Gdansk'ın Öğrettikleri KIVILCIM ÇAĞLA

Eski sosyalist ülkelerde işçi sınıfının bir kısmının açıkça karşı devrimi desteklemiş olduğu bir gerçektir. 1980'lerde ve 1990'larda Lech Walesa'nın peşinden giden Polonyalı Gdansk tersanesi işçileri, Gorbaçov'u ve Yeltsin'i desteklemiş olan Donbas kömür işçileri vb bilinçli bir sınıfı değil, kandırılmış ve güdülen bir sürüyü temsil ediyordu. Bunların şimdiki durumu içler acısıdır. Gdansk tersanesi işçileri belki de bunun en parlak örneğidir. Bir zamanlar 10 milyon üyesi olan ve sosyalist rejimi yıkmış olan bir sendikalar konfederasyonunun çekirdeği olan bu tersanenin işçileri özelleştirme ve serbest piyasa politikalarının ilk kurbanları oldular. Bir zamanların muktedir sendikası ve onun devlet başkanı olmuş olan lideri Lech Walesa şimdi işten çıkarmalar ve reel ücretlerdeki düşüşler karşısında hiçbir şey yapmıyor, hala komünizmi karalamakla gün geçiriyordu. Ancak tabii ki anti-komünist propaganda karın doyurmadı. Nitekim geçende Gdansk'ta işçilerin tersanenin satılması tehdidine karşı protesto eylemleri yaptıkları haberi bu sitede de yer aldı. AB komisyonu Polonya hükümetini tersaneyi bir an önce satması için sıkıştırıyor. Serbest piyasacı hükümet tersaneyi satmaya çoktan razı ancak tersanenin simgesel değerinden dolayı kaygıları var çünkü gerçekten de bu tersanenin tarihsel bir önemi var. Bu arada haberde işçilerin sayısının 10,000 civarında olduğu bildiriliyordu. Ancak burada bir yanlışlık var, çünkü Gdansk tersanesindeki işçi sayısı yaklaşık 3,000'e düşmüş durumda. Evet, sosyalist rejim zamanında 17,000 işçinin çalıştığı tersanenin mevcudu sebest piyasa sayesinde 3,000'e kadar düştü. İşten çıkarılanlara hiçbir alternatif iş de verilmedi.

Şimdi biraz geriye gidelim. Haziran 1980'de Gdansk tersanesindeki 17,000 işçinin grevini tetikleyen olay neydi biliyor musunuz ya da hatırlıyor musunuz? Ben söyleyeyim, Anna Walentinowicz adında bir vinç operatörünün sendikanın onayı alınmadan işten çıkarılması idi! Evet yanlış okumadınız, tek bir işçinin işten çıkarılması tüm ülkeye yayılan 500,000 kişilik dev bir grevi tetiklemişti. O "totaliter", o "diktatörce" rejimde, serbest piyasacı "hür" kapitalist rejimlerin aksine bir işçinin işten çıkarılabilmesi için sendikasının da onayı gerekiyordu ancak tersane yönetimi bazı koşulları bahane ederek onu işten çıkarmıştı. Ne büyük zulüm değil mi! Başta bazı troçkistlerimiz olmak üzere bizde de birçok yarım akıllı solcu bu işçilerin taleplerini desteklediler. (Bunlardan bazıları bir zamanlar Zonguldak maden işçileri sendikası lideri Şemsi Denizer'e işçi partisi kurdurmaya da kalkmıştı. Şemsi Denizer ise o sırada DYP ile adaylık pazarlığı yapıyordu). Lech Walesa önderliğindeki Solidarnosc hareketi kısa sürede rejimi yıktı ve kapitalizmi getirdi. Peki bu süreçte kilit rolü oynayan Gdansk işçileri ne kazandılar? İşten atılma ve reel ücretlerin düşmesi. Bir işçi için greve giden işçiler şimdi binlerce arkadaşları işten atılırken seslerini çıkaramıyorlardı. Çünkü "demokratik" serbest piyasa ideolojisi onları hipnoza sokmuş, beyinlerini uyuşturmuştu. Kendi liderleri onları sürekli vaatlerle oyalıyordu. AB'ye gireceğiz, herşey düzelecek bu sıkıntılar geçici deniyordu. Polonya AB'ye de NATO'ya da girdi ancak sorunlar bitmedi. Şimdi bizzat AB komisyonu tersanenin satılması için bastırıyor çünkü serbest piyasanın rekabetine dayanamayan tersane ancak hükümet sübvansiyonları ile ayakta duruyor. Öte yandan Güney Kore ve Türkiye gibi ülkelerde işçiler çok daha ucuza çalıştırılabiliyor. Hele Türkiye'de tersane işçisinin canının da değerinin olmadığını sağır sultan bile duydu. Sosyalist sistem ve sosyalist ekonomik blok yıkılınca bazı işletmelerin vahşi kapitalist rekabete dayanması mümkün olmadı. Gdansk tersanesi bu işletmelerden yalnızca biri. Ancak Polonya işçi sınıfının AB düşünden ve serbest piyasa hipnozundan kendiliğinden uyanacağını düşünmek için biraz saf ve Lenin'i hiç okumamış olmak gerek. Sosyalist bir önderlik olmadıkça işçilerin tepkileri her zaman düzen içi kanallara veya ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi kanallara çekilebilecektir.

Öte yanda Çek Cumhuriyeti'nde geçen hafta yapılan senato ve bölgesel parlamento seçimlerinde Komünist Parti'nin başarısı sevindirici bir gelişme oldu. Halen süren seçimlerin ilk aşamasında Sosyal Demokratlar ve Komünistler iktidardaki Amerikan uşağı neoliberallere karşı zafer kazandılar. Bu hafta yapılacak olan ikinci aşamada da bu başarı sürerse Senato'daki Amerikancı-sağcı çoğunluk çökebilir. Bu durumda ABD'nin ülkeye füze sistemleri yerleştirme planları da tehlikeye girebilir.

Çek Cumhuriyeti ile ilgili ikinci sevindirici haber ise anti-komünist edebiyatın simgesel isimlerinden yazar Milan Kundera'nın gençliğinde bir ihbarcı olduğunun açığa çıkması oldu. Bu Kundera özellikle 1980'lerde pek etkili olmuştu. Aleksandr Soljenitsin, George Orwell, Milan Kundera... Üçünün de ortak özelliği anti-komünist ve anti-Stalinist propaganda aygıtının edebiyat cephesinin militanları ve ideologları olmaları idi. Birincisi bizim için zaten biliniyordu, ikincisi birkaç yıl önce ve nihayet üçüncüsü de geçen hafta deşifre edildi. Bu üç hain de adi birer ihbarcı imiş! Yakın arkadaşlarını veya başka birilerini rejim düşmanı diye devlete ihbar etmişler. Yakında yine ünlü bir anti-komünistin daha ifşa edildiğini duyarsak şaşırmayalım. Darısı öteki hainlerin başına diyelim. Hala bu yazar müsveddelerini büyük edebiyatçı sayanlara ise diyecek birşey yok ama artık ona buna totalitarizm ve ahlak dersi vermeleri çok zor.