Doğu Akdeniz’in emperyalist dünyanın jeopolitiğinde önemi olduğu ve Kıbrıs’ın konumu gereği bir uçak gemisi olarak nitelendirildiği biliniyor.
Bir kere dünya ticaretinin üçte biri kadarı Akdeniz’i ve Süveyş Kanalı'nı kullanılarak yapılıyor. İngiliz emperyalizmi Kıbrıs’taki üslerinin Ortadoğu’yu ama özellikle Süveyş Kanalı'nı kontrol etmekle ilişkili olduğunu hiç saklamadı.
Rekabet içindeki bütün güçler Kıbrıs’ta bir konum elde etmeye çalışıyorlar. ABD İngiliz askeri üslerini halihazırda kullanabilirken, kendine ait bir üs için görüşmeler yapıyor. Suriye’de uzun süreli askeri bir üs elde eden Rusya Kıbrıs için de şansını deniyor. Çin’in Akdeniz’e varan Yeni İpek Yolu ise rekabeti kızıştırıyor, doğal olarak Kıbrıs’a uzanıyor. Çin’in derinden işleyen tarzıyla Kıbrıs’ta altyapı yatırımları olduğu, bazı limanları işletmek istediği biliniyor. Bu emperyalist rekabeti daha da yükseltiyor, Doğu Akdeniz’deki askeri yığınağı arttırıyor.
Bu denklem 1990’dan sonra Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol kaynaklarının bulunması ile çok daha karmaşık hale geldi. Daha ayrıntılı bilgi için Kerem Aydın tarafından yapılan habere bakılabilir.
Doğu Akdeniz’de keşfedilmiş doğalgaz rezervinin 2 trilyon metreküpe ulaştığı ve bunun yeni keşiflerle 10 trilyon metreküpü aşabileceği söyleniyor. Bu miktarın büyük kısmı Mısır’ın hemen açığında ve Nil Deltası'nda yer alıyor. Diğerleri ise Kıbrıs’ın 150 km kadar güneyine uzanan havzaya dağılmış olarak bulunuyor. Kıbrıs ile Türkiye arasında ise ne yazık ki bugüne kadar keşfedilen bir rezerv alanı bulunmuyor.
Dünyanın 200 trilyon metreküpe yakın bilinen doğalgaz rezervi olduğu düşünülürse Doğu Akdeniz rezervleri dünya enerji dengelerini değiştirecek bir boyut kazanmıyor. Ancak bölge ülkelerinin ekonomisine ve bu rezervleri işletecek şirketlerin kârına önemli bir katkı yapabileceği anlaşılıyor. Ayrıca yazının başında bahsettiğimiz gibi, emperyalist rekabette doğalgazın bahane edilerek daha fazla bölgenin egemenlik altına alınması ve askerileştirilmesi söz konusu.
Gerçekten Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sermaye iktidarı Yunanistan, İsrail ve Mısır ile anlaşma yaparak Kıbrıs’ın güneyindeki potansiyel rezerv alanlarını “Münhasır Ekonomik Bölge” olarak ilan etti. Bu bölgeyi aşağıdaki haritada görülen 13 parsel alana ayırdı ve bunları enerji tekellerine bir komisyon karşılığı pazarlıyor.
Haritada Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oluşturduğu doğalgaz ve petrol sondajları için 13 parsel görülüyor. Bunlardan 1-2-3-8-9-12 ve 13. parsellerde Türkiye de hak iddia ediyor.
Bu pazarlamanın şimdiye kadar bildiğimiz sonuçlarına göre; ABD tekeli ExxonMobil, ABD-İsrail ortak şirketi Noble Enerji, Fransız tekeli Total, İtalyan tekeli ENI, Güney Koreli Kogas ve Katarlı Qatar Petroleum’a lisans verilmiş.
Tekeller kendi ordularını da çıkarlarını koruması için bölgeye çağırıyor. Örneğin, Total ile lisans sözleşmesi imzalandıktan sonra Fransa Kıbrıs’la deniz üssü için anlaştı. Altı ay içinde çalışmaya başlayacağı öngörülen Vasiliko Deniz Üssü’ne yerleşecek Fransız Donanmasının Total’i koruyacağı açıkça anlaşmada yazılmış gözüküyor. ABD ise giderek artan askeri varlığının enerji tekellerinin çıkarlarıyla ilişkili olduğunu açıkça ilan ediyor.
Şimdi bu koşullarda Türkiye’nin, daha doğrusu Türkiye sermaye sınıfının düştüğü duruma bakın.
Doğalgaz rezervleri açısından yoksul olan Türkiye Doğu Akdeniz’deki bulunan/bulunacak rezervlerden hak iddia ediyor ama aynı zamanda diğer güçler gibi siyasi hegemonyasını da yaymayı amaçlıyor.
Bunu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) üzerinden TPAO ile yapılan anlaşmaya dayandırıyor ve Kıbrıs’ın ilan ettiği ve tekellere pazarladığı parsellerin bir kısmını kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi olarak ilan ediyor ve sondaj için girişimde bulunuyor.
Ama bu iddianın zayıf bir yanı var, KKTC’yi 45 yıldır dünyada tanıyan Türkiye dışında tek ülke yok.
Güçlü olmayan ekonomisi ile donanmaya dayanarak emperyalist devletlere karşı yeni bir hukuk oluşturması da mümkün gözükmüyor. Tabii pazarlık yapabilir, ama eli ne kadar güçlü ve karşılığında emperyalist devletlere ne vaat edecek bilmiyoruz.
Emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi içinde Türkiye’nin burnu sürtüleceğe benziyor.
Oysa Türkiye işçi sınıfı potansiyel kuvvetinin yanında ne yapmak istediğini bildiği için de güçlüdür.
Kıbrıs sermaye sınıfının ve emperyalizmin egemenliğinden kurtulmalı, etnik kimliğe bakılmaksızın bir emek cumhuriyeti olmalı, kurulacak sosyalist dünyada bu şekilde yerini almalıdır.
O zaman doğal kaynaklar bölgedeki bütün halklar arasında ortak bir plana bağlı olarak paylaşılabilir, emekçilerin refahı için barış içinde kullanılabilir.