İnsan olmak...

Güzel insan Cem Ersavcı için... 20. yüzyıl sonunda sosyalizm bir seçenek olarak insanlıktan uzaklaşırken "insan olmak" da daha güç hale geldi. Yükselen gericilik, köleliği aratan çalışma koşulları, artan emperyalist saldırganlık, her tür eşitsizliğin katmerlenmesi... Yer yer kapitalizm öncesi üretim biçimlerine yakınsayan, insanı insan olmaktan çıkaran bir "yeni dünya". "İnsan nasıl insan oldu" sorusunun yanıtı binlerce yıllık insanlık tarihine uzanmadan verilemez elbette. Ama yakın geçmişe bakıp insanlığın tersine çevrilmesi güç görünen kazanımlarının nasıl tahrip edildiğine ilişkin bir değerlendirme yapılabilir. Son 25 yılda, insanlık tarihinde göz açıp kapama süresine denk gelecek bir zaman diliminde kuvvetli dinamitler döşendi ve insani olanla mesafe çok açıldı. Tek başına güçlenen emperyalist hegemonyadan, egemen sınıfların ideolojik taarruzundan ibaret kalmayan bütünlüklü bir saldırı yaşadık. Dünyada 1990'lar açlık ve savaşla terbiye dönemiydi, 2000'ler "parayla terbiye" dönemi oldu. Kuşkusuz 2000'lerde ne açlık ne de savaşlar bitti. Ama eski sosyalist ülkelerin kapitalist restorasyonunda gelinen aşama, sosyalist odağın kalmadığı bir dünyada hız kazanan yeni pazarların entegrasyon süreci büyük bir finansallaşma dalgasına izin verdi. Merkezinde ABD emperyalizminin durduğu finansallaşma ya da parasallaşma olarak adlandırılan süreç kapitalizmin tarihinde görülmemiş ölçek ve yaygınlıktaki bir borçlanmaya yol açtı. Bu sürecin tek maliyeti, ülkelerin -tabii ki emekçi yığınların- bir borç batağına çekilmesi, sömürünün ağırlaşması olmadı. İşçi sınıfının başta kendi gerçekliği olmak üzere ülkesinin, dünyanın gerçekliğiyle kurduğu bağ muazzam ölçüde zayıfladı. Gerçeklikle kurulan bağdaki zayıflamanın bir boyutunu artan borçlanma olanaklarıyla birlikte tüketim imkanlarının genişlemesi ve piyasacılığa alan açılmasının sonuçları oluşturdu. Sınıf bilincinin üstünü örten bir tüketici toplamın parçası olmanın, buradan kimlik bulmanın ya da kurmanın etrafına örülebilecek ideolojik ve siyasi süreçler malum. Ancak bir diğer boyut vardı ki zaman zaman değinilse de yeterince vurgulanmadı. Modern zamanların başından bu yana işçi sınıfı ilk defa bu kadar itibarsızlaştı. Sınıflar mücadelesinin bilindik karşı karşıya gelişlerinin sonucu yaşanan değişik düzlemlerdeki yenilgilerin sonuçlarından farklı bir değer kaybıydı bu. Artan otomasyonla boşa çıkan kol emekçisinin, yükselen faşizme omuz veren, ideolojik olarak teslim olan Alman veya İtalyan işçinin, tarihin değişik dönemlerinde siyasi enerjisi düzen partileri tarafından heba edilen emekçilerin durumundan farklıydı. Üretimin insanlık açısından önemini yitirdiği izlenimi yaratılıyordu ve işçi sınıfı dünyanın, ülkesinin bugününe ilişkin önemini kavramaktan uzaklaşıyor, değersizlik hissi kolayca empoze edilebiliyordu. Sanayisizleşme, pek çok ülkede sanayi üretimin milli gelir içindeki payında gerileme bir vakıa idi. Ama ne global ölçekte sanayi üretim geriledi ne de ülkeler ölçeğinde geniş anlamıyla üretimin genişlemesi durdu. Özellikle bizim gibi ülkelerde tarihin en büyük talanı yaşanırken toplumun bütününe hortumla beslenen, her tür ekonomik faaliyetin dışarıdan gelen parayla yürütülebileceği hissi başarılı bir şekilde enjekte edilmiş oldu. Başa dönecek olursak insani faaliyetin bu denli değersizleştirilebildiği bir dönemde insan olmak zorlaştı. AKP iktidarına, son 12 yıla bir de bu gözle bakmakta fayda var. Elbette bir bütün olarak yaşadıklarımıza da... Bugün işçi sınıfının yeniden önem kazanması "insan olmak" için gerek şartlardan biri. Bunun yolu da hiç kuşku yok işçi sınıfının politik mücadelesinden, kadınıyla erkeğiyle emekçilerin yeni bir toplum projesi için örgütlenmesinden geçiyor. Çok mu ezber oldu? 25 yıllık bir büyük illüzyondan uyanmak için gerçekleri daha yüksek sesle söylemeye, hatırlamaya, hatırlatmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız yok mu?