Varsayalım ki herkes hesabını biliyor olsun…

Aşağıda ele aldığım konuyu kolay anlatabilmek için seçtiğim örneğin gerçek kişi, kurum ve olaylarla ilgisi yoktur. Olası benzerlikler tesadüftür…

Tek tek kapitalistler kârlarını, çıkarlarını maksimize ederken geniş emekçi yığınları her durumda nasıl zarara uğratırlar, toplumsal kaynakları nasıl tahrip ederler bir örnek üzerinden anlatmak istiyorum.

Nüfus olarak da ekonomi olarak da orta büyüklükte bir ülke “varsayalım”. Bu ülkenin ortalama da bir sanayi üretimi olsun. Standart mallar üretilirken, teknoloji yoğun ya da ölçek ekonomisi gerektiren malların önemlice bir bölümü ithal edilsin. Tabii ekonomi dışa açık, yani sermaye hareketleri ve dış ticaretin serbest olduğu bir ekonomi, olsun.

Örnek sermaye grubumuz ise imalat sanayi üretiminin yaklaşık yüzde 16’sını, hanehalkı harcamalarının ve enflasyon sepetinin yaklaşık yüzde 21’ini oluşturan gıda sektöründe faaliyet gösteriyor. Grubun ülkenin toplam gıda cirosundaki payının yüzde 10-12 civarında olduğu tahmin ediliyor. İşlenmiş gıda ve içecek üretimi ağırlıklı faaliyet gösteren ama “piyasa ekonomisi”nin nimetlerinden faydalanarak ana faaliyetini destekleyen alanların yanında yüksek kârlı olduğunu düşündüğü kimi fırsatları da değerlendirmiş grubumuz. Ayrıca sektöründe tekel sayılabilecek bir konumda olmanın avantajlarından yararlanıp yurtdışına da uzanmış, hatta hızını alamayıp bazı şirketlerinin merkezlerini de yurtdışına taşımış.

10-12 milyar doları incelediğimiz ülkedeki faaliyetlerin sonucu olmak üzere sermaye grubumuzun toplam 15 milyar dolar cirosu bulunuyor. Faaliyetlerinden elde ettiği yıllık kâr da 3 milyar doların üzerinde. Grubun ülke bankalarına cironun yarısı kadar borcu var. Önemlice bir bölümü yurtiçi ve yurtdışındaki şirket alımları için kullanılmış borç, 14 ayrı bankada, onlarca parçadan oluşuyor. Ve daha ilginç olanı kredilerin büyük bölümü kısa vadeli, spot krediler. Bu nedenle yıllık kârı aşan tutarda kredi geri ödemesi olduğu için yenilenen, yuvarlanan kredilerle borç sürekli büyüyen bir kartopuna dönüşmüş. Kredilerin kısa vadeli olması, maliyeti yükselttiği gibi grubun mali tabloları toplu değerlendirildiğinde sürdürülebilir değil, hatta mevzuata uygun olmadığını öne sürenler de bulunuyor. Ancak çok şirketli yapı, şirketlerin bir bölümünün merkezlerinin yurtdışında olması durumu makyajlamaya izin veriyor. Yine de durumun farkında oldukları çok açık olan bankalar ve düzenleyici otoriteler grubun tekel konumuna duydukları güven nedeniyle konuyu kurcalamıyor.

Buraya kadarki kısmını memleketteki milyonlarca emekçiden birinin durumuna benzetenler olmuştur. Maaşı kadar kredi kartı, tüketici kredisi ödemesi olan, sürekli yeni krediler alarak bir yandan borçlarını ödemeye diğer yandan yaşamaya çalışan. Tabii öyle değil. Grubumuzun “hovardalığı” hem bankaların hem grubumuzun aynı anda kazanabiliyor olmasından geliyor. En dağınık görünen sektörlerden birinde faaliyet gösteren grubumuz kendi ürün gruplarında pazar payıyla tekel durumunda ve çiftçilere doğrudan ya da dolaylı mekanizmalarla fiyat dikte edebiliyor. Yani kredi maliyetlerini çok düşünmesine gerek yok, üretim maliyetleri konusunda eli çok rahat. Tarımsal ürün fiyatlarının artışını Allah’a, yağmura, Avustralya’da kanat çırpan kelebeklere, köylünün cahilliğine, tonla nedene havale etmek mümkün nasılsa. Fiyat kısmında da elleri rahat. Piyasa ekonomisi, herhangi bir fiyat kısıtlaması yok. Kendi ürün gruplarındaki yüksek pazar payı, tüketiciye fiyat dikte etmesine de izin veriyor. Ayrıca grubumuz bir market zincirine de sahip. Yani kendi satış kanalı var. Dağıtım maliyeti düşük. Rakiplerin fiyat stratejilerine göre kendi fiyat, satış stratejisini ayarlayabilir, raf fiyatı vs. bir sürü ek mekanizması var.

Sadede gelirsem kullandığı kredilerin maliyetinin yüksek olması bir noktaya kadar çok da umurunda olmayabiliyor. Çünkü hem çiftçilere hem de tüketicilere yansıtabiliyor. Öyle uzun vadeli planlar, detaylı modeller, hesaplarla falan uğraşmaya ihtiyacı yok. Ülkenin en büyük sanayi gruplarından biri olarak canı isteyince şirket alıyor, canı istediği gibi ödüyor.

Sonra bir gün ya kartopu çok büyüdüğü için ya artık makyajlanamaz hale gelen tablo konusunda başına iş açılacağını düşünen bir teknokrat ya da bürokrat uyardığı, akıl verdiği için grubumuzun yöneticileri bankaları masaya davet ediyor. Şu onlarca parçanın hepsini toplayıp tek parça borç yapsak, vadeyi uzatsak, ödemesiz dönem koysak, borcu yaysak…

Borç adamın borcu, bankalar da kabul ediyorsa size ne, bize ne… Diyor ana akım muhalifler bile…

Peki gerçekten bize ne? Çiftçiye, tüketiciye yansıyan maliyetler gıda enflasyonunun bir bölümünü açıklıyor çünkü. Vade yapısı da bankacılık sektörünün kısa vadeli dış borcuna kattıklarıyla ve ülke ekonomisinden götürdükleriyle karşılaştırılabilir.

Varsaysak da varsaymasak da sermayenin hesap bilmesine gerek kalmayan, hesabın her türlü emekçilere kesildiği bir ülke burası…