'Medeniyetin Yedek Parçası'

Aziz Nesin, 1955 yılında yazdığı, “Medeniyetin Yedek Parçası” başlıklı öyküsünde Demokrat Parti tarafından “tarımda mekanizasyon”un “her köylüye bir traktör” olarak yorumlanışını hicveder. (*)  

TÜSİAD’ın birkaç gün önce bir toplantıyla duyurduğu “Türkiye’nin Sanayide Dijital Dönüşüm Yetkinliği” başlıklı rapor ve toplantıda yapılan konuşmalar Aziz Nesin’in öyküsünün güncelliğini koruduğunu gösteriyor.  

Dünyada “Sanayi 4.0”, “Toplum 5.0”, “Yeni Sanayi Devrimi” gibi adlandırmalarla ilan edilen süreç kapsamlı değerlendirmeleri hak ediyor. Yapay zeka, eklemeli üretim, sürücüsüz araçlar ve akıllı ulaşım sistemleri, sensör teknolojileri, büyük veri analizi gibi üretim ve dağıtım süreçlerinde otomasyonu, dolayısıyla verimliliği artırması beklenen teknolojik gelişmeler, eklektik bir şekilde biraraya getirilerek bütünleşik bir sistem olarak sunuluyor. “Kitlesel özelleştirme”, “üretimde demokratikleşme” gibi kavramlar da kullanıma sokularak yeni teknolojik gelişmelerle birlikte üretimin yapısının tamamen değiştiğine vurgu yapılıyor. Bu süreçte istihdamda da önemli değişiklikler olacağı, vasıfsız işlerin bir bölümünün tamamen ortadan kalkacağı, yeni işlerin ortaya çıkacağı yönünde çok fazla hipotez de mevcut.

Gerçekten yeni bir sanayi ya da teknoloji dalgası ile mi karşı karşıyayız? Bu soruyu yanıtlamaya çalışmak yerine başka bir soru sormak daha uygun görünüyor: Geçmiş iki yüz yılı üç dalgaya bölerek anlamak, kapitalizmin tarihini esas olarak bir “teknolojik gelişim” tarihi olarak yorumlamak mümkün mü? Ancak yapay zeka ya da bugünkü yeni teknolojik gelişmelerin kaynakların daha iyi planlanmasına, etkin kullanımına izin verdiğine, özel mülkiyet ve piyasa varlığını korurken üretimin “demokratik”, tüketimin “kişisel” olabileceğine inanmak bu kadar kolay mı? (Bu kavramlar kendi başlarına sorunlu olmakla birlikte.)

Dünyada da Türkiye’de de artan gericilik karşısında “bilimsellik” hassasiyeti ile “teknoloji fetişizmi”nin çok kolay karıştırılabildiği bir dönemden geçiyoruz. Hiç kuşkusuz bilimsel-teknolojik gelişmelerin bir bölümü çok heyecan verici. Çaresiz hastalıkların sağaltılması, çok zorlu ameliyatların, operasyonların kolaylaşması gibi gelişmelerin göz ardı edilmesi mümkün değil. Kapitalizm artık çok daha fazla tahribat yaratan bir sistem olmakla birlikte bilimsel-teknolojik ilerlemenin sürdüğü açık. Ancak söz konusu ilerlemelerin geçen yüzyıla kıyasla daha fazla sermayenin tekelinde olduğu, insanlığın yararına çıktılarının asgariye indirildiği de…

Gelişmiş ülke örnekleri olarak sunulan Almanya, ABD, Çin’deki gelişmeler üzerinden daha somut değerlendirme yapmayı bir başka yazıya bırakarak son açıklanan raporun verdiği temel mesaja dönmek istiyorum.

TÜSİAD’ın Boston Consulting Group’a (BCG) hazırlattığı rapor, 2016 yılında yayımlanan “Türkiye'nin küresel rekabetçiliği için bir gereklilik olarak Sanayi 4.0” başlıklı raporun devamı niteliğinde. Sanayi 4.0’ın üretimde büyük bir teknolojik dönüşüm, sıçrama olarak tanımlandığı ilk raporda Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmek için bu doğrultuda üretim altyapısını değiştirmesi vurgulanıyordu. Ağırlıklı ihracatçı sektörlerden oluşan altı sektör, otomotiv, beyaz eşya, makine, tekstil, kimya ve gıda sektörlerinde, dönüşüm için yatırım ihtiyacı ve olası verimlilik artışları da hesaplanıyordu. Yeni rapor ise “teknoloji kullanıcısı” ve “teknolojik üreticisi” olarak tanımlanan 300 civarında şirketle yapılan görüşmelerin sonuçlarının derlenmesi olarak özetlenebilir.

“Dijital dönüşüm” için belirlenen temalara ilişkin şirketlerin farkındalığı, hazırlık düzeyi belirlenmeye çalışılmış. Her iki raporda da şirketlerin en önemli engel olarak yatırım maliyetlerinin yüksekliğini gördüğü belirlenmiş. Yol haritası olarak kamu-akademi-özel sektörden oluşan paydaşların ödevleri tanımlanmış. En büyük ödev doğal olarak kamuya çıkarılmış: Özel sektöre rehberlik yapılması, teşvikler ve vergi indirimleriyle dijital dönüşüme yönelik yatırımların desteklenmesi, dijital dönüşüme destek sağlayacak bir “yüksek teknoloji enstitüsü”nün kurulması.

İlk raporda Türkiye’de sanayi üretimin genel sorunları olarak ihracatın ithalat bağımlılığı, teknoloji düzeyinin düşüklüğü gibi başlıklara dikkat çekilmekle birlikte sanayinin sektörel ve teknolojik kompozisyonu, uluslararası entegrasyon düzeyi, büyük alıcı ya da üreticilere bağımlı yapı gibi konulara ilişkin bir değerlendirme yapılmamış. İki rapor birlikte değerlendirildiğinde bu tür bir analizden özellikle kaçınıldığı sonucuna ulaşmak da mümkün. Sanayinin mevcut rekabet gücünü koruyabilmek için çok hızlı bir şekilde “akıllı makine” yatırımları yapmasına yönelik büyük bir basınç uygulandığını söylemek mümkün. 10 yıllık süreçte yıllık 10-15 milyar TL’lik yatırımla bu sürece adaptasyonun sağlanabileceği iddia ediliyor. Dijital dönüşümde teknolojisi kullanıcısı şirketlerle teknoloji üreticisi/tedarikçisi şirketlerin “eşleşmesi” için de çaba harcandığı izlenimi veriliyor. Oysa ki pek çok teknolojinin Türkiye’de üretilmediğini, olsa da yabancı firmaların tercih edildiğini teknoloji kullanıcısı şirket yetkilileri ifade etmiş olmasına rağmen.

Türkiye’nin teknoloji bağımlılığı, basit bir şekilde dijital donanım bağımlılığından ibaret anlaşılamaz. Özellikle iki temel sektörde, demir-çelik ve kimyadaki bağımlılık düzeyi çok yüksek. Vasıflı çelikten özellikli kimyasallara üretimin değişik aşamalarında kullanılan pek çok ara mamul ithal ediliyor. Temel sektörlerde hem teknoloji düzeyi hem de kapasitenin yetersizliği nedeniyle Türkiye kendi iç pazarının ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda.

TÜSİAD’ın iki raporda çizdiği çerçevenin kamuya da “yol gösterici” nitelikte olduğu söylenebilir. “Dijital dönüşüm” adı altında yeni bir makine, ekipman, süreç ithalatı garantisi verilsin, bunun karşılığında emperyalist merkezlerden bazı sektörler için yeni lütuflar alınsın…

(*) “Medeniyetin Yedek Parçası”, Yedek Parça, Aziz Nesin, Düşün Yayınevi, 1958.