Kabus kapıya dayandı!

Milliyet dün şöyle bir manşet atmış: “Kabus kapıya dayandı! Aşırı sağcılar önde.”

Haber şuna dayanıyor: Fransa’nın milliyetçi, sağcı siyasetçisi Le Pen, Nisan sonunda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde %26 ile önde gidiyor. Hollanda’da 19 Martta yapılacak milletvekili seçimlerinde ise Geert Wilders liderliğindeki “aşırı sağcı” Özgürlük Partisi’nin en fazla sandalyeyi alacağı kesinleşiyor.

İyi de Milliyet bunu neden bir kabus olarak görüyor ki! Türkiye’de sanki “ılımlı” sağ iktidarda. Faşizan bir rejimin içinde yaşadığımızı ve Milliyet’in de bu rejime yandaş olduğunu biliyoruz.

Sorun Avrupa’da yükselen sağın İslam düşmanlığında mı? Bu kadar dehşete düştüklerine göre Avrupa’da ve Türkiye’deki “aşırı sağ”ın din faktörüne bağlı uyumsuzluğu onları korkutuyor olmalı.

Oysa hem Türkiye’de, hem de ABD ve Avrupa ülkelerinde sağın yükselişi emperyalizmin ve  sermaye sınıflarının siyasi tercihleriyle gerçekleşti.

Avrupa’da faşizm kendi kitlesini yaratmak için İslam düşmanlığını kullanıyor. Tıpkı Nazilerin 85 yıl önce iktidara gelmek için Yahudi düşmanlığını kullanması gibi. Oysa Nazizmin iktidara gelişine, ABD ve İngiliz emperyalizminin göz yumduğunu ve asıl amacın dünyanın ilk sosyalist ülkesi olan Sovyetler Birliği’ni yok etmek olduğunu o zaman da biliyorduk, şimdi de biliyoruz.

Daha önce de bu konuya değinmiştik, ama bir kez daha Batının emperyalist dünyasında faşizmin yükseliş nedenlerine bakalım.

Avrupa Birliği'nin (AB) en revaçta olduğu zamanlarda dahi bunun son derece hiyerarşik bir yapı olduğunu ve Alman emperyalizminin merkezinde durduğunu söylüyorduk. Buna Alman sermayesinin birikiminin yanı sıra İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalizme karşı cephe ülkesi olması neden olmuştu.

ABD hegemonyasının ortasında sinsice yükselen bir dev ortaya çıktı. Bırakın dünyanın diğer kısımlarını AB’deki ülkelerin hemen tamamı Almanya’ya karşı ticari açık veriyorlar. 2015’te Almanya ile ticarette Fransa  40, İtalya 11, İspanya 12 milyar dolar  açık vermiş.

Üstelik Almanya sanayiye dayalı ticari üstünlüğünü siyasete mal etmeye çalışıyor. Alman emperyalizmi çok sayıda vakıf üzerinden sinsice ABD hegemonyası dışında kendine ait bir dünya kurmayı deniyor. Bu politikanın şampiyonlarından olan, Alman tekellerinin gözdesi ve Trump’ı “Nefret Vaizi” diye tanımlayan Frank-Walter Steinmeier çok yeni Cumhurbaşkanı olarak seçildi.

Almanya karşısında sürekli gerileyen ülkelerde ise yükselen faşist hareket AB’ye, Avro’ya dolayısıyla Almanya egemenliğine karşı çıkıyorlar. Trump ekibinin Avro’nun 18 aya çökeceğini söylemesi de bu eğilimi yansıtıyor.

Öyle ya, Rusya Sovyetler Birliği değil, neden soğuk savaş düzenini Almanya’nın suistimal etmesine izin versinler.

Ama başka bir şey var, Batının emperyalist dünyasını tehdit eden Çin denizi etrafındaki sermaye birikimi. Başlıca Çin’deki sermaye değersizleştirilmeli veya ABD hegemonyasındaki Batıya boyun eğmeli.

Avrupa’daki faşizm son –ama gerçekten son olacak- bir Haçlı Seferi için emekçi sınıflardan asker toplamak üzere iktidara yerleşmeye çalışıyor.

Biz ise;

eşitliğe dayalı uluslararası bir bütünleşmenin sosyalizmin bayrağı altında ve

faşizmin, gericiliğin kökünün kurumasının ancak tekellerin zenginliği emekçilere geçince mümkün olacağını,

liberal/faşist çekişmesinin farklı emperyalist stratejilerin ürünü olduğunu

ve zamanın daraldığını çok iyi biliyoruz.

Herkes saflara!