Yerel Yönetimlerde 'İşbitirici' Yeni Elit

Türkiye'de kamu reformu sürecinin en önemli getirisi (ya da 'götürüsü') yerel yönetimlerin kaynaklarını artırmaya yönelik yaptığı tercih ve 'subsidiarity', yani hizmetin görüldüğü en yakın yönetsel hizmet alanına kaynakları aktarma isteği olarak ortaya çıkmıştır. Bu isteğin bu kadar iştahla kabul görmesinde cari baştan-bakan'ın (cyclop* ya da tepegöz) belediye başkanlığından 'yetişmesi' ne kadar etkilidir bilemeyeceğim ama, en azından, Türkiye'de 'işbitirici' bir kamu yöneticisi algısının yerleş(tiril)miş olması ile yerel yönetimlerde klasik kamu yönetimi terbiyesinden azade yetişmiş, hukuk bilmez, işbitirici, kendi cebini doldururken yandaşlarını da ihya etmeyi ihmal etmeyen, paranın kirli elinin ulaştığı her yere hakim olma kapasitesine sahip bir elitin ortaya çıkması arasında bir uyumun olduğundan söz etmek pekala mümkündür. Çağın cyclop ideolojisi, bu yeni elite yaşam olanağı tanımıştır.

Bu yeni elitin en bariz özelliği her şeyi çarpıtarak görmesi ve algılaması, üstelik yanlış gördüğünün ısrarla doğruluğunu savunarak ve aynı yanlışı bıkmadan-usanmadan yineleyerek insanların kafasına doğru olarak çakmaya çalışmasıdır. Bu anlamda takıntılıdır. Eleştirildiği zaman, eleştiri aldığı uygulamaları ısrarla yineleme ve üzerine-üzerine gitme eğilimindedir.

Bu uygulamalara bazı örnekler verecek olursak ilk aklımıza gelen ve belki de belediyelerin ilk fikr-i sabit hizmet uygulaması olarak halka sunduğu "fıskiyeler" olmuştur. Arap su zevkinin büyük kentlere kazınması olarak da görülebilecek bu uygulama o kadar abartılmıştır ki ketlerde önüne gelen her yere ya fıskiye ya da şelale inşaa edilmiştir. Ankara Büyükşehir Belediye başkanı İ. Melih Gökçek'in ilk iktidara geldiği yıllarda bir yandan daha önceki sosyal demokrat belediyeden kalan heykellere tepkisini dile getirirken, diğer yandan da 'halka rağmen değil halk için gerçek hizmet'in nasıl olacağını göstermek için kentin hemen her yanını bu 'Anıt-fıskiye'lerle ya da 'Anıt-şelale'lerle donatması oldukça anlamlıdır! Bu insanların, İstanbul'da Haliç'i ya da Ankara'da Mogan Gölü'nü görünce akıllarına gelen ilk şey fıskiye olmakta fışkırtmaktan, oryantalist bir 'iktidar' zevki duymaktadırlar! Ankara'da kış aylarında bu fıskiyelerin suyunun donması aynı elitte bir tür 'iktidarsızlık' hezimeti yaratmış mıdır, bu konuyu tartışmayı politik psikoloji alanına bırakmayı yeğlemekteyim.

Yeni yerel yönetim elitinin bir başka icraat harikası ise kentin ana yollarını fiyakalı, bir o kadar da pahalı ışıklarla aydınlatmasıdır. Gece seyreden araçların selameti için trafikte ne tür düzenlemelere önem verilmesi gerektiği konusuna hiç dikkat etmeyen bu yeni yerel yönetim eliti, yollara şerit çizmek yerine insanların gözüne yoğun bir ışık vermekte, insanların gece körleştirmesine, trafik ikaz tabelalarını seçememesine yol açmakta, dolayısıyla da kazalara davetiye çıkarmaktadır. Ucuz ve daha doğru olanı yollardaki şeritlerin olabildiğince düzgün ve belirgin çizilmesidir. Bu sayede araç farları hem trafik ikaz tabelalarını hem de şeritleri parlatarak görünebilir kılacaktır. Ama yeni yerel yönetim eliti cayır cayır elektrik yakarak Ankara ya da İstanbul'u pavyona çevirmeyi yeğlemekte, burada bir zenginlik ve iktidar bulmaktadır. Kanımca büyükşehirlerin aydınlatılmasına giden elektriğin ülke ekonomisine nasıl bir yük getirdiği akademik olarak da incelenmeye değer bir konudur.

Belediyelerdeki zenginliği eş ve dostla paylaşmanın en kolay bir başka yolu ise yakınlarınızı kaldırım taşı ya da mermer üretmeye sevk etmektir. Şu sıralarda Ankara'da bulunanlar eminim hergün şahit oluyorlar Ankara'da kaldırım taşları, eskimelerine izin vermeden bir kez daha değiştirilmektedir. Dünyanın başka bir ülkesinde 'kaldırım taşı döşemek' diye bir uygulama var mıdır, ben şahit olmadım! Genellikle kaldırımlara asfalt döşenir ve yıllarca insanlar selametle bu asfaltın üzerinden yürürler, her yıl da asfaltı yenilemeye gerek yoktur. Üstelik kaldırım taşlarında olduğu gibi zamanla asfaltın altı oyulup, su birikmez ve yağmurlu havalarda üzerine basınca üstünüze başınıza çamur sıçraması, ya da yerinden oynamış kaldırım taşlarına ayağınız takılarak düşmeniz gibi durumlar da söz konusu olmaz. En önemlisi kaldırımlara asfalt döşemek çok ucuzdur. 2-3 yılda bir de yenilemek zorunda kalmadığınız için kamu kaynaklarını çarçur etmemiş olursunuz. Ancak kaldırım taşı dışında başka bir seçeneğin olabileceği kimsenin aklına bile gelmez ve kamu kaynakları yıllardır bu taşlara bağlanır durur. Çünkü bu yeni yerel yönetim elitinin en önemli özelliklerinden birisi de, aslında hiç gerekli olmayan bazı şeyleri birincil derecede toplumsal ihtiyaçmış gibi gösterip, bunlar üzerinden çevresindekilere rant dağıtmak konusundaki yetenekleridir.

Kavşaklara hiç değinmeyeceğim bile. Ben gelişmiş ülkelerin hiçbirisinde kavşak gördüğümü hatırlamıyorum. Araçlar kırmızı ışıkta dururlar ve yayalar yürürler, sonra yayalara kırmızı ışık yanar ve araçlar geçerler. Araçların hiç durmaması üzerine düzenlenmeye çalışan bir kent trafiği kenti kent olmaktan çıkartır. Büyük kentlerimiz kavşaklar yüzünden kent olma vasıflarını çoktan yitirmişlerdir ve bunun geri dönüşü de yoktur.

Bir başka yeni yerel yönetim eliti icadı terör ise üst ve alt geçitlerdir. Yaya hakları bildirgesine bile aykırı olan bu uygulama, embesil medya mensupları tarafından da 'halkımızın cehaletini ve vurdumduymazlığını sergilemek' ve halkımızı 'eğitmek' için vazgeçilmez bir program malzemesi olarak sık sık kullanılmaktadır. Yeri eşşek pisliğinden göğü yıldızdan tanıyan cahil bir spiker, üst geçidi kullanmayan yaşlı bir kadına mikrofonu uzatarak "neden üst geçiti kullanmıyorsunuz, böyle karşıdan karşıya geçmenin tehlikeli olduğunu bilmiyor musunuz?" diye sorar. Kadıncağız da kem küm eder birşey söyleyemez. Oysa Yaya Hakları Bildirgesi'ne göre "kentsel yaşamın gerçek sahibi yayalardır" ve "zemin katı yayalarındır. Genel kural olarak yayalar, üst ve alt geçitlere zorlanamaz". Cahil medya mensubu, halkın eğitimine yardımcı olacak önemli mesajlar içeren bir program yapmış olmanın iç rahatlığıyla evine döner ve bir bira açar!

Yeni yerel yönetim eliti yayalar için değil araçlar için kent tasarlar. En çok sevdiği kent, bir tür otoban olsa gerektir! Hatırlanacağı üzere bir dönem İ. Melih Gökçek, Kızılay meydanındaki yayaları metro alt geçitlerini kullanmaya zorladı. Hatta bunun için bir halk oylaması bile düzenledi ve Kızılay'ı belki hiç görmemiş insanları bu oylama için otobüslere doldurarak Kızılay'a getirdi. Halkı metro alt geçidini kullanmaya zorlamasının nedeni açıktı: Alt geçitteki hemen hepsi kendi destekçisi olan esnafı kalkındırmak. Elbette gerekçe olarak bunu söylemedi, Kızılay çok kalabalık ve tehlikeli idi ve yayaların yoğunluğu tarafiğin akışını aksatıyordu. Kendi esnafına çıkar sağlamak için yaptığı uygulamayı saklamak için ileri sürdüğü gerekçenin kendisi bile o kadar sakat ki insan diyecek birşey bulamıyor! Zaten yeni yerel yönetim elitinin bir başka özelliği de budur: 'İrrasyonel rasyoneller' üretmedeki becerileri! Sanırım bu becerilerinin nedeni cyclop olmalarından, dünyaya perspektifsiz ve tek gözle bakmalarından kaynaklanıyor o gözün görebildiği tek şey de tomarla paradır.

Son 10 yılımıza kamu reformu süreci damgasını vurdu. Bu yeniden yapılandırma sürecinde kamunun demokratikleşmesinin birincil dereceden aracı olarak yerel yönetimlerin yetkilerinin ve gelirlerinin artırılması sunuluyor. Tepelerindeki tek gözleri ile dünyaya bir acayip bakan bu yeni yerel yönetim eliti yardımıyla bize ulaşacak olan demokrasiden nasıl bir hayır çıkacak ya da biz gerçekten bu demokrasiyi hala istiyor muyuz, cevabını sizlere bırakıyorum!

(*) Cyclop ya da tepegöz, mitolojide burnunun üzerinde sadece tek gözü olan bir devdir. Mesafe tayini için insanoğlunun iki adet gözünün olması elzemdir. Tek gözü olanlar perspektif kuramayacakları için mesafe tayin edemezler. 'Yeni cyclop elit' de mesafe tayin etme yetisinden uzak, önüne geleni icra eden, icraatı yap-boz tahtasına çeviren, 'ben yaptım oldu' anlayışında, gelecekte işlemezse 'yine ben değiştiririm' fikrine sahip, perspektifsiz bir insan tipi olduğundan bir tür cyclop'tur, kanısındayım.

[email protected]