"Ülkenin geleceğine ilişkin tartışmalarda sosyalizm perspektifine daha fazla alan açılıyor, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye yönelik her tür düzen içi tasarımın altı biraz daha boşalıyor."
Mart günleri ve sermayenin 'halksız' projeleri
Gülay Dinçel
Siyasi iktidarın ana muhalefet partisi CHP’nin Cumhurbaşkanı aday adayı Ekrem İmamoğlu’nu siyaset sahnesinin dışına atmaya yönelik müdahalesi güçlü bir halk tepkisini açığa çıkardı. Seçme ve seçilme hakkına sahip çıkan yüz binler Türkiye’nin her yerinde bir haftadır sokakta. CHP’yi ve düzen içi restleşmeleri aşan, İmamoğlu’na yönelik operasyon planlanırken çok da hesap edilemediği ya da daha ihtiyatlı bir ifadeyle hafife alındığı görülen bir direniş söz konusu.
Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkma iradesiyle çok ağırlaşan ekonomik koşullara, yoksullaşmaya yönelik tepkilerin birleştiği söylenebilir. Son 23 yılın farklı dönemlerinde ağırlıklı olarak ilk eksende olmak üzere tepkilerin yükseldiği momentlerde yakalanamayan bir örtüşmenin ortaya çıktığı da saptanabilir. Üniversitelilerin yol açıcılığı ve hızla kitleselleşen katılımlarından heyecan duymamak mümkün değil. Ancak alanlarda her yaştan katılımla güçlü bir emekçi kimliği gözleniyor, bu ölçekte bir hareketlenmenin ağırlığını emekçilerin oluşturmaması zaten düşünülemez. Yine de tüm bunlar bize “sınıf karakteri” belirgin, dolayısıyla doğrultusu net bir hareket vermiyor. Bu yönde bir beklentinin şimdilik gerçekçi bir zemini bulunmuyor.
Ortaya çıkan direnişin ya da “sokak hareketi”nin karakterine, ideolojik koordinatlarına ilişkin sınırları ve kısıtları da dikkate alan detaylı değerlendirmeler yapmak elzem. Sınırlar ve kısıtlarda ayağa kalkan milyonların örgütsüzlüğü önemli bir belirleyen. Tabii bir başka belirleyen de düzenin irili ufaklı değişik aktörleriyle ve mekanizmalarıyla hareketi kuşatma yönündeki girişimleri. Ancak çok hızlı ve hareketli geçen bir haftanın belirginleştirdiği bir gerçeğin altı şimdiden güçlü bir şekilde çizilebilir: Ülkenin geleceğine ilişkin tartışmalarda sosyalizm perspektifine daha fazla alan açılıyor, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye yönelik her tür düzen içi tasarımın altı biraz daha boşalıyor. Programatik bir doğrunun güçlü bir temel kazandığı görülüyor.
İleri-geri salınımlarla devam edeceği, komünistlerin öncülük etme ve örgütleme gayretlerinin öneminin iyice artacağı anlaşılan bu sürece “gelecek arayışı” kuvvetli bir şekilde damga vuracak. Sermaye sınıfının bir gelecek tahayyülü sıkıntısı yok. “Büyüyen Türkiye”den “Verimli Türkiye”ye, emekçilere vaat ettikleri açısından birbirinden çok büyük farkları olmayan bir proje yelpazesinden söz edilebilir. Ancak sermaye sınıfı açısından iddialı olarak nitelenebilecek bu proje öbeğinin topluma hitap ettiğini ya da heyecan yarattığını söylemek zaten zordu, son bir haftada aşınma arttı.
Türkiye Komünist Partisi’nin bir süredir dile getirdiği “yönetilemeyen bir ülke” görüntüsünün hiç kuşkusuz tek bir nedeni yok ama en önemli nedenlerinden biri “halksız projeler” ya da gelecek kurgusunda güçlü bir toplumsal tabana dayanma ihtiyacının fazla havaya savrulmuş olması. Halkın denklem dışı bırakılmasındaki rahatlığın bir dizi nedeni bulunuyor, en başa 23 yıllık iktidar döneminin kazanımlarına fazla güvenme yazılabilir.
Sokak hareketliliğinin nereye bağlanacağı bir yana bu saatten sonra “halksız tasarımlar” ne kadar çalışır? Bu soruya halkı “yeniden kapsamaya” yönelik hamleler için yeterli hareket alanı var mı sorusu da eklenebilir.
Peki nedir düzenin projeleri ya da gelecek tahayyülleri? İktisadi düzleme daraltarak ve belki biraz da karikatürize ederek, yukarıda da zikredilen, iki ana projeden bahsedilebilir.
Özellikle Suriye’deki gelişmeler ve yeni açılım süreciyle birlikte daha elle tutulur görünen “Büyüyen Türkiye” projesi: Emperyalist ilişkiler ve konumlanışlar içinde Türkiye kapitalizminin askeri gücünü genişletmeye ve savaş aygıtını büyütmeye dayanan bir ekonomi hedefiyle betimlemek mümkün. Suriye başta olmak üzere Ortadoğu ve Ukrayna boyutu daha somut, ama Avrupa “güvenliği”nde rol üstlenme hedefinin de eklendiği, askeri güce daha fazla yaslanan bir ekonomi: Hem askeri varlığın sağlayacağı yeni pazar olanakları, hem de savaş aygıtını genişletme ve güçlendirmenin yaratacağı ek olanaklarla büyüyen bir sanayi üretimi.
Diğer proje, “Verimli Türkiye” ise Avrupa emperyalizminin, özellikle Almanya’nın savaş aygıtının güçlenmesinden beslenen bir ekonomiyle betimlenebilir. Hiç kuşkusuz bu alternatif kendi savaş aygıtının paralel olarak büyümesini dışlamıyor. Ama esas olarak çok büyük tutarların uçuştuğu Avrupa “güvenlik mimarisi” yatırımlarının tedarikçisi olma, Gümrük Birliği sonrası otomotiv, elektrikli teçhizat, makine, tekstil gibi sektörlerde elde edilen konumun savunma-havacılık başta olmak üzere başka sektörlere de alan açılarak genişletilmesi olarak düşünülebilir.
Her iki proje de fiili bir savaş durumu bir yana Türkiye kapitalizmi açısından “sanayi üretim kapasitesi”nin mevcut sömürü koşulları daha da ağırlaştırılarak geliştirilmesi anlamına geliyor. Avrupa eksenli projenin “yeşil dönüşüm” hikayesinden “askeri dönüşüm”e hızla evrilmekte olduğu söylenebilir. “Askeri dönüşüm”ün daha büyük pazar olanaklarını bir tür “teknoloji transferi”yle birlikte mümkün kıldığı açık.
İki seçenekle biraz vülgerize edilerek ifade edilen projelerin sermaye sınıfı için heyecan verici olanaklar barındırdığı açık. Avrupa’nın askeri tedarik zincirinin parçası olmak kapitalizmin “iyileştirilebilir” ve işçi sınıfına daha iyi koşullar sunabilir olduğuna ilişkin bir anlatı için daha elverişli görülebilir. Ancak son yedi sekiz yılın hiç yabana atılamayacak üretkenlik artışından büyük bir yoksullaşmayla çıkan bir toplumda böyle bir anlatının çalışma ihtimali düşük.
Türkiye kapitalizminin eşik atlama, lig değiştirme, sıçrama eksenli iddiaları işçi sınıfı ve emekçilere daha fazla sömürü dışında bir gelecek sunmuyor. İnsanca bir yaşama dayalı gelecek tasavvurlarında sosyalizm perspektifinin karşısına çıkartılabilecek, sahicilik taşıyan düzen içi seçeneklerden söz etmek mümkün değil. Ülkenin emekçiler için iyice nefes alınamaz bir cehenneme dönüşmesini engellemek ancak sosyalist bir gelecek kurgusunu güçlendirmekten geçiyor.