Sahte Demokrasiler Çağında Politik Hayvana Ne Oldu?

Geçen ay başladığımız konuya devam etmeye çalışalım.

Liberal demokrasiler, belki de en sancılı zamanlarını yaşıyor. Demokrasi eğer halkın yönetime katılımını sağlama modeli ve bu iddiada bir örgütlenme biçimi ise, bu sistemin çoktan işlemez olduğunu ileri sürmekte, kanımca, hiç sakınca yoktur. Hatta günümüzde, kapitalist demokrasiler üzerine yazıp çizen ve bu işin teorisyenliğini yapan zevat için bile sistemde aksaklıkların olduğu ve bu aksaklıkların giderilmesi için daha "katılımcı modellerin" denenmesi gerektiği baştan varsayılıyor.

Aksaklığın kaynağı olarak ise "siyasiler" ve "bürokrasi" gösteriliyor. Oysa aksaklık kapitalizmin demokrasiye olan tahammülsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Kapitalizmin demokrasiye harcayacak zamanı yoktur. Demokrasi bir tür zaman kaybıdır. Artık liberal, temsili demokrasiler bile kapitalizmin önünde ayak bağıdır.

Kapitalizmin aklı "ironiktir". Yani bir şeyin tam tersini yaparak alay eder... Demokrasiye vurgu yapılıyorsa, inanınız ki yoktur. Kapitalizm, özgürlüklerden bahsetmeye başlıyorsa, elinizdeki özgürlüklerin de tehlikeye düştüğünü düşünmeye başlasanız iyi olur. "Sürdürülebilirlik"ten bahsediyorsa, artık bir şeylerin sürdürülemez hale geldiğini kabul etmeniz gerekmektedir. Daha çok "etkinlik" arayışı içerisine giriyorsa, basbayağı etkin olmayan bir modele yöneliyor demektir. Hele hele "rasyonalite" kavramı, liberalizme övgüler düzen yazarların baştan beri dilinden düşürmediği bir kavramdır çünkü kapitalizm özü itibariyle irrasyoneldir. Her şeyi piyasa aracılığıyla çözmeye çalışır. Oysa piyasanın kendisi irrasyoneldir ve her türlü özgürlüklerin düşmanıdır. Kapitalizmin özgürlük kavrayışı daha fazla piyasaya bağımlı kılmak üzerine oturur. Oysa piyasa özgürleştirici değildir. Piyasa, her türlü insani değeri ortadan kaldırıp, insanları köleleştirir. Kapitalist rasyonalitenin yılmaz savaşçılarından olan Weber, kapitalistlerin kâr arayışı içerisinde olmadığını, saygınlık arayışı içerisinde olduğunu düşünmeye çalışır. Oysa kapitalizm, saygınlığı bile piyasalaştırır. Saygınlığın kendisi kâr kaynağıdır. Kapitalizmin özgürlük çağrısı piyasaya dairdir. Piyasalaşmış olan özgürdür.

Piyasa özgürlüğü taklit eder. Ama her taklit gibi, gerçeklik zeminini ortadan kaldırır.

Piyasa bir oyundur. Gerçeğin yittiği noktadır. Oyun gerçekmiş gibi yapar. Her oyun başka bir oyun alanıdır. Her aydınlık bir karanlığı gizler. Her oyun başka bir oyunu gizler. Piyasa ve piyasanın kurduğu oyun gerçeği gizler. Bireyin katılımı sahteleşir. Piyasa mekanizmaları, insanı yaşamın gerçekliğinden kopartır. Paranın ve sermaye birikiminin gerçekliğine mahkum eder. Bireyi kendi hayatına dair karar almaktan alıkoyar. Hayat, piyasa haline gelir. Her türlü karar piyasa kurallarına uygun olarak alınır.

Özgürlük, piyasanın işleyişinin önündeki engelleri temizlemektir. İnsani olan piyasaya engeldir. Piyasa zamanı hızlandırarak yaşamak ister. Çünkü zaman paradır. Kafa karışıklıklarına yer yoktur piyasada. Tartışmaya yer yoktur. Orada, piyasa refleksleri en güçlü olan kişi kâr eder. Ya da zaten daha oyun kurulurken kazanacak olan bellidir ama yine de kazanan hep "piyasayı iyi tanıdığını" iddia eder.

Politik insan ve politik toplum, piyasaya yenik düşer. Kâr arayışının meşru dünyasında, katılım mekanizmaları ve politik toplum piyasanın işleyişine katkı sağlıyorsa işleyebilir. Piyasanın önünde engelse, piyasanın hızına ayak uyduramıyorsa, sermaye birikimine ket vuruyorsa işletilmez, anlamsızlaştırılır. İnsanlar, yaşadıklarını politik olarak yorumlamayı unutur. Politik düşünme, hastalıklı bir düşünme halini alır. Herkes iktidarı eleştirir. Ama eleştirenlere, "kime oy vereceksin" diye sorduğunuzda yine aynı partiye veya eleştirdiği iktidarla aynı çizgideki partilere oy vereceğini söyler. İnsanlara politik refleksleri unutturulmuştur. İnsanların, politik düşünmeye ilişkin beyin faaliyetleri iptal edilmiştir. Politik insan ve politik etkinlik "yurttaşlık görevine" indirgenir yurttaşlık görevi de beş yılda bir oy kullanma olarak tanımlanır. Yurttaş ya da yurttaşlık hali bunun dışında yoktur. "Politik insan", sadece seçim günü ortaya çıkan ve sandıklar açılmaya başlayınca kaybolan garip bir yaratığa dönüşür. Kimse tam olarak kim olduğunu bilemez.

Günümüzde demokrasi adına kurulan her yapı, her türlü demokratik katılım iddiası, bizzat liberal demokrasiyi anlamsızlaştırmaktadır kapitalizmin liberal demokrasiye bile tahammülü yoktur. Çağımızda demokrasi oyunu, birbirine bağlı iki temel yapıyı etkisiz hale getirerek kurulur. Bunlardan birincisi politik toplum, ikincisi de siyasi sorumluluktur. Politik toplum çatırdar. Aristo, insan olmanın yegane koşulunu politik bir hayvan olmaktan geçtiğini ileri sürerken, insana hayatının ritmini ve rotasını elinde tutma ödevini de yüklemektedir. Bu nedenle insanlaşmanın yolu politik hayvan olmaktan geçer. Diğer hayvanlardan farklı olarak, Aristo'ya göre insan-hayvan, kendi hayatı ve kamusal yaşam alanı için özgür seçimde bulunabilecek bir yaratıktır. Özgür seçim yapmanın yolu özgür konuşmadan geçer. Diğer hayvanların böyle bir yetisi yoktur. Oysa kapitalist toplumlarda, seçim yapacak ve toplumsal yaşamın rotasını çizecek tek yapı piyasadır. Yaşamın ritmi piyasanın ritmine endekslenir. Bu yüzden, özgür konuşma zaman kaybından başka bir şey değildir. Politik hayvanın yittiği bir yaşam alanında örgütlü toplumdan, politik toplumdan bahsetmek abesle iştigaldir.

Yurttaş, hayatın her alanında edilgenleştirilir. Yurttaşın bütün etkinliği 'boş gözlerle izlemek' haline dönüşür. Televizyonda mafya dizilerini, paparazzi programlarını, futbol maçlarını izler. Artık izlemek, yaşamaktır. Katılım izleyerek olur. Yurttaş sadece izlediğine katılır. Yurttaş toplumsal yaşama izleyici olarak dahil olmaya çalışır. Takımının bütün maçlarını izler. Takımındaki oyuncuların tüm yaşamını çocukluğundan beri izler. İzleyerek dahil olma tek dahil olma biçimidir. Oysa politik insan etkendir. Yurttaş tanımı gereği etkendir. İzlemek yurttaşın ölümü demektir.

Bu seçimlerde yurttaş yoktur. İzleyenler güruhu vardır.

Politik etkinlik aşağılanır. Hatta bizzat Meclis'in kendisi anlamsızlaşır. Toplumsal politika üretme süreci, piyasanın yegane ajanı olan 'şirketler'e bırakılır, çünkü gelişmenin motoru 'şirket faaliyeti'dir. Devletin karar alma süreci de üst kurullar ve yönetişim uygulamaları yoluyla şirketlere bırakılmaktadır. 'Piyasa-tanrı' kâr ister, dinamizm ister. Mecliste oturup bu ülkeyi daha iyi nasıl yönetebiliriz, daha demokratik bir topluma, daha adil gelir dağılımına, daha adaletli, daha paylaşımcı bir toplum modeline nasıl ulaşabiliriz diye gevezelik edecek bir takım kişilere ihtiyaç yoktur. Bir de bunu sokaklarda, kahvelerde, işyerinde, fabrikada, sendikada tartışacak insanlar mı? Maazallah! Piyasa-tanrının, bu tanrının sevgili kulları çok ülkeli şirketlerin ve bu şirketlerin Türkiye'de taşeronluğunu yapan sermaye çevrelerinin, sermayenin borazanlığını yapan yazarların, televizyon kanallarının böyle bir gevezeliğe hiç tahammülü yoktur. Yurttaşlık görevi beş yılda bir oy vermektir, onun dışında kalan zamanında yurttaş sadece izler. Boş boş izler. Yurttaşın aklı, bir sürü hayat hikayesiyle doldurulur. Futbolcuların hayatını bilir, mankenlerin, türkücülerin hayatını bilir. Bu arada kendi hayatını unutur. Beş yılda bir oy vermeye gittiğinde ise zaten neyi unuttuğunu çoktan unutmuştur.

Geçen yazımızda bahsettiğimiz Kurthan Hoca'nın reflekslerine geri dönecek olursak, asıl olan sivil toplum değil, politik toplumdur. Politik toplumun olmadığı bir yerde ne sivil toplum işler ne de demokrasi. Kapitalist piyasa modelinde ise politik hayvan çoktan kesilmiş, ayaklarından asılmış ve derisi yüzülmektedir. Bu yüzden bu seçimler bir aldatmacadır. Demokrasi oyunu oynanır. Bu oyun da her oyun gibi sahtedir.