Hükümetin Ekonomik Krize Yanıtı Politiktir

TİSK'in İşveren dergisi iki aydır bir yangın yerini işaret ediyor. Ekonomik krizin derinleşmesi karşısında işverenler korkuyla karışık bir kaygıya kapılmış durumdalar. TİSK başkanı Tuğrul Kutadgobilik, Mart 2009 tarihli İşveren dergisindeki yazısına başlık olarak "Zaman çok daraldı" cümlesini seçiyor ve başlığın hemen altındaki vurucu cümle olarak ise "Daha da gecikirsek, küresel kriz ortamında yerel seçimlere ve dış politik gelişmelere öncelik vererek ekonomik ve sosyal sorunları geri plana itmenin faturasını hep birlikte ödeyecek gibiyiz" cümlesine yer veriyor. Sonra da yangın yerini tarif ediliyor. Yangın yeri tarifinin baş göstergesi ise: Ekonomik ve sosyal hayatın üç temel göstergesi olan üretim, istihdam ve verimliliğin hep birlikte düşme trendine girmesi.

Bundan 1-2 yıl önce bile birisi karşıma çıkıp bir kehanette bulunsa ve bana TİSK başkanının görüşlerine bir yazımda bu kadar çok yer vereceğimi söylese, açıkçası bu öngürüyü biraz komik bulabilirdim. Şimdi TİSK'in İşveren dergisini okurken çok faydalanıyor ve işverenlerin iktidarsızlığına şahit oluyorum. Dergileri buram buram kriz döneminde yangın yerine dönmüş bir dünya ve Türkiye analizi kokuyor. Bir yandan Hükümetin yeterli görmedikleri tedbirlerini yine de hiç yoktan iyidir şeklinde olumlarken, diğer taraftan da kendilerinin ve ülkenin ekonomik geleceğinden kaygılarını dile getiriyorlar. Artan işsizlik oranı ve firma kapanma oranlarını gözyaşları içerisinde karşılıyorlar. Beni TİSK'e bu kadar yaklaştıran şey ne olabilir? Sadece beni değil, emek sendikalarının başkanları, Mustafa Kumlu, Süleyman Çelebi, Salim Uslu vb. de TİSK'e yakın bulunuyor ki son sayısında bu kişilerin değerlendirmelerine uzun uzun yer veriliyor. Neden?

Nedeni çok basit ve bu yazının başlığını da oluşturuyor: Hükümetin ekonomik krize ekonomik bir yanıt üretme kaygısı söz konusu değildir. Türkiye uluslararası politik hareketliliğin merkezinde bir ülkedir ve bu hareketliliğin kriz süresince Türkiye'yi oyalayacak bir dinamik yaratacağı düşünülmekte ve hatta bu dinamik gün be gün artan bir ivmeyle üretilmektedir. Bu yüzden hükümetin krize karşı üretmekte olduğu yanıt politiktir.

Zaten İşveren dergisinde gösterilmeye çalışılan gerçeğin ruhunu da hükümetin ekonomik tedbirler olarak gösterdiği tedbirlerin pek bir işe yaramadığı görüşü oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki örneğin 2008 yılının son çeyreğinde Türkiye'nin gayri safi yurt içi hasılası % 6,2 oranında küçülmüştür. Bu rakam ile Türkiye, Tayvan'dan sonra dünyada en çok küçülen ikinci ülkesi konumundadır. Üretim 2008 yılının üçüncü çeyreğinde % 2,4, dördüncü çeyreğinde ise % 14,3 oranında gerilemiştir. Aynı tarihler itibariyle istihdam ise % 1,1 ve % 3,8'lik gerileme göstermiştir. Kurulan şirket sayısı da Şubat 2009'da, Şubat 2008 tarihine göre % 31 oranında gerilemiştir. Eylül 2008-Şubat 2008 döneminde ise toplam 18 bin 897 işyeri kapanmıştır.

TUİK'in web sayfasında yayınlanan Ocak 2009 işsizlik oranları krizin ülkemizdeki derinliğinin basit bir göstergesidir. Buna göre Ocak 2009 itibariyle işsizlik oranı %15,5'i bulmuştur. İşsizlik oranının Aralık 2008'de % 13,6 olduğu göz önünde bulundurulursa, kaba bir hesapla 1 aylık artış % 2 civarında olmuştur. Aynı artış oranını baz alıp, Nisan 2009 işsizlik oranını tahmin etmeye çalışırsak, cari işsizlik oranı % 20-21'leri bulmaktadır. Ocak 2009 itibariyle genç nüfusun işsizlik oranı % 27,8 olarak belirtilmektedir. Kentlerdeki genç nüfusun aynı ay itibariyle işsizlik oranı ise % 28,9'dur. Türkiyenin genç nüfusuna önümüzdeki yıllarda vereceği şey, yeni cinnet senaryolarından öte birşey değildir.

* * *

Yeni cinnet senaryolarının bir kısmını türetmeye çalışalım...

2007 genel seçimlerinde sol-liberal eğilimli dostlarımızın önemli bir kesimi AKP'ye açık veya gizli destek vermişti. Hatta seçimlerden sonra AKP'nin aldığı oy oranlarına bakarak "demokrasi kazandı" diyen sol-liberal arkadaşlarım bile olmuştu. Aynı arkadaşlarım, Ergenekon sürecini alkışlarla karşılamış ve darbecilere gereken dersler verilmelidir, AKP demokrasinin partisidir, demişlerdi.

Şimdi bu dostlarıma ve sizlere Samanyolu televizyonunu izlemenizi öneririm. Geçen yıl bu tarihlerde genellikle öldükten sonraki dünyada bizi bekleyen 'gerçekler' üzerine yerli diziler yayınlayan bu kanalımız, son dönemde "Tek Türkiye", "Ölümsüz Kahramanlar" gibi diziler yayınlamakta Güneydoğu'da askerlik görevini yerine getirirken ölen genç emekçi kardeşlerimizin hayat ve ölüm hikayelerini gözler önüne sermektedir. Samanyolu televizyonundaki bu vizyon değişikliği ister istemez bizlere muzır şeyler düşündürmektedir. Son seçimlerde AKP'nin oylarındaki göreli gerileme ve MHP'nin oylarındaki yükselme göz önünde bulundurulduğunda Fettullah hocamızın kafasında önümüzdeki seçimler sonrası bir AKP-MHP koalisyonu olabilir mi sorusunu aklımıza getirmektedir. Hatta hadi madem senaryo yazıyoruz ve buna cinnet senaryosu adını da verdik, bir adım daha ileri gidelim! Devlet Bahçeli MHP'nin başına geldiğinden beri MHP hızlı bir liberalleşme sürecine girmiş bulunmaktadır. Kamuoyunda Ergenekon diye bilinen gözaltı süreci MHP'nin önündeki taşları temizleme operasyonuna hizmet edebilir mi? Buna ek olarak, 27 Mayıs sabahı öldürülen Devrimci Karargah örgütü üyesi Orhan Yılmazkaya'nın Ergenekon ve PKK ile bağlantılarının ortaya çıkartılmış olması da yeni ilişkiler-yeni birlikler-yeni düşmanlıklar mı kuruluyor sorusunu aklımıza getirirse, bu kez gerçekten kantarız topuzunu biraz fazla mı kaçırmış oluruz acaba? Şimdi bu topuzu kaçmış 'yenilik' senaryoları içerisinde, yine liberal-sol çizgideki arkadaşlarıma sormak istiyorum: Böyle bir bütünleşme sonrasında müstakbel AKP-MHP koalisyonu, Ergenekon ve PKK'yı hazır birleştirmiş ve buna bir de Devrimci Karargah örgütünü eklemişken, tüm bunlara ek olarak, bir de sizden ve sizin bu iktidar üzerinde bıraktığınız tortudan kurtulmak isterse ve IV. Murat'ın gürzünü bu kez sizin üzerinize çevirirse ilk etapta hangi limanlara sığınmayı düşlersiniz?

Elbette senaryoların ve fikir cimnastiğinin sonu gelmez. Hep söylerim: Dilin kemiği yoksa aklın hiçbir şeyi yoktur!

* * *

Televizyon kanallarına bakıyoruz, bütün kanallarda yine Ergenekon, Anayasa değişikliği, domuz gribi, Cumhurbaşkanını ziyaret eden Deniz Baykal ve elbette yeni Bakanlar Kurulu ve bu Bakanlar Kurulu aracılığıyla AKP'nin Milli Görüş gömleğini yeniden giyinip giymeyeceği. Ekonomik kriz yok! Türkiye sanki ekonomik kriz yaşamıyor! Hatta, halkımız satın alacak araba bulamıyor. Gerçekten böyle! 3 ay sonrası için bayilere gelecek arabalar bile şimdiden tükenmiş durumda. ÖTV indirimi ekonomiyi bir canlandırmış, bir canlandırmış, sormayın! Zaten bankaların hemen hepsi de 2008'i kârlı bitirdiler. İnsanlar, beklentilerin çok çok üzerinde taşıt ve ev kredisi alıyorlar. Zaten başbakan Recep Erdoğan da, Kredi Garanti Fonu'na 1 milyar TL tutarında kaynak aktarılacağını müjdeledi. Piyasalar rahat! Sanki kriz yok gibi. En azından belli bir kesim için böyle görünüyor. Bir sonraki yazımızda da finans sektörü ne ister ve kriz kimi vurur konusunu tartışmak üzere burada bırakalım...

[email protected]