ANALİZ I Doğu Akdeniz'de enerji düğümü

Merkezinde Kıbrıs adasının durduğu Doğu Akdeniz, enerji kaynaklarının keşfi ile başlayan süreçte emperyalist güçlerin Suriye’den sonra yeni bir hegemonya mücadelesinin adresi haline geldi. Türkiye’nin dış politikada gündelik pozisyonlara ayarlı stratejisi, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerde belirleyici bir aktör olabilmesinin önündeki en büyük engel olarak öne çıkıyor.

Kerem Aydın

Doğu Akdeniz’de sular, önce zengin doğal gaz kaynaklarının keşfedilmesi ve ilerleyen yıllarda ise Güney Kıbrıs, Mısır ve İsrail’in bu kaynakların çıkarılması ve denizde arama faaliyeti için ihaleler düzenlemesi ile ısındı. Bölgedeki enerji kaynaklarının potansiyeli ile ilgili olarak yapılan çok sayıda spekülasyon ve tartışma, beraberinde çeşitli komplo teorilerini de doğuruyor. Bu potansiyelin, dünya enerji jeopolitiğini kökünden değiştirebileceği ve yeni enerji akslarının oluşabileceği tezleri havada uçuşuyor. Türkiye’de ise konu, özellikle hükümete yakın medya tarafından enerjide dışa bağımlılığın sona ermesini sağlayacak ve ülkenin enerji ticaretinde kavşak olma rolünü perçinleyecek bir gelişme olarak sunuluyor. 

Ancak bu iddia ve tespitlerde gözden kaçırılan nokta, Doğu Akdeniz’in ve burada yükselen gerilimin dünyada başlı başına yeni bir siyasi araç olarak kullanılmakta olduğu gerçeği. Öyle bir araç ki, bölge ülkelerinin birikmiş ve donmuş dış sorunlarının emperyalist dengelerin gerektirdiği ölçüde gündeme gelmesine yarayacak ve belki de bu sorunların bir kısmını emperyalist çözümlere ulaştıracak...

Altı çizilmesi gereken diğer konu ise Doğu Akdeniz havzasının, sadece kanıtlanmış ya da potansiyel enerji kaynakları açısından değil coğrafi konumu nedeniyle önemli olması. Ortadoğu’nun batıya yani Akdeniz üzerinden Avrupa’ya açılan kapısı durumundaki havza, emperyalist güçlerin bölgedeki askeri yığınağı ve dünya ticaret hareketleri için stratejik bir coğrafyaya işaret ediyor. Rusya Suriye’nin batı kıyılarında, İngiltere ise Güney Kıbrıs’ta NATO kullanımında üslere sahip. ABD uçak gemileriyle bölgeye konuşlanırken, bir yandan da Güney Kıbrıs’tan kendine üs talebinde bulunuyor. 

Dünya deniz ticaret geçişlerinin ise yaklaşık üçte biri Akdeniz’i kullanıyor. Ayrıca Kızıldeniz’in Akdeniz’e çıktığı, enerji ve mal ticaret rotalarının geçtiği Süveyş Kanalı da aynı bölgeye açılıyor. 

BÖLGEDEKİ ENERJİ KAYNAKLARI POTANSİYELİ

BP Yıllık Enerji İstatistikleri’ne göre 2017 yılı itibariyle dünyada kanıtlanmış doğal gaz rezervlerinin büyüklüğü 193,5 trilyon metreküp düzeyine ulaşıyor. Bu rezerv büyüklüğü, mevcut doğal gaz üretim seviyesi baz alındığında, yaklaşık 53 yıl yetecek bir düzeye işaret ediyor. Aynı istatistikler, 2017 yılında kanıtlanmış doğal gaz rezerv artışına en fazla katkıyı 0,3 trilyon metreküp ile İsrail’in yaptığını gösteriyor. 

Mısır, İsrail, Lübnan, Yunanistan ve Türkiye’nin kıyısı bulunan Doğu Akdeniz’de yer alan Güney ve Kuzey Kıbrıs olmak üzere ikiye bölünmüş Kıbrıs, kıyısı bulunan ülkelerle birlikte doğal kaynaklar üzerinde hak iddiasında bulunuyor. Bu havzanın enerji kaynakları açısından potansiyeli üzerine çokça spekülasyon yapılıyor. Öncelikle, Doğu Akdeniz havzasında özellikle doğal gazda önemli rezervler tespit edildiğini söylemek gerekiyor. Ancak halen tespit edilmiş ve kanıtlanmış rezerv büyüklükleri, dünya doğal gaz ticaretinde denklemi değiştirebilecek seviyede değil.

Doğu Akdeniz’de kanıtlanmış doğal gaz rezervi, halen 2 trilyon metreküplük bir büyüklüğe ulaşıyor. Bu kanıtlanmış rezervlerin büyük bölümü Mısır ve İsrail deniz alanlarında bulunuyor. 

ABD Jeolojik Araştırma Merkezi’nin (USGS), 2010 yılında yayınladığı verilere göre ise söz konusu havzada 10 trilyon metreküplük potansiyel yani henüz keşfedilmemiş bir doğal gaz olabileceği ifade ediliyor. Bu potansiyelin yine 6,3 trilyon metreküplük bölümü Mısır deniz alanları ve Nil Körfezi dolayında bulunuyor. 

Halihazırda bölgede kanıtlanmış 2 trilyon ve potansiyel (henüz keşfedilmemiş) 10 trilyon metreküplük doğal gaz rezervi, dünya enerji ticaretinde önemli ama sınırlı bir etkiye sahip olacak. Şu anda keşfedilmiş olan 2 trilyon metreküplük doğal gazın büyük bir kısmının İsrail ve Mısır’ın iç tüketiminde kullanılması öngörülüyor. Ancak özellikle Mısır, bulunan kaynaklarla birlikte uzun bir süre sonra doğal gazda net ihracatçı konumuna yükseliyor.

Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği deniz alanlarında çıkarılabilir doğal gaz rezerv tahmini ise 130-200 milyar metreküp düzeyinde. Bu büyüklük adanın kendi ihtiyaçları açısından önemli olmakla beraber uluslarası doğal gaz ticareti açısından çok önemli bir büyüklüğe işaret etmiyor. Tartışıldığı üzere Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği rezervlerle ilgili büyüklük tahmini mevcut düzey düşünüldüğünde, sadece Güney Kıbrıs rezervleriyle AB’ye bir boru hattı projesinin maliyetini kurtarmayacağı görülüyor. Karşılaştırma açısından 200 milyar metreküp doğal gazın, Türkiye’nin taş çatlasa 4 yıllık ihtiyacını karşılayacak bir hacim olduğunun altını çizelim.

DOĞU AKDENİZ NASIL ISINDI?

Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları potansiyelinin ortaya çıkmasının ardından, buraya kıyısı olan ülkeler yıllar içerisinde hak iddiasında bulunmaya başladılar. Hak iddiaları, açık denizlerde ülkelerin karasuları kabul edilen 12 mile kadar olan bölgelerin ötesinde Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre 200 millik mesafeyi Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kabul edebilmeleri esasına dayanıyor.

Güney Kıbrıs, 2004 yılında Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan ederek, bölgedeki deniz sahalarına ilişkin ilk iddiasını ortaya koydu. Sonraki yıllarda bu bölgedeki sahaları 13 parsele bölen Güney Kıbrıs, petrol ve doğal gaz aramaları için ihaleler düzenleyerek yabancı şirketleri bölgeye davet etti. Güney Kıbrıs bu adımları atarken güney deniz komşuları ile karşılıklı MEB anlaşmaları da yaptı. Güney Kıbrıs’ın 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail ile yaptığı anlaşmalarla MEB sınırlarında uzlaşma sağlandı. Güney Kıbrıs, aynı zamanda AB ve Yunanistan’ı da konunun tarafı haline getirmeye çalışıyor. 

Bu noktada, sadece kendi keşfettiği ve büyüklüğü sınırlı Güney Kıbrıs rezervlerini değil, Doğu Akdeniz’deki toplam potansiyel rezervlerin AB ve dünyaya ulaştırılmasında kavşak noktası olmasını koz olarak kullanıyor. Ayrıca, Mısır ve İsrail ile ikili anlaşmalarla enerji ticaretini geliştirerek  attığı adımları sağlamlaştırıyor. Benzer ikili anlaşmalar Mısır ve İsrail arasında da yapıldı.

İsrail’in Tamar ve Leviathan sahalarından çıkarılacak doğal gazın AB’ye iletilmesi için İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasında bir ön anlaşma imzalandı. Bu üçlü anlaşmanın hayata geçirebilmesi ve ekonomik olabilmesi için en fazla rezerve sahip ülke konumundaki Mısır’ın da bu anlaşmaya dahil edilmesi gerekiyor. Nitekim, bu üç ülke yetkilileri bu yönde girişimleri olduğunu açıkladılar. Ancak deniz altından AB’ye ulaştırılacak bir boru hattı açısından bir diğer sorun ise güzergah ile ilgili. Boru hattının Doğu Akdeniz’in Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın hak iddia ettiği alanlardan geçmesi yeni bir krize neden olacak. 

Doğu Akdeniz’de suları ısındıran asıl gelişmeler, Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği 13 parselin birkaçında ihaleye çıkılması ve ardından çalışmalara başlanması oldu. Çünkü bu belirlenen parsellerin bir bölümü Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın henüz resmen ilan etmemiş oldukları MEB sınırları içerisinde kalıyor ya da bu alanlarla çakışıyor. Güney Kıbrıs, Yunanistan ve AB’nin desteğini alıp yabancı petrol tekellerini tartışmalı sahalara sokarak, emperyalist ülkelerin bölgedeki soruna kılıç atmasını amaçlıyor. 

Güney Kıbrıs’ın yaptığı ihaleler sonucunda ABD şirketi ExxonMobil, Fransız Total, İtalyan ENI, Güney Koreli Kogas ve Katarlı Qatar Petroleum’a lisans verdi. Bunlardan İtalyan ENI’nin faaliyet göstereceği 6. parsel, Türkiye’nin hak iddia ettiği saha ile kısmen çakışıyor. 2018 yılının Şubat ayında ENI’nin Saipem 1200 adlı gemisi, Türkiye hücumbotları tarafından engellendi.

Arkasından Türkiye kendi kıyılarından başlamak üzere TPAO’ya ait Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis adlı sismik araştırma gemilerini bölgeye gönderdi ve nihayetinde Türkiye’nin ilk derin deniz sondaj gemisi Güney Kore yapımı Fatih, Ekim ayı sonunda Antalya açıklarında Alanya-1 kuyusunda sondaja başladı. 

Krizi körükleyen bir diğer nokta ise Güney Kıbrıs’ın örneğin Türkiye MEB’i ile çakışmayan bloklarda çıkarılacak kaynakların ikiye bölünmüş Kıbrıs’ta nasıl paylaşılacağı konusu oluyor. Bu durum ister istemez, “Kıbrıs Sorunu”nu sıcak hale getiriyor. Örneğin ExxonMobil’in faaliyet gösterdiği bloklara şirket, sondaj gemisini bu ay gönderdi ve geçen hafta çalışmalar başladı.

Bu tartışmaların dışında, Mısır ve İsrail ise doğal gaz kaynaklarının çıkarılması için sessiz ve sakin bir biçimde çalışmalarını yürütüyor. Ancak özellikle İsrail-Filistin konusu ve İsrail’in Lübnan ile ilişkileri, söz konusu enerji gündeminden bağımsız değil.

TÜRKİYE’NİN İDDİALARININ ALTI DOLU MU?

Ekim ayında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Gördük ki Rum tarafı Kıbrıslı Türklerle yaşamaya hazır değil ve Ada'daki ekonomi ve siyasi gücü eşit bir şekilde paylaşmaya hazır değil. Şimdi ise yeniden ne yapabiliriz arayışı içindeyiz.” diyerek Kıbrıs konusunda yeni müzakerelere hazır olduklarının mesajını vermişti. Aynı açıklamasında sondajlarla ilgili olarak, “Bir taraftan Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesinde sondajlarımızı yapacağız. Diğer taraftan da KKTC'nin daveti üzerine KKTC'nin deniz yetki alanları ve münhasır ekonomik bölgesinde yani Ada etrafında da bu sondajlarımızı sürdüreceğiz. Derdimiz kimseyle kavga etmek değil, zenginliklerin hakça paylaşılmasıdır” dedi.

Kasım ayında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan konuya ilişkin “ABD'lilerin Exxon Mobil'le Rumların müşterek bir çalışması var. ABD'liler de, ‘Oraya siz girmeyin, bunun dışında ne yapacaksanız yapın’ havasındalar. Biz malum önce kuzeyden başladık şu anda. Bu iş için iki sondaj gemimiz, iki sismik gemimiz olacak. Sondaj gemilerimizden bir Doğu Akdeniz'de diğer ise Karadeniz'de çalışacak. Sismikler zaten çalışıyor. Böylece kararlı bir şekilde bu yola devam edeceğiz. Uluslararası yasalara göre karasularda ne çıkarsa tüm Kıbrıs halkınındır. Nüfusuna göre pay edilir. İhale süreci de dahil birlikte ele alınması lazım.” şeklinde açıklama yaptı.

Türkiye tarafından yapılan açıklamaların, ön almaya dönük olmadığı aksine Güney Kıbrıs’ın attığı adımlara ses vermekle yetinildiği görülüyor. Bunun nedeni, Doğu Akdeniz’de enerjide Türkiye’nin daha iddialı hamleler yapabilmesinin, Kıbrıs konusu başta olmak üzere kıyısı bulunan tüm ülkelerle yaşadığı sorunları yeniden ele almasına bağlı olması. Ayrıca, petrol tekelleri bölgede faaliyet yürütmeye başlayan ve bölgesel iddiaları olan emperyalist ülkeler ile karşı karşıya gelmekten çekinildiği anlaşılıyor. Doğu Akdeniz’de denklem karmaşık olduğu ölçüde, adım atmakta tereddütlü davranılıyor. Türkiye’nin halihazırdaki çalışmalarının henüz tartışmalı sahalarda olmaması da bu durumla ilgili.

Yine benzer nedenlerle Türkiye şimdilik, Doğu Akdeniz’de hak iddialarını MEB ilan ederek güçlendirmekten, resmi hale getirmekten ve bütünlüklü bir politika belirlemekten kaçınıyor. 

Öte yandan, aynı süreçte bir koz olarak kullanılan devlet petrol şirketi TPAO’nun zayıflatılmasına dair düzenlemeler yapılmış olması, AKP hükümetinin bölgedeki iddialarının yerli ve yabancı sermayenin çıkarları ile sınırlandığını gösteriyor.

2017 yılının yaz aylarında, kuruluşundan bu yana TPAO tarafından yürütülen sondaj, workover, kuyu tamamlama ve jeofizik operasyonları servis hizmetleri şirket bünyesinden çıkartılarak, BOTAŞ’a bağlı TPIC adlı bir başka şirkete devredildi. Artık TPAO bu faaliyet ve hizmetleri, dışarıdan hizmet alımı yoluyla yaptırtacak. TPAO’nun zayıflatılması anlamına gelen bu devir, milli petrol şirketinin özelleştirilmeden önce özel şirket mantığıyla yeniden yapılandırılmak istendiğine işaret ediyor. Bir yandan TPAO’nun yeni gemisiyle bölgede sismik araştırma yaparak bölgede biz de varız denirken, aynı milli şirket piyasanın emrettiği şekilde zayıflatılıyor. Petrol sektöründe devlet piyasa tanrısına tümüyle boyun eğerse, bölgede bayrak göstermek istenildiğinde Türkiye’nin elinde kamu petrol şirketi kalmamış olacak.