soL TV, altı bölümlük “Medusa’nın Salı” belgeselinin ilk bölümünü yayınladı. Çalışma, "Bir AKP Belgeseli" altbaşlığını taşısa da, Türkiye’nin, son çeyrek yüzyılından daha kapsamlı bir dökümünü gözler önüne seriyor. Bilinmeyeni öğrenmek, unutturulanları hatırlamak güncesi!
Bellekteki zedeye ‘Medusa’nın Salı’ müdahalesi
Asaf Güven Aksel
Ne çok duydunuz değil mi, “hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür” sözünü. İnsan belleği, unutkanlıkla zedelidir. Belleğinizin unutkanlıkla zedeli olduğunu unutmamanız ise, bir paradoks değil, bir döngü sonucu. Yaşananları unutuyorsunuz, her seferinde zedeyi hatırlıyorsunuz. Ya da bir şeyi unutanlara, muhtemelen başka şeyleri unutmuşlar hatırlatıyor… Tuhaftır beşer…
Bir bakış açısından, bu zede, acılara karşı dayanma ve hayatına devam etme gücü aynı zamanda. Örneğin, geçen zaman, kaybettiklerinize karşı bu zedeyi yürürlüğe sokmasa, o kaybın hayıfına takılıp kalırsınız. Bir başka açıdan, aynı zede, benzer acıları tekrar tekrar yaşamanıza yol açan, dersini alamamışlık halini doğurur.
“Balık hafızalı”lık denir ya, ancak birkaç saniyelik hatırda tutuşa göndermeyle, bu olgu gerçektir, kabul. Ama, balığı sürekli oltadaki yeme götüren, birazdan ağzına saplanıp onu öldürecek tuzağı unutmasındaki “başına geleni hak eden alıklığın” mizahı değil, içgüdüsel olarak açlığını dindirecek yeme yönelmesindeki yaşama tutunma trajedisidir altı çizilecek olan, eğer ille göndermeyse topluma. Bunun nisyana kurban gitmemesi, halka tepeden bakışın aydın zedesine karşı önemli.
İnsanın, toplumun belleğinin de bir kapasitesi var, güncelleme ihtiyacı var. Databank ve yazılımı gibi. Güncelleme, bir önceki verileri silince de, yalnızca insan belleğinin zedesinin parçası olduğuna yorabilir miyiz bunu? Hayır, nisyan döngüsüne değil, nisyanla korunmak zorunda olduğumuz kötülük döngüsüne işaret eder bu daha çok. Karmaşık mı oldu?
Bir önceki yazıda örneğin, güncel hukuksuzluk örneklerinden, toplumu sindirme operasyonlarından bazılarını saymıştık. Gün geçmedi, ikinci plana düştü hepsi. Unutulmadı ama yeni sürümle güncellendi. Örneğin Halk TV’de program yapan isimlere, yöneticilere akıl almaz bir yasatanımazlıkla, devletin hasmane meydan okuyuşu örneğiyle operasyon yapıldı. Davetle değil, kanal binasında gözaltıyla alınan sevgili Barış Pehlivan’a atfedilen bir “bilirkişi” röportajı bahanesinden sonra, kanalın yayın yönetmeni Suat Toktaş’ın tutuklanma gerekçesinden anladık ki, sorun Ekrem İmamoğlu’nun basın toplantısını naklen yayınlamaktı.
Bunun infialiyle, örneğin, bir oyuncu menajerinin Gezi Direnişi planlama suçlamasıyla tutuklanmasındaki nereden baksanız garabet, nisyan ile malul oldu. İmamoğlu’na ekran verme suçu…
Halk TV güncellemesi ise, hemen, ordudan ihraç edilen yeni mezun teğmenlerle bir üst versiyona yükseldi.
Şu saat itibariyle en tazesinden, teğmenlerden devam edersek, belki bütün bu gelişmelere ilişkin bir genel bellek uyarıcıya varırız.
Neydi mesele? Mezuniyet töreninde bir grup yeni teğmen, geleneksel ritüellere, misal kılıç çatmaya, bir de coşkuyla atılan slogan eklemişlerdi. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”
Belki de, olan biteni hatırlatıcı ve kavratıcı tutamak burada. Bana biraz sevimsiz gelse de, son yıllarda, eylemlerden statlara AKP karşıtlığını ifade eder hale gelmiş bu slogan, eğer Cumhuriyet’in ve düzenli ordunun kurucusunun adını anan askerler nezdinde de suç olarak tanımlanmışsa, tıpkı o teğmenler gibi, iktidar da, kılıcını kınından çekmiş, safları netleştirmiş demektir.
Zaten kılıcı çıplak, safı net değil miydi? Evet, ama, Cemal Süreya’nın sevdiği, türkü müdür arı boku mudur ne, “taşıran damla”sı vardı ya. Bu biraz öyle olacak sanki. Bir yerde durmalı, durdurulmalı çünkü kötü!
Ergenekon, Balyoz, Kozmik Oda, sivil bürokrasiye bağlanma, Askerî Şûra, ihraçlar, atamalar, yerleştirmeler derken, yayılmacılıkta pazarlık kozuna dönmüş orduya çıt çıkmadı da bu birkaç genç teğmen mi yani o? Unutmayın, anahtar kelime, “taşma”…
Türkiye bu sloganla, İzmir Marşı’yla resmedilebilen saldırı / direnç noktasına nasıl, hangi zorlu süreçlerden geçerek, ne tür nisyanlara dayanarak, hangi ulusal ve uluslararası siyasal dengelerde, ne gerekçeler uydurularak süslenmiş kabullendirmelerle geldi?
Burada, 12 Eylül faşist darbesinin belirleyici önemde, bir nirengi noktası olduğu açıktır, ama bunun bir milat olduğunun ötesine geçilmez, emperyalizm ve patronlar çıkarına planlanan bir ülke, amaçlanan bir sosyoloji inşasının gerçeğe dönüşümündeki aktörler ve dönemeçler netleştirilmezse, tanım eksik kalır.
Yaşanan günün, unutkanlıkla zedeli dünlerin bellekte canlanmasıyla anlam kazanacağını, bunun da sadece bugünü anlamanın rehberini değil, yarını kurmanın manivelasını da vereceğini belirtelim, deyime uygun söylersek, hatırlatalım.
Şimdi bu konuda bize, topluma uyarıcı hatırlatmalarda bulunacak, yaşananları bir analiz eksenine oturtarak yarınlara yön çizmede yardımcı olacak, aktörleri ifşa edecek, altı bölümlük önemli bir çalışma sunuldu soL TV tarafından: “Medusa’nın Salı ”,
Çalışma, “Bir AKP Belgeseli” altbaşlığını taşısa da, Türkiye’nin son çeyrek yüzyılından daha kapsamlı bir dökümünü gözler önüne seriyor. Bilinmeyeni öğrenmek, unutturulanları hatırlamak güncesi…
Belgeselin Théodore Géricault’un Fransa tarihindeki alt üst oluş döneminden gerçek bir öyküden esinle çizdiği tablodan gelen adının bağlamsal anlamını ve içerik özetini şuradan okumuşsunuzdur ya da okuyabilirsiniz zaten, o yüzden burada değinmeyeceğim.
Sadece bugünün olgularının değil, AKP döneminin öncesinden gelen zemin düzlemenin de hesaba dahil edilmesini sağlıyor belgesel. Bağımsızlık ve Cumhuriyet tarihsel ileri adımının hemen ertesinde başlayan, burjuva karakterli devrimlerin tipik “sırt dönüş”lerinin yaşandığı ülkemizde, “daha ileri”den, emekçi sınıf hareketinden duyulan korkunun devlet refleksi oluşu, bu refleksin, geri olanla uzlaşmayı esas alışı ve sermaye sınıfının çıkarlarına göre uyarlayışının yol açtığı sonuçların derli toplu kayda geçirilişi var elimizde. Ve tabii, halkın, “Medusa’nın Salı”nda çırpınışının “tablo”su.
O tablonun çizildiği Fransa tarih diliminden şöyle bir farkla: Bu belgeselin yapıldığı Türkiye, fütursuzlukta aşkınlığa varmış, zorba bir iktidarın her gün damla damla zerk ettiği kötülüklere öfkeyle biriken ve bu diktanın dümen suyunda ne varsa hedefe koymaya başlayan taşma noktasına, devrimci öncüsünün tarihsel birikiminin varlığında gelme aşamasında bir ülkedir. Bunun önemli bir ayağı, o bağımsızlık ve Cumhuriyet genetiğinde gömülü hasletlerinin, cüretinin, cesaretinin üstüne serilmiş unutuşun siyah örtüsünü kaldırması, çökertildiğinde neleri yaşadığını, ayaga kalksa neler yapabileceğini hatırlamasıdır.
Bu vesileyle, unutkanlıkla zedeli toplumun, bir kötücül döngüyü kırmasının ve, yeni bir ülke kurmaya muktedirliğinin canlı tutulmuş belleğe büyük ihtiyaç duyduğu koşullarda, bu belgeseli hazırlayan, sunan herkese teşekkür bir borç.
Damlaların barikatlara, yan çorak kanallara, batak arazilere sapmadan, taşacağı duru kaynaklarda birikmesi için, hafıza!
İzleyin, izletin…