Neoliberal Devlet Sermayenin Hizmetçisidir AHMET ALPAY DİKMEN

Geçen ayki yazımızda krizlerin ilkel birikim yaratma etkisinden bahsetmiştik. Bu yazımızda da "devlet"in bir tür ilkel birikim kaynağı olduğunu tartışmaya çalışacağız. Kanımca, 1980 sonrası devlet eliyle gerçekleştirilen her türlü özelleştirme uygulamasının kapitalist sınıf için bir ilkel birikim kaynağıdır.

Marx, 15. ve 16. yüzyıl İngilteresi'nde ortaya çıkan dönüşümleri, feodal birikim modelinin kapitalist birikim modeline dönüşüm süreci olarak gözler. Marx'ın Kapital'in I. cildinde anlattığı ilkel birikim, feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş sürecinde burjuvazi lehine gerçekleştirilen ilkel (ya da ilk) birikimin hikayesini içermektedir. İlkel birikimin iki boyutu vardır: Birinci boyut, feodal mülklerin, kilise topraklarının ve ortak ekim dikim yapılan alanların çitlenerek, otlaklar haline çevrilmesi ve burjuvazinin hizmetine verilerek burjuvazi lehine birikim sağlanması. İkinci boyutu ise, kendi toprağını ya da ortak toprakları ekip biçerek geçimini sağlayan küçük üreticiler ile şatolarda görece güvenceli şartlarda istihdam edilen köle ve hizmetkârların, kapitalist üretim sürecinde yer almak için ücretli işçiler olarak işgücü piyasasına, işsizler ordusunun arasına fırlatılması ve bu yolla burjuvazi için ucuz emek stoku yaratmasıdır ya da Marx'ın deyimiyle "feodal kölelerin ücretli kölelere dönüştürülmesi" macerasıdır. "Fırlatılma" emeğin niteliğinde ortaya çıkan bir dönüşümü açığa vermektedir. Emeğin niteliğindeki dönüşüm üretim sistemindeki dönüşümle uyumlu bir şekilde gelişmiştir her dönüşüm kendi hoyratlığıyla gelir 15. ve 16. yüzyıldaki dönüşüm ise birikim sürecine "ilkelliği" ile damgasını vurmaktadır.

Kanımca, ülkemizde ve dünyada yaşanan özelleştirmeler de, kamu mülkleri, kamu kaynakları ve kamu istihdamının çözülmesi yardımıyla, tekelci kapitalist devletten küresel kapitalist devlete geçiş sürecindeki sermayeye bir tür ilkel birikim sağlama çabasıdır.

Kamu işletmelerinin ve kamu hizmetlerinin, kimi zaman kamu açıklarını kapatma güdüsüyle, çoğu zaman da tamamen ideolojik güdülerle son 22 yıl içerisinde özel sektöre peşkeş çekilmesine hemen hepimiz şahit olduk. Bu süreç sadece kamu kaynaklarının ve kamu işletmelerinin özel sektöre peşkeş çekilmesi süreci de olmamıştır. Unutulmamalıdır ki kapitalizm kendi çocuklarını yer.

Her geçen gün Türkiye'de işsizlik daha fazla artmaktadır. İşsizlik artışının KİT istihdamının daraltılması ile yakın ilişkisi vardır. Rakamlarla göstermek gerekirse, 1990 yılında 643 bin kişi olan toplam KİT çalışanı, 2002 yılında 385 bin kişiye indirilmiştir. Bu demektir ki 12 yıl içerisinde 258 bin kişi işgücü piyasasına, hem de güvencesiz çalışma koşullarının ortasına fırlatılmıştır. Özelleştirilme sonucu 1998 yılı itibariyle işten çıkarılma oranı yüzde 68'i, sendikasızlaştırma oranı yüzde 72'yi bulmuştur. Bu dönem zarfında kayıt dışı istihdam 5 milyona yaklaşmıştır. Bu demektir ki, kamuda istihdamın daraltılması ile kayıt dışı istihdam artışı arasında pozitif bir ilişki vardır. Güvenceli çalışma olanağını yitirmiş yığınlar "hangi koşulda olursa olsun herhangi bir işte çalışmaya" eğilimli hale gelmektedir.

Kamu istihdamı kapitalizmin tımar aletidir. Tımarlanmamış bir at ne kadar vahşi bir görünüm arz ederse günümüzde kapitalizm de aynı vahşilikte hareket etmektedir. Ancak daha fazla kazanarak... Kapitalist birikim modeli daha fazla işsiz, daha fazla kamu mülkü ve talan özlemektedir. Özelleştirilen kuruluşların özel sektöre, hükümetlere yakın çevrelere peşkeş çekildiği, bedelinin çok çok altında satıldığı söylentileri ayyuka çıkmış durumdadır. Buradan yola çıkarak "yeni dönem yeni bir tür ilkel birikim mi yaratmaktadır" sorusu daha da fazla anlam kazanmaktadır.

Hemen şunu hatırlatmakta fayda görmekteyim ki, küresel kapitalizm altında ulus devletlerin ortadan kaldırıldığı fikri kanımca doğru değildir. Küresel kapitalizmde ulus devlet, ulusal olanın küresele taşınması hedefini benimser. Devlet eliyle ulusal ve küresel bağının kurulması... Dolayısıyla ulusal sermayenin önceliklerini anlamadan küresel sermayenin ulus devlet üzerindeki etkilerini anlayamayacağımız gibi, küreselleşme olgusunun kendisini de anlayamayız. Sermaye birikimi söz konusu olunca küresel olan ulusala içseldir.

Küresel devlet, esas olarak güvenceli istihdam ve tam istihdam modellerine bir saldırıdır. Ülkeler, küresel pazara işgücü maliyetleri üzerinden pazarlık yaparak çıkmakta, ÇÜŞ'ler için birer cazibe merkezi haline gelmeye çalışmakta ve sermayedar ya da girişimcisinden çok işgücünü ve doğal kaynaklarını pazarlama yolunu seçmektedir. İşgücü maliyetlerini uluslar arası piyasada sürekli ucuzlatmak üzerine kurulan bir sanayileşme projesi, emekçileri en baştan "kaybetmiş" ya da "kaybedilmiş" ilan etmektedir.

Aynı sistem diğer yandan da, refah devletleri döneminde kamunun elinde bulunan kuruluşların, bu kuruluşların üretim ve pazar olanaklarının kapitalist sınıfa peşkeş çekilmesi ve bu yolla ulusal burjuvazi için uluslararası sisteme daha etkin bir eklemlenme olanağı yaratılması çabası etrafında örgütlenmiştir. Yatırım ortamını iyileştirmek için "yabancı doğrudan yatırım yasasını" çıkartan devlet, ülke topraklarını yabancı sermayeye tamamen açmaktadır. İlginçtir, bu sürece eleştirel bakmaya çalışan yazarlarımızın büyük çoğunluğu bunu ülkenin yabancılara satılması olarak algılamıştır ve bu yönde feveran etmiştir. Oysa "yabancı doğrudan yatırım yasasının" arkasında böylesi bir çabadan daha çok, ülke ve yatırım simsarlığına çıkan ulusal burjuvaziye kaynak sağlama, yatırım olanakları yaratma çabası gizlidir. Yasama sürecine YASED ve TÜSİAD gibi kurumların etkin katılımları yasanın yabancıları çekmekten çok, yerli yatırımcıya yabancı ortak arama çabasının ürünü olduğunu düşündürmektedir.

Kamu reformları sürecini ise kamu eliyle güvenceli istihdamın ortadan kaldırılması sürecinin yasal düzeyde kendini var etmesi olarak algılamak gerekmektedir. Özelleştirme sonrası kamu personeli rakamlarının önemli oranda (hemen hemen yarı yarıya) azaldığını belirtmiştik. Kamu reformunun hedefi kamu personelinin güvenceli istihdam yapısını tamamen ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla kamu reformunun kendisi ilkel birikimdir. Öncelikle yerel düzeyde yerel yöneticiler etrafında palazlanmış sermaye gruplarının gönendirilmesi, daha sonra da bu grupların büyük sermaye tarafında eritilmesi sonucunu doğuracaktır. Devlete ait, devlet eliyle örgütlenen ve önemli bir kesime güvenceli istihdam olanağı sağlayan kamu istihdamı biçimlerinin kamu reformu aracılığıyla tamamen ortadan kaldırılması, emekçi halkın tümüyle işgücü piyasasına güvencesiz bir biçimde "fırlatılması" sonucunu doğuracaktır. Bu da açıkça devlet eliyle sermayeye ilkel birikim olanağı sağlanmasından öte nedir ki?

Piyasa koşullarında istihdam sadece kamu personelinin sözleşmeliliğe geçirilmesi ile de sınırlı görülmemelidir. Kamu, kendi kendisini sınırlandırmakta, kamu hizmeti verilen her alanda, özel sektörle rekabet imkanlarını göz önünde bulundurmakta, kamu hizmetini özel sektör koşullarında vermeye soyunmaktadır. Kamu hizmeti sunulan her alanda özelleştirmelerin bir başka türü olarak "taşeronlaşma" süreci de yaşanmaktadır. Çoğu zaman kamu kaynaklarını da kullanarak kamu hizmeti veren bu kuruluşlarda çalışma koşulları ve ücret düzeyleri, Marx'ın "yeni tür ücretli kölelik" diye adlandırdığı sistemin ta kendisidir. Güvencesiz, sendikasız, iş güvenliği olmaksızın, açlık sınırının çok çok altında ücret ödenerek gördürülen bu hizmetler, kamu hizmetinin gördürülüş biçimi bakımından kamunun kamusallık niteliğini yitirdiğinin de en canlı örneğidir. Kamu hizmeti gören kişiler, kamusallık ilkesinin doğasına uygun biçimde istihdam edilmelidir. Ancak taşeronlaşma süreci bu alanda çalışan işçileri akıl almaz koşullarda çalışmaya mahkum etmektedir.

Bu anlamda sermaye birikim süreci, kapitalist sınıfın maddi zenginliğinin her anlamda artırılması ve bunların kesinlikle halk katmanlarıyla paylaşılmaması üzerine oturur. Bir yanda ucuza çalışmaya hazır işsizler ordusu, diğer yanda her gün her türlü olanağı kullanarak daha çok zenginleşen kapitalist sınıf. Bunun ajanı da günümüzde kapitalist devletlerden başkası değildir.