Yeni(den) Sol AKP'de Kendini Buldu!

Akademisyenlik zor zanaattır. Baykuş mesleği olarak bilinir. Gecenin büyülü atmosferi, okumak ve düşünmek için en verimli ortamı sunar. Hafif düşle gerçek arasında, dışarıdaki karanlığa inat aydınlatılmış çalışma masalarının gizeminde tutuklu kalmaktır. Biraz şizofrenik, biraz mazoşist bir eylemdir. Herkes rahat yatağında uyurken kendini çalışmaya zorlamak bir yandan da gecenin büyüsüne karışmış düşsel bir sizofeniye batmaktan zevk almaktır.

Akademisyenlik sahnelerden uzak durmayı gerektirir. O kadar zordur ki bu akademisyen için. Hem öğrenim hayatının hemen her aşamasında başarılar sergileyeceksin hem de köşene çekilip dirsek çürüteceksin. Bir sürü şey okuyup öğreneceksin, bunları kaleme alacaksın ama sınırlı bir okuyucu kitlesine ulaşacaksın. Modern adamın doğasına aykırıdır! “Çıktık açık alınla…”lı ve “Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz”li şarkılarla büyüyen nesiller, bu şarkıları bugün reddetseler bile Namık Kemal virüsünü bir kez kapmışlardır ve iflah olmazlar. Önemsiz olmak zor gelir belli bir yaştan sonra. O nedenle sosyopatlığa savrulma eğilimi baş gösterir. Sahnelere çıkıp kendilerini göstermek isterler. Sahneler, alışkın olmayanın bünyesine uymaz insanlar saçmalamaya meyleder.

Mülkiye’de öğrencilik yıllarımız hemen 12 Eylül Darbesi sonrasına denk gelmişti. ‘Darbe Bakanı’ olarak adlandırdığımız hocalarımız vardı. Bunların gardıroplarında bir lacivert takım elbise olduğunu ve her sabah büyük bir iştahla uyanıp kendilerinin bakan olarak atanıp atanmadıklarını merak ettiklerini, lacivert takım elbiselerinin karşına geçip iç çekerek “senin de günün gelecek merak etme” dediklerini düşünür ve bu görüntünün hayaliyle kıkırdardık. Bu hocalarımızı koridorda görünce bir arkadaşımız “Sayın Bakanım” tekmili verir, arkasından biz kırılırcasına gülerdik.

Akademisyenlik böyle zor bir zanaattır işte. Hele bir de Mülkiye’de akademisyenseniz belli bir yaşa gelince --çoluğun çocuğun oyuncağı olma pahasına-- Türkiye’nin gidişatına yön vermek için yanıp tutuşursunuz. Yaşın hissettirdiği sınırlılık duygusu radikalliği törpüler bu yangın bir süre sonra bir de bakarsınız ki iktidar partilerine kuyruk sallamaya dönüşmüş. Ondan sonra meydanlarda, derslerde, gazete yazılarınızda ‘akademisyen duyarlılığı ve inceliğiyle’ iktidar partilerine iltifatlar etmeye başlarsınız.

Bu durum sadece Türkiye’ye has bir durum da olmasa gerektir. Bu konuda en bilindik örnek en son büyük filozof olarak görülen Martin Heidegger’dir. Heidegger 1933 yılında Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine üye olduktan sadece 3 hafta sonra Freiburg Üniversitesine rektör olarak atanmıştı. Heidegger’in böyle bir makama ihtiyacı var mıdır? Bence ne akademisyen ne de insan olarak hiç yoktur! Ama sosyopatlık akademisyenin şeytanıdır. Üstelik faşist ve baskıcı rejimlerin yükselişine paralel olarak akademisyenlerdeki sosyopatlık ve makam arayışı eğilimlerinin arttığı görüşündeyim. Aynen günümüzde olduğu gibi…

---------

20 Ocak 2010 tarihinde soL’da yazdığım “Sol Gösterip Sağ Vurmak” başlıklı yazımda kendilerini “Yeni Sol” olarak tanıtan arkadaşların Mülkiye Küçük Anfi’sinde yaptığı konuşmadan bahsetmiş ve bu arkadaşların aslında AKP’nin yerine göz diktiklerini, “bırakırsak bu işi AKP yapacak, iyisi mi biz yapalım” fikrinde olduklarını savunmuştum. ‘Yeni(den) solcu’ olarak gördüğüm bu arkadaşların parti çalışmalarında zaman içerisinde önemli bir gelişme olmadı hatta gerileme olduğu söylenebilir. Bunun üzerine arkadaşımız Dr. Faruk Alpkaya 14 Mart 2010 tarihli Radikal Gazetesinde bir yazı yazarak “AKP ve Muhafazakârlık” temasını tartıştı. AKP’nin icraatlarına methiye dizdi. Doğrudan Sayın Alpkaya’nın kaleminden aktaralım:

En yumuşak ifadeyle muhafazakâr bir parti olarak tanımlanan AKP’nin iktidar olduğu dönemde Türkiye, tarihinin en büyük dönüşümlerinden birini yaşıyor. Bu dönemde AB’ye uyum yolunda önemli reformlar yapıldı, TSK’nın siyaset üzerindeki vesayeti sınırlandırıldı. Dış politikada geçmişin içe kapalı çizgisi terk edildi. Yapılmaya cesaret edilemeyen özelleştirmeler gerçekleştirildi. Kürt sorunu, Alevi açılımı, Kıbrıs ve Ermenistan’la ilişkiler gibi dikenli konularda beklenmeyen görüşler dillendirildi. Kısacası iç politikadan dış politikaya, ekonomiden topluma hemen her alanda kangren olmuş sorunlar masaya yatırıldı, çözülmeye çalışıldı.

Alpkaya’ya göre AKP, “radikal dönüştürücü bir parti”dir. Bu dönüştürücülüğünün arkasında ise evrensel bir kural yatmaktadır: “Geçmişi geri çağırmak”. AKP iki noktada geçmişi geri çağırmaktadır. Birincisinde “insanlar arası ilişkilerde İslamiyet’in altın çağı, toplumsal bilinçaltına fısıldan”nmaktadır. Bu sayede “Her büyük inanç gibi İslamiyet de -en bariz örneği Hac’ta simgelenen- büyük bir eşitlik-kardeşlik girişimi” olarak ortaya çıkartılmaktadır. “Eşitlik ve kardeşlik” fikri Alpkaya için önemlidir. Dr. Alpkaya 7 Şubat 2010 tarihli Radikal yazısında “Yeniden Sol Mümkün mü?” sorusunu yanıtlamaya çalışırken Sol’u Fransız Devrimcilerine ve “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” temasına dayandırmaktaydı bunu yaparken Marksist geleneği de tümüyle es geçmekteydi. Dolayısıyla İslam’ı geri çağırarak “eşitlik ve kardeşliği” arayan AKP, Alpkaya için Fransız Devrimcileriyle --neredeyse-- eş bir noktada tanımlanmaktadır, denebilir bu nedenle de radikal dönüştürücü hatta devrimcidir.

“AKP’nin çağırdığı ikinci geçmiş, bir dünya-imparatorluk olduğu zamanlardaki Osmanlı”dır. Osmanlı’nın geri çağırılmasının işaretleri “one-minute” çıkartmasında hatta Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında simgeleşmektedir. Bu nedenle “AKP iktidarında dillendirilenler, gerçekleştirilenler ve çağrılan geçmiş birarada düşünüldüğünde, AKP’nin yeni bir dünya-imparatorluk kurmaya çalıştığı, dolayısıyla muhafazakâr olmak bir yana radikal bir dönüşümcü olduğu söylenebilir.”

Peki AKP’nin zaafı nedir? Alpkaya’ya göre AKP büyük ihtimalle başarısız olacaktır. Yine Alpkaya’nın sözcükleriyle: “Bu başarısızlığın en önemli nedenlerinden biri ise AKP’nin -önderliği dahil- kadrolarının ideolojik muhafazakârlığın mektebinde yetişmiş olmaları”dır. Yani Alpkaya’ya göre AKP’nin zaafı Alpkaya’sızlıktır. AKP başarılı olmak istiyorsa yeni(den) solcu arkadaşlara ihtiyacı vardır, kucaklarını bu kişilere açmalıdır.

Sevgili dostumuza mücadelesinde başarılar diliyoruz.

[email protected]