Zaaf mı, atak mı?

Solun, sadece Türkiye'de değil, daha geniş bir ölçekte işbirliği veya cephe kavramına gölge düşüren bir pratiği olduğunu saptamak gerekir. Birçok örnekte cephe çağrı ve deneyimleri, ayıp örtme anlamına gelmiştir.

Gerilere gitmeksizin Türkiye solunda “birlik” adına sergilenen pratiğin çoğunlukla böyle olduğunu söyleyebiliriz. Güçleri birleştirmek gerekliliği, yalnızca farklı öznelerin karşı karşıya bulundukları zorluğun altından tek başlarına kalkamayacak olmalarıyla gerekçelendiriliyorsa, zayıfların birliği önerilmiş olmaz mı?

Herhangi bir öznenin tek başına bir zorluğun üstesinden gelememesi, masum bir ifade gibi görünebilir. Ancak burada itiraf edilen, aynı zamanda sosyalizmin en sağlıklı, mantıklı, doğru yolu olarak kendini ortaya koymuş bir öznenin programının da çözüm getirmediğidir. Sorun da zaten tam bu noktada düğümlenir. En doğrusunuzdur, ama doğru olmak yetmemektedir!

Bu birlik yaklaşımından herkesin doğrusundan ödün vermesi biçiminde bir yöntem türer. Pratikler, her biri sosyalizm yolundaki tarafların, aynı zamanda daha gelişkin bir doğruyu birlikte aramalarıyla da sınırlı kalmamış, genellikle ortalamacılık, sosyalist hedeflerin belirsiz geleceklere ertelenmesi, sulandırılması, sosyal-demokratlaşma, CHP'cilik sökün etmiştir.

Bu kapsama giren örnekler, ayıbı örtmez, yeni ve daha çapraşık ayıplar üretir. Kabaca Türkiye solunun birlik deneyimlerinin en bilinen, en fazla iz bırakanları böyle özetlenebilir niteliktedir.

2010 yılında Türkiye'de, bu kategoriyi biraz daha şişirmenin hiç alemi yoktur!

Ancak geçmişin baskın pratiklerinin geleceği mutlaka belirleyeceklerini nereden çıkartıyoruz? Geleceğimiz geçmişin esiri olmaya mahkum mudur?
Bugün Türkiye'de bir cepheye gereksinim vardır ve bu cephenin zaafları örtmeye değil atağa geçmeye yönelmesi, ayıp üretmeye değil ufuk açmaya hizmet etmesi pekala mümkündür. Daha doğrusu, denenmesi gereken ikincisidir.

Bir ayrım çizgisi “AKP karşıtlığı” diyebileceğimiz bir kavramlaştırmadan geçer. İhtiyacı duyulan cephe, yalnızca AKP'yi durdurmaya, ne pahasına olursa olsun ve ne tür bir yolu beslerse beslesin AKP'ye alternatif aramaya odaklanacaksa, aslında fazla uğraşmaya da gerek kalmaz. Çıplak gözle bakıldığında, AKP adını taşıyan örgütlenmenin somut, güncel alternatifinin CHP olduğu açıktır!

Peki ya CHP, aslında AKP'nin mimarı olduğu yeni bir rejimin ortağı olmaktan öteye gitmiyorsa ne olacak? Bugün durum budur ve dar anlamda AKP'nin alternatifi olan CHP, daha geniş ve tarihsel anlamda bir alternatif sayılamaz. Kılıçdaroğlu CHP'sinin laiklik ve bağımsızlık gibi Cumhuriyetin temel tezlerini bir kenara bırakmayı kabul ettiği bir gerçektir.

O zaman açık konuşalım. Günümüz CHP'ciliğinin özgün anlamı şudur: Solun AKP üzerinden bu yeni rejime dahil edilemeyen kesimlerinin aynı problematiğe CHP aracılığıyla taşınması! Bu olursa, ortaya Laçiner'den, Belge'den aşağı kalmayan bir yeni ayıp çıkar sadece.

İkinci bir ayrım çizgisi, solun verili siyasal öbeklerinin yan yana getirilmesiyle yetinen bir perspektifin ötesine geçilip geçilmediği noktasından çekilebilir. Toplumsal ölçülerden bakıldığında büyük güçleri barındırmadıkları aşikar olan verili sol hareketlerin, örnek olsun, tek başlarına veya birlikte önlerine koyacakları oy hedefleri arasında kayda değer bir fark olmayacaktır. Tek tek sosyalist partilere, güç kriteri açısından güven duyamayan sıradan bir emekçi varsayın. Bu emekçimizin güçsüzlerin birliği karşısında bir süreliğine heyecanlanması mümkündür. Ama güçsüzlerin toplamından salgılanan bu heyecanın bir hayal kırıklığına dönüşmesi, neredeyse kaçınılmaz olmayacak mıdır?

Üçüncü bir ayrım çizgisi de programatik alanda ortaya konabilir. Birinci Cumhuriyeti tarihe gömen gerici rejimin alternatifi, eskinin reformdan geçirilmiş hali olabilir mi? Ya da bu gerici rejimin birtakım demokratik ögelerle dengelenmesi ve zararının minimize edilmesi makul bir amaç mıdır? Yoksa alternatif sosyalizmde mi aranmalıdır?

Şimdilik bu kadarının yeteceğini zannediyorum. Tekrarlarsam, bugün Türkiye'de acil ve mutlak gereksinimi duyulan cephe, dar AKP'yi değil geniş İkinci Cumhuriyeti karşısına almalı, bunu yaparken siyasal coğrafyayı toplumsal direncin dinamiklerine dayanarak alt üst etmeyi öngörmeli ve sosyalizm programı tarafından belirlenmelidir.

Kurgu böyle olduğunda eski tatsız bir filmin yeniden vizyona girmesinin kaderimiz olmadığını da kanıtlayabiliriz. Kaldı ki, keyif vermeye ve öğretici olmaya devam eden başka eski filmler de vardır. Merak edilirse, 1848 devrimlerinin derslerinden sosyalizm hedefini geri çekmeyi düşünmeksizin ittifaklar türetmeye çalışan Marx'a ve Engels'e, daha da iyisi işçi sınıfının ve partisinin önderlik edeceği bir devrim fikrini terk etmeksizin kendi ülkesinin toplumsal dinamiklerine aynı gözle bakan Lenin'e baş vurulabilir.