Aydemir Güler

Cumhuriyetçilerin birliği olgunlaşmış tarafların aralarında kontrat imzalamasıyla değil, samimi diyalog, yapıcı tartışma ve ortak mücadeleden çıkacaktır.

Birlik ve Cumhuriyetçiler…

Aydemir Güler

Birlik kavramının ayıp örtmek için kullanılışına solda çok rastlandı. Üstünde birlik ve başka pozitif çağrışımlı sözcükler yazılan bayraklar açılıp, devrimci programların, partilerin tasfiye edilmesine az tanık olmadık. “Solun birliği” dendiğinde irite olduğumu söylemek durumundayım. Nedeni bu deneyimdir. 

Bugün de “en geniş demokrasi güçlerinin birliği” ifadesinin bırakacağı ilk izlenim, bir “baş düşmana karşı” safları sıklaştırmak oluyor. Ancak buna başka bir şey eşlik ediyor; zımnen o saflara sosyalizm seçeneğinin alınmayacağı da kast edilmiş oluyor. “Bunca güncel yakıcı dert varken, kalkıp da sosyalizm hedefinden dem vurmak” bir fantezi sayılıyor...

Peki, ya söz konusu güncel derdin biricik kalıcı çözümünün sosyalizmde gerçekleşeceğini bilenler ne yapacak? 

Programlarımızı ve/veya o programda ısrar eden örgütlerimizi önemsizleştirmek, rafa kaldırmak, belki de tasfiye etmek şıklarından birini işaretlemekte özgürüz!

Keşke dertler, devrimciler sosyalizmden geri durduklarında çözülebilseydi… Kuşkusuz ortalamacı bir çare, maksimalist bir formülden daha kolay olurdu. Kolayı varken zoru aramak akıllı işi değildir, elbette!

Ama öyle olmuyor. Kalabalık ortalama lehine gerçek, köklü çözümden vazgeçilince, bir araya gelenlerin toplam gücü, umulanın aksine azalıyor. Sorunların yaratıcısı sömürücü egemenlerse çarklarını döndürmekte rahatlıyorlar.  Deneyim çoğunlukla bunu gösterdiği içindir ki, solun birliği güzellemeleri, kural olarak tuzak içerir.

*    *    *

Ancak bu deneyim, birliğin genel olarak sahip olduğu pozitif anlamı ortadan kaldırmaz. İttifaklar siyasetin zorunlu parçasıdır. Bugün ise Türkiye’de Cumhuriyetçilerin birliğine dönük ihtiyaç yakıcıdır. Hazırlıkları sürmekte olan bir girişim yakın zamanda meyvesini verecek. Cumhuriyetçiler bir çırpıda, akşamdan sabaha birleşmiş olmayacaklar. Ama yola çıkılacak… 

Konu solun birliği değil, bunu yukarıda söyledim. Oradan devam edeyim.

Solcu deyince kimin kast edildiği açık zannedilebiliyor. Yanlış; öyle değil. 

Örneğin bazı solcular laikliğe burun kıvırmakta, bağımsızlığın modasının geçtiğini düşünmekte, piyasanın demokratik bir toplumun esası olduğunu iddia etmekteler. Somut olarak Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşme ve aydınlanma tarihini, halka karşı tepeden inmecilikle suçlayanlar solcu geçinebilmekte. Bunlara göre söz konusu tarih, ülkemizin, bizim emperyalist dediğimiz dünyadan tecrit etmesine neden oldu. Neden bu yolun tercih edildiğini ise aynı çevreler, devletin başta Kürtler olmak üzere “kimliklerin” üstünde tepinme tutkusuyla açıklar. Devletin sınıfsallığına ise hiç girilmez. Özetle solun bir bölümü Cumhuriyeti bir ilerleme değil halka düşmanlık saymaktadır.

Bana sorarsanız, bu iddialar solculuğa giremez. Ama ne çare ki, kamuoyunda sol olarak algılanan bir dizi Cumhuriyet düşmanı etrafta. Bunlara liberal sol diyoruz…

Madem öyle, “Cumhuriyet ekseni” solu çoktan bölmüş bulunuyor. Bu bölünmeyi geriye sarmayı iki karşıt yakada kalan solcular zaten istemiyorlar. Liberal solcular da, biz de… İstemiyoruz. Zaten dünyada, bölgede ve ülkedeki gelişmeler, suların hayli yükseldiğini ve aramızdaki köprüleri önüne katıp götürdüğünü göstermektedir. Durum çoktan beri böyle.

Liberal sol emperyalistler ve şeriatçılardan sonra geleneksel faşist hareketle de ortak paydalar bulurken, Cumhuriyetçilerin önünde yeni bir ufuk açılmıştır. Bir ittifak stratejisinin zemini olarak, bu anlamda bir birlik kanalı olarak Cumhuriyetçilik güçlü bir nesnelliğe oturmaktadır. 

Komünist sol, devrimci mirasa sahip çıkmanın ötesinde bir tarih tezine sahip olageldi. Buna göre Cumhuriyetin, kapitalizm yolunda aşındırılan kazanımlarının tutarlı ve güçlü temellere oturtulması sosyalizmle mümkün olacaktı. Sosyalist Türkiye, Cumhuriyet’i “içererek aşacaktı.” 

Ancak AKP’nin tamama erdirdiği karşıdevrim, “Cumhuriyetin sorununu” birtakım tutarsızlık ve çelişkilere düşülmesinden, temellerinin sarsılmasından öteye taşımış bulunuyor. Bu kadarı, AKP’nin çok öncesinden beri süregiden durumdu. Şimdi ise mevcut rejimin ana perspektifi ve misyonu Cumhuriyetin tasfiyesidir. 

Bu yolda ilk önce Cumhuriyetçiler etkisizleştirilip süpürülmek istendi, kurumların içi boşaltıldı. Sonuç Cumhuriyetçiliğin Kurtuluş ve Kuruluş yıllarından beri hiç olmadığı kadar halkla kaynaşmasıdır. 21.yüzyıl itibariyle Cumhuriyetçilik bütün renkleriyle iktidarda olan ve/veya iktidara tutunmaya gayret eden bir akım olmaktan çıkmış, toplumsal bir hareket halini almıştır. Hakkını arayan bütün toplumsal kesimlerin Cumhuriyet sembollerine sarılması bu durumu resmetmektedir. 

Geçmişte sol denince varsayılan kapsam çoktan dağıldı; solun birliği artık Sosyalist Cumhuriyetçiliğin liberal sol tarafından kuşatılmasından başka anlama gelmez. Cumhuriyetçilerin birliği ise hakkını arayan tüm sınıflar, kesimler ve akımlar için acil ihtiyaçtır. Sermaye-emperyalizm-dinciler ittifakının yürüttüğü operasyonun toplum katında da tamamlaması, açığa çıkan direncin kırılması halinde geriye bir enkaz kalacak. Acillik bundan kaynaklanıyor.

*    *    *

Peki ya Cumhuriyetçiler dendiğinde kastedilenin açık mı?

Kabaca biri kurucu akım, Kemalizm; ikincisi ise ileri gitmek için bu kurucu eylemin, devrimin zeminine ayağını basmanın şart olduğunu kavrayan komünizm, ülkemizin iki cumhuriyetçi geleneğidir diyebiliriz. Bu özet yanlış olmaz, ama netlik sağlamaya da yetmez. 

Söz konusu olan, iki öğeden oluşan bir küme değildir. Çok sayıda unsurun buluştuğu ve bunların aralarında sayısız çelişki ve mesafenin şekillendiği, amorf bir yapıdan söz etmek durumundayız. 

Cumhuriyetçilerin zaman içinde doğrudan AKP-merkezli cepheye iltihak eden unsurlarını boş verelim. Ayrıca geçmişe de takılıp kalmayalım. Solda liberaller nasıl türemişse, kurucu hareketin içinde de bağımsızlığı, laikliği, kamuculuğu önemsemeyen, hatta bu temel değerlere ihanet eden ayrık otları boy atmıştır… Geçelim bunları…

Ama geleceği nasıl kuracağımızın etrafından dolanmaya asla kalkmayalım. 

Karşıdevrimi geri püskürterek ayağa kalkacak olan Cumhuriyet emperyalizme kapıları kapayacak, NATO’dan da AB’den de kopacak mıdır, yoksa bunların “zamanı gelmiş” olmayacak mıdır? 

Laikliğin dindarları rencide etmeyecek bir biçiminin peşine mi düşülecek, yoksa geçmiş örnekleri harf devriminde, köy enstitülerinde, okuma yazma seferberliğinde yaratılmış bir “halk aydınlanmasını” nasıl güncelleyeceğimize dair kafa mı yoracağız? 

İnsanın insanı sömürmesinin açtığı yoldan yurttaşlığın yadsınması anlamına gelen “ayaklar baş olmaz” ahlaksızlığı çıkıyor. Peki, Cumhuriyetin takatsiz kalmasının temel nedeninin sermaye düzeni olduğu açık seçik saptanabilecek midir?

Cumhuriyetçiliğin birleştirici bir güçle donanması için bu başlıkların aydınlatılması gerekir. Birlik için ciddi olunacaksa, şaka değil bir karşıdevrimi geri püskürtmek için yola çıkacaksak, kolayına kaçılmamalı, mış gibi yapılmamalıdır. 

Cumhuriyetçilerin birliği olgunlaşmış tarafların aralarında kontrat imzalamasıyla değil, samimi diyalog, yapıcı tartışma ve ortak mücadeleden çıkacaktır.