Kapitalizmin Alacakaranlığı

20 günü geçkin süredir bir araştırma dolayısıyla İstanbul'da mülakatlar yürütmekteyim. Araştırma "firma elitinin bürokrasi ve devlet algısı" başlığını taşıyor. Özel sektörde üst düzey yöneticiler, kendi moda deyimleriyle CEO konumunda çalışan kişilerle görüşmeler yapıp devlete ve bürokrasiye bakışlarını, 1980 sonrası devlet ve bürokrasideki dönüşümü nasıl kodladıklarını anlamaya çalışıyorum.

Bu çerçevede ilk olarak Koç Grubu, Boyner Holding, Zorlu Holding, Mavi Jeans gibi firmaların yöneticileriyle görüşmeyi hedefledim. Bu firmaları seçmemdeki amaç, daha önce soL sayfalarında da tartıştığım bir eğilimin parçası olmaları dolayısıylaydı. Bu firmalar, son yıllarda Avrupa'ya kendi markalarıyla satış yapan başarı timsali yeni üretim "devleri" olarak sunulmakta, Türkiye'nin aydınlık geleceğinin garantisi olarak gösterilmektedirler. Bu firma yöneticilerinin devlet algısının daha güvenli bir yönetici kesimin bakış açısını yansıtacağını ve bu sayede daha net sonuçlara ulaşacağımı düşündüğümden ilk etapta bu firmalara yöneldim.

Çok sağlam bağlantılarla başvurular yapmama rağmen, hemen hiç birisine yaklaşmam bile mümkün olmadı. Boyner'in yönetim biriminin bulunduğu "Plaza"nın kapısına gittim, bırakın yukarı çıkmayı, istediğim kişiyle telefonla bile görüştürülmedim. Sanırım Genelkurmay Başkanlığı bile bu kadar sıkı tedbirlerle korunmamaktadır. E-posta yollamamı, derdimi bu yolla anlatmamı önerdiler. Biraz çabaladıktan sonra telefonuna ulaşabildiğim bir "insan kaymakları yöneticisi" küstah bir ses tonuyla beni adeta terslercesine, Boyner Holding'in felsefesinin devletle işbirliği yapmamak olduğunu, üniversitelerden benden başka da bir çok kişinin araştırma talebinde bulunduğunu ancak buna sıcak bakmadıklarını çok net biçimde ifade etti. Mavi Jeans ve Zorlu grubunda yönetici konumunda birkaç kişiye ulaştım. Güven veren bir ses tonuyla çalışmamı yürütmem için firma yönetim kuruluna öneride bulunacaklarını ve beni mutlaka arayacaklarını söylediler, ancak "asla" aramadılar. Koç Grubu'na ulaşmak için üst düzeyde birisi ile görüştüm. O da başka yönetici arkadaşlarından rica etti. Ama rica etmeden önce de bana Koç Grubu'yla ilgili olarak, "Herkes gölgesinden korkar. Olumlu bir yanıt geleceğini hiç sanmıyorum. Koç'a girmek neredeyse imkansızdır" dedi. Koç Grubu ile görüşemedim ama internet üzerinden gönderdiğim 3 adet anketi doldurtmayı becerdim.

Bu şirketlerin bulunduğu plazalar inanılmaz güvenlik tedbirleriyle korunmakta. Adeta içeriye sinek uçurulmamaktadır. Kapıdan girmeyi becerseniz bile öyle içeride elinizi kolunuzu sallayarak dolaşmanız imkan dahilinde değildir. Her gelen kişi girişte bir süre bekletilmekte, biraz sonra bir refakatçi gelmekte ve ziyaretçi ancak bu refakatçi aracılığıyla gideceği yere ulaşabilmekte, aynı bina içerisinde hatta aynı katta bile gideceği yerden başka bir yere de geçememektedir. Her büronun girişinde elektronik bir okuyucu göz bulunmakta, refakatçi kendi özel kartını bu göze okutarak kapıyı açabilmekte, dolayısıyla siz de içeriye ancak bu yolla girebilmektesiniz. Size verilen kart ise genellikle hiç bir kapıyı açamamakta, sadece kapıda verdiğiniz kimliğin takibini sağlamaktadır. Üstelik gelen refakatçilerin veya holdinglerde çalışanların kartları da ya sınırlı sayıda büronun ya da sadece kendi bürolarının kapılarını açmaktadır. Holding sahibi kişilerin bulunduğu kata kimse çıkamamakta, bu kişilerin asansörleri bile ayrı olmakta, bu kişiler plazalara ulaştıklarında çevrede kimsenin bulunmamasına özen gösterilmektedir.

Holywood filmlerinden fırlamış, "ay üssü alfa" görünümlü bu plazalarda, kendi çalışanlarına olan güven bile inanılmaz düzeyde düşük, hatta neredeyse yoktur. Üstelik aynı özel sektörümüz devleti, "ceberrutlukla", "şeffaf olmamakla" suçlayadursun, her şeyden kuşku duymakta, herkese kapılarını kapatmaktadır.

Oysa 1999 yılında, henüz araştırma görevlisiyken, Boyner Grubu'na ait Altınyıldız fabrikasında bir ayı geçkin süre araştırma yapmış, hemen her gün rahatlıkla fabrikaya girip çıkmış, herkesle görüşmüş, Zorlu'nun Denizli'deki fabrikasında görüşmeler yapmış, hatta Hacı Mehmet Zorlu ile Babadağ'da 2 saate yakın bürosunda sohbet etmiştim. Ne oldu da böyle oldu?

Siz isterseniz kapalı kapıların ardındaki şirketlerimizin, aslında varolmayan ticari sırlarını korumak kaygısında olduğunu düşünedurun, aslında bu kaleler büyük holding patronlarımızın canlarını korumak için kurulmaktadır. Patronlar "Ömer Sabancı olmaktan" korkuyorlar. Herkesten kuşku duyan, herkesi müstakbel katil olarak gören bu anlayış, en yakın çalışanları dahil, hiç kimseye güvenmiyor. Sadece büyük sermayedar da değil, biraz parası olan hemen herkes güvenlik tedbirleri yüksek sitelerde yaşamayı tercih ediyor. Halkı işsizliğe mahkum edip, hırsızlığı, mafyatik ilişkileri ülkemizde kurumsallaştıranlar, aynı zamanda da kendi can dertlerine düşmüşlerdir. Kapitalizmin trajedisi böyle bir şeydir. Nietzsche, Putların Alacakaranlığı isimli kitabında filozofun trajedisini göstermek için önce sorar sonra da yanıtlar: "Bir eşek trajik olabilir mi? Ne taşıyabildiği ne de bırakabildiği bir yükün altında ezilmek! .. ". Görünen o ki, "kapitalizmin alacakaranlığı" da aynı trajik eşeklerin diyarında yaşanmaktadır.

Kapitalist kalelerin duvarlarını her geçen gün yükselten dinamik, elbette sadece korkudan kaynaklanmıyor! Elbet saklamaya çalıştıkları önemli şeyler de var! Ticari sırlarını değil ama başarı diye sunduklarının altında yatan şeyin aslında "uluslararası sermaye taşeronluğu" olduğunu, başarı diye sundukları şeyin aslında dünyanın çeşitli yerlerinden topladıkları parçaları monte etmekten öte birşey olmadığını, büyük finansal oyuncu olarak paradan para kazanmakla iştigal ettiklerini, bu yüzden de ciddi anlamda bir istihdam yaratma kaygısı asla taşımadıklarını, krizlerden kârla çıkmak için çevirdikleri dalavereleri saklamaya çalışıyorlar. Yoksa ne ciddi bir araştırma ne de ciddi bir geliştirme faaliyeti içerisinde değiller ki icatlarını, teknolojik buluşlarını saklasınlar! Kendilerini kale duvarlarının içerisine saklayarak kendi yarattıkları balon sönmesin diye çabalayıp duruyorlar.

Sermaye bugün Türkiye'de can çekişiyor mu bilmem ama çok korkuyor. Kendi yarattığı canavardan, bu ülkenin insanından çok korkuyor.