı ve ulaşım giderleri gerekiyor. Ancak dünya pazarına entegre olmuş bir Rusya'da yerli sebze üreticilerinin fazla şansı yok. Rusya'ya domates en çok Türkiye'den (105 bin tondan fazla), Özbekistan'dan, Çin'den, Kazakistan'dan, Azerbaycan'dan vs gidiyor. Yaz sezonu dışında ithal domatesler pazarın % 95'ini işgal ediyor. Konserve malzemelerinin de % 85'i ithal ediliyor.

Dünya pazarındaki en büyük sebze firması olan Çinli Chalks firması Volgograd'a yıllık 1.2 milyon ton kapasiteli beş fabrika kurmayı önermiş. Bunun için firma yarısı 49 yıllığına olmak üzere 40 bin hektar tarlayı kiralamak istemiş. Verimliliği hektar başına 80 tona çıkarmayı vadetmişler. Çin'den getirecekleri on bin kişilik ucuz iş gücü ile domatesin kg başına maliyetini bir buçuk rubleye (yaklaşık 7 kuruş) düşürmeyi planlamışlar. Ancak eyalet yönetimi Çinlilerin istilasından korkmuş olmalı ki öneriyi reddetmiş. Fakat piyasa kuralları işlemeye devam etmiş: Tarım işçilerinin çoğu yine Özbekistan'dan ve Çin'den geliyor. Eyaletteki yabancı tarım işçilerinin sayısı 15 binden fazla olduğu tahmin ediliyor. Moskovalılar gibi buralılar da hem ağır işlerde çalışmayı sevmediklerinden hem de ücret düşük olduğu için sebze yetiştirme ve toplama işini yabancılar yapıyor. İşletme yöneticileri de yabancıları tercih ediyorlar, çünkü onlar içki içip sarhoş olmuyorlar. Bu yabancı işçiler altı ayda net olarak 60-70 bin ruble (yaklaşık 2500 dolar) kazanıyorlar. Genç kuşak işletmeciler eski Rus domatesinin tadını özlemiyorlar: Rasyonel işletmeciler olarak, onlar daha dayanıklı olan Hollanda tohumlarını, sulamada İsrail tipi damla sulama sistemini, Danimarka gübrelerini ve nihayet işgücü olarak da Özbekleri ve Çinlileri kullanıyorlar. İzvestiya muhabirinin tanıştığı yerli işçilerden Katerina ise biyoloji öğretmeni imiş ancak okuldan ücretsiz izin alarak domates işinde çalışıyormuş.

İzvestiya'nın haberinin başlığında "Türk sebzesi lazım değil bize" (Ne nujen nam ovoşç turetskiy...) diyor. Ancak bunu edebi bir dille ifade etmiş. Bu sözler tanınmış Sovyet yurtsever şarkılarından Göçmen Kuşlar Uçuyor (Letyat pereletnıe ptitsı) şarkısının sözlerini andırıyor: Şarkının kahramanı, "göçmen kuşlar uçuyor ama ben burada kalıyorum, bana Türk kıyısı da lazım değil, Afrika da" diyordu.