Üniversite A.Ş. (III)

Fildişi kule tarihin çöplüğüne atılalı çok oldu. Max Weber ‘Meslek Olarak Bilim’ makalesinde, para ekonomisinin hakim olduğu modern dünyada yaşadığı çağın bir dişlisi olarak var olmaya çalışan (ama genellikle bu dişlilerin çarkları arasında ezilerek suyu çıkartılan) yeni akademisyen tipinin özelliklerini ve akademinin modern tarzını tartışır. Bu çağda, fildişi kulesinde kendisini kırbaçlayarak hayatın sırrına ermeye çalışan yarı deli/meczup düşünür modeli artık yoktur. Modern akademik insan yayınevi sahipleri ile kokteyllerde bir araya gelir ve buralarda ne yazması gerektiğinin pazarlığını yapar.

Üniversite aslında toplumsal hiyerarşinin esnetildiği, topluma belirli bir rahatlık havası vermesi gereken bir kurumken Türkiye’de hiyerarşik bir yapılanma üzerine oturtulmuştur. Üstelik bu hiyerarşik yapılanma oldukça katı bir model sunar bizlere. Bu hiyerarşik yapının başında YÖK bulunur. YÖK’ün Bilkent’teki binasını görenleriniz vardır aranızda. Her görüşümde bu bina bana Kafkavari bir Şato izlenimi yaratmaktadır. Gerçi TÜBİTAK’ın binası ile karşılaştırılınca YÖK’ün binası biraz daha sevimli bile kalabilir. Bilim ve teknolojinin şatosu ile üniversite patronlarının şatosu birbirleri ile yarışmaktadır ve bu yarış bizlere 2005-2008 yılları arasındaki YÖK-TÜBİTAK çekişmesi üzerinde somutlanan Kemalistler ve AKP çekişmesinin de ipuçlarını vermektedir. Demek ki kurumların görüntüleri politik görünümlerinden soyutlanamaz ve politik duruşları, binaların fiziki duruşları üzerinde de etkili olur!

Eylül 2009 tarihli yazımda da değindiğim gibi Türkiye’deki bütün üniversiteler YÖK sistemi altında örgütlenmiştir. Sadece devlet üniversiteleri değil, taşra ve vakıf üniversiteleri de YÖK’ün evlatlarıdır. Ancak YÖK evlatlarına eşit davranan, ailenin kaynaklarını eşit paylaştıran bir kurum da değildir. YÖK’ün öz evlatları ve üvey evlatları vardır. Vakıf üniversiteleri en çok sevdiği çocuklarıdır. Ondan sonra merkez ve taşra üniversiteleri gelir. Merkez ve taşra üniversitelerine karşı tavrı zaman içerisinde değişiklik gösterir. Kimi zaman sevecen kimi zaman da acımasız olabilir.

Ancak konu merkez üniversitelerindeki akademisyenler olunca, YÖK bunlara kesinlikle herşeyin en kötüsünü reva görür. Bir kere tüm bu sistem içerisinde gelecek kuşak akademisyenleri üretme kabiliyetine sahip tek yapı, merkez üniversiteleridir. Vakıf üniversiteleri zaten genç kadro yetiştirmemekte bunun için para harcamayı israf olarak görmektedir. Taşra üniversiteleri de bundan farklı değildir. Hele ki taşra üniversitelerinin ilk kurulduğu yıllar düşünülecek olursa, bu kurumlarda bırakınız doçentleri, profesörleri, ders vermek için doktoralı adam bulmak bile oldukça güç birşeydi. Bu dönemde YÖK, vakıf ve taşra üniversitelerindeki hoca açığını kapatabilmek amacıyla merkez üniversitelerindeki koşulları olabilecek kötü düzeylere çekerek buralardaki hocaları özel üniversitelere ve taşra üniversitelerine kaçırma şeklinde bir politika uygulamaya başladı. Bu politika hala uygulanmaya devam etmektedir. Merkez üniversitelerinde ücretler başta olmak üzere, özlük hakları ve diğer olanaklar gün be gün kötüleştirilmiştir. Özlük hakları ve yükselme kriterleri akıl almaz düzeyde anlamsız ve yüksek belirlenmeye başlamıştır örneğin ODTÜ, Boğaziçi, Hacettepe gibi üniversitelerde yükselme kriterleri o kadar yüksek belirlemiştir ki herhangi bir taşra üniversitesine gitmeleri durumunda rahatlıkla profesörlük kadrosuna atanacak hocalar, bu kriterlere istinaden merkez üniversitelerinde yardımcı doçent veya (doktor) asistan statüsünde çalışmaya mahkum edilmiştir. Amaç, özel üniversitelerde çalışabilecek hocaları özel üniversitelere, diğerlerini de taşra üniversitelerine kaydırmaktır.

Merkez üniversitesi kadrolarında çalışan araştırma görevlileri için ise yüksek lisans ve doktoraya süre sınırı getirilmiş asistanlar “burslu doktora öğrencisi” statüsünde göreve alınmış ve doktoraları bitince de sözleşmelerine otomatik olarak son verilerek, birer birer üniversitenin kapısının önüne konulmaya başlanmışlardır. 31-35 yaş arasında doktorasını bitirmiş bir insan bu yaştan sonra hangi işte çalışabilir? Bu kişiler, mecburen, taşra üniversiteleri kadrolarına başvurarak buralarda iş olanakları aramışlardır.

Ücret farkları ise gerçekten dudak uçuklatacak düzeydedir. İkinci öğretim ve yaz okullarını da düşününce taşra üniversitesindeki bir hoca aynı akademik ünvana sahip merkez üniversitesindeki hocaların ortalama iki katı civarınca maaş almaktadır. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentler dışında hayatın da görece ucuz olduğu düşünülürse, taşra üniversitesindeki hocalar, merkez üniversitelerindeki hocalarla karşılaştırılamayacak bir refah düzeyine sahip olmaktadır.

Özel üniversitelerde ise ücretler farklı farklıdır. Sabancı, Koç, Yeditepe gibi üniversiteler, genellikle döviz üzerinden ve görece yüksek ücretler verirken, Atılım, Bahçeşehir, Çankaya, Fatih, Başkent gibi üniversiteler daha mütevazi ücretlerle ve çoğu zaman pazarlık esasına göre eleman çalıştırmaktadır. Genel olarak ücretler merkez üniversitelerindeki ücretlerin üzerindedir. Ancak bu üniversitelerde çalışıyorsanız ve belirli bir adınız/şöhretiniz dolayısıyla pazarlık gücünüz de yoksa, her türlü dersi verip her işi yapmaya hazırlıklı olmanızda fayda vardır, diyebilirim.

Herşeyin temelinde kendi kadrosunu yetiştirme olanağına sahip olup olamama yatmaktadır. Geçmişte YÖK’ün yurtdışında yüksek lisans ve doktora yaptırarak taşra üniversitelerine genç akademisyenler kazandırma çabası da iflas etmiştir. Yurtdışına gidenler, dönmemek için binbir oyun çevirmiş, dönenler de döndükleri (taşra) üniversitelerini beğenmeyerek buralardan kaçmak için her yola başvurmuşlardır. Elbette ki YÖK’ün yurtdışına öğrenci gönderme politikasına son verilmesinin gerçek nedeni bu değildir. Gerçek neden, bundan önceki YÖK Kurulu’nun AKP Hükümeti ile kavgalı olmasıdır! Hükümet’e kafa tutan Kemalist YÖK’ün suyunu kesmek için yurtdışı doktoraları durdurulmuş, bu paralar TÜBİTAK’a aktarılmış ve üniversite hocalarına proje destekleri olarak kullandırılmış, bu sayede, üniversite hocalarında AKP’ye karşı bir sempati yaratılmaya çalışılmıştır. Yurtdışında doktora olanağı bitince, üstelik, taşra üniversiteleri de hala kendi kadrolarını üretemediklerine göre yeni bir eleman yetiştirme politikası gerekli olmuştur. Bu amaçla bazı merkez üniversiteleri yüksek lisans ve doktora yapılacak kurumlar olarak belirlenmiş ve 35. madde olarak bilinen bir sistemle önemli miktarda taşra üniversitesi asistanına merkez üniversitelerinde doktora olanağı sağlanmıştır.

Son bir yıldır, yani Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sonrasında merkez ve taşra üniversiteleri arasındaki dengeye baktığımızda ise bu dengede önemli dönüşümlerin gerçekleştiğini gözlüyoruz. Artık taşra üniversiteleri başta olmak üzere, birçok üniversitenin rektörlüğüne AKP’ye yakınlıklarıyla bilinen kişiler atanmıştır/atanmaktadır. Buna mukabil, birçok taşra üniversitesi hızla yüksek lisans ve doktora programları açmaya başlamış ve hızla ‘kendilerine uygun’ genç akademisyenler yetiştirme hedefine yönelmişlerdir. Taşlar yavaş yavaş yerlerine oturmaktadır. Ama ne yazık ki taşların yuvası, akademi, özgür bilim, özgür üniversite, onurlu akademisyen çizgisinden çok uzaklardadır. Bundan sonra da akademi ve akademisyen kendisine paranın ve kirli siyasetin iktidarında bir yurt edinecek gibi görünmektedir.

[email protected]