Bu sistem ayakta kalmak için daha fazla kana, daha fazla ilkel birikime gereksinim duymaktadır.

Anadolu Kaplanlarına Neler Oluyor?

Geçtiğimiz günlerde bir intihar haberiyle sarsıldım. 1998 yılında 2 ay boyunca incelediğim ve doktora tezimin araştırma kısmını oluşturan Denizli’deki fabrikanın (FUNİTEKS) sahibi Nuri Sözkesen intihar ederek canına kıymıştı. Haberi ilk olarak Metin Özuğurlu arakadaşım telefonla bana bildirdi. Metin, bu konuda birşeyler yazmamın iyi olacağını söylemişti. Bu yazıyı biraz gecikmeli olarak ancak şimdi kaleme alabiliyorum.

1980 sonrası Türkiye’de küreselleşme sürecinin gerçek cengaverleri Nuri Sözkesen gibi, biraz hayalperest, biraz Polyanna, biraz çılgın ama aynı zamanda da yürekli girişimcilerdir. Bu kişiler, atak kişilikleri ile herşeylerini riske ederek girişimcilik yapmışlar sırf kâr etmek için değil, içlerinden gelen değişim sürecinde etkili olma dürtüsüyle yaşamın belirli evrelerinde etkili olmaya çalışmışlardır. Kanımca aynı maceraperest ruh, gençliklerini 1970’li yıllarda yaşayan birçok kişide vardır. Ancak yine ne hikmettir ki Nuri Sözkesen’in de dahil olduğu neslin dünyaya bıraktığı çok fazla birşey de yoktur. Nedenleri tartışılabilir! Ancak yine de bu neslin yaşadıkları çağı kabullenmeme ve kendilerininkiyle birlikte başkalarının da hayatlarını değiştirme istenciyle yanıp tutuştuklarını göz ardı edemeyiz. Kimi zaman şizofrenik bir nitelik taşıyan bu istenç bu kişilerde kimi zaman çocuksu bir hal alarak ilginç bir heyecanla birlikte ortaya çıkmaktadır.

Nuri Sözkesen, yani Türkiye’nin UFO’cu işadamı olarak tanıdığı kişi, 2008’de uzaya gitmek için kendisini sıraya yazdırdı. Hybrid ısı sistemlerinin Türkiye’nin enerji sorunlarına çözüm olacağını iddia ederek bütün parasını bu alana yatırdı. Dünyayı değiştireceğine inanan bu kişi, “hybrid enerji bulduk Nobel’e adayız” diye ortaya çıktı. Denizli’de ilk ISO belgesini alan, dünyanın 2. en büyük chennille kumaşını (bir yüzü kumaş diğer yüzü havlu şeklinde dokunmuş kumaş) üreten fabrikanın sahibi olan Nuri Sözkesen, fabrikasında kalite çemberleri uyguladı, çalışanlarına yoga yaptırdı. Çalışanlar işlerine sabah FUNİKA marşını söyleyerek başladılar. Yılda birkaç kez çalışanlarıyla birlikte pikniğe veya denize gidip birlikte top oynayan bu çılgın işadamı, aynı zamanda da fabrikasında ilk uzay pijamasını üretti. Mucizelere ve icatlara inanan Nuri Sözkesen, cep telefonlarını uçakta bile açık tutabilmeye olanak sağlayacak “aç-kapa” teknolojisini de basına tanıtmıştı.

ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Japonya’ya giden Nuri Sözkesen orada 3 farklı firmada staj yapar. Japon üretim sisteminden çok etkilenir. Kendi işletmelerinde de bu sistemi uygulmayı düşünür. Zaten Türkiye’ye döndükten sonra kurduğu holdingin adı olan FUNİKA da Japonya’da staj yaptığı üç firmanın isimlerinin ilk hecelerinin bileşiminden oluşmaktadır.

****

Anadolu Kaplanlarına neler oluyor?

1998 yılında doktora tezimi yazmak için gittiğim Denizli’de hemen hemen bütün fabrikaları dolaşmıştım. Babadağ ve Buldan’a gidip üreticilerle tek tek görüşmüştüm. Daha sonra da Denizli’nin köylerini gezmiş, Denizli-Babadağ-Buldan ve köyler arasında oluşan üretim hiyerarşisini ve meta zincirlerini incelemiştim.

1997 yılında Denizli’de hazır giyim krize girmişti. Kriz, ‘talep krizi’ olarak adlandırılıyordu. Olan kısaca şuydu: 1990 yılında, siyasi kaygılarla Mesut Yılmaz Hükümeti bir gecede çalışanlara ortalama yüzde 90 zam verince Türkiye uluslararası piyasalarda ucuz işgücüne dayalı rekabet gücünü kaybetmişti. Uluslararası şirketler taleplerini Türkiye’den çekip, Romanya, Mısır, Çin vb. ülkelere yönlendirmişti. Bunun üzerine, bir de, 1994 ve 1997 krizlerini yiyen küçük ve orta ölçekli işletmeler, bankalardan döviz temelli aldıkları borçlarını ödeyemez hale geldiler. Çoğu işçilerine ücretlerini aylarca ödeyemedi ya da işçi çıkartmak zorunda kaldı.

Denizli Merkez’de 10 000 civarında işçi işsiz kalmıştı. Aileleriyle birlikte bu rakam ortalama 30 000’i bulmaktaydı. Birçok fabrika aylardır işçilerine ücret ödeyemiyordu. İşin ilginci ücret ödemeyen fabrikalardaki işçiler, kendileriyle yaptığımız mülakatlar sırasında, ne işyerleri ne de patronları ile ilgili kötü en küçük bir söz bile etmiyorlardı. Daha sonra anladık ki sırf öğlen verilen sınırsız ve bedava yemek için bile bu işçiler işyerlerinde çalışmaya hazırdı, bu nedenle de söyleyecekleri kötü bir söz nedeniyle işlerinden olmaktan çekiniyorlardı. Bedava ve sınırsız öğlen yemeği sayesinde kendi karınlarını doyurduktan sonra yanlarında getirdikleri poşetlere yemek koyup evlerine götürüyorlar, bu yolla ailelerini beslemeye çalışıyorlardı. Eğer işten çıkacak olurlarsa bu olanağı da kaybedeceklerdi. Dışarıda binlerce işsiz, bir iş bulmak için çırpınıp duruyordu.

Küresel meta üretimi uluslararası hiyerarşik bir sistemdir. Ama aynı zamanda da ülke içerisinde de hiyararşik bir üretim yapılanmasına yol açar şöyle ki: Denizli’deki bir fabrika uluslararası bir sipariş aldığında bu siparişin tamamını kendisi yapamayabilir. Bu durumda Denizli’deki daha küçük üreticilerden, Babadağ’daki dokumacılardan, hatta köylerdeki üreticilerden yardım alabilir. Bu sistemde zincirin en güçsüz halkası en zor durumdadır ve krizden de en çok etkilenen bunlar olur. 1998 yılında krizden en çok etkilenenler teknolojik geriliğin de pençesinde kıvranan Babadağ’lı dokumacılarla, bankalardan döviz temelli borç almış üreticilerdi. Özellikle Babadağlı üreticiler, aslında herbiri birer küçük üretici olmalarına rağmen, asgari ücretin yarısı fiyatına, hatta sırf karın tokluğuna herhangi bir fabrikada çalışmaya hazırdılar. Krizin onlara bıraktığı miras böyle birşey olmuştu. Çünkü mevcut durumda elektirik faturalarını, tezgahlarının vergisini vs dahi ödeyememekteydiler. Yani küçük üreticiler işçileşmekte, işçileşmek istemekteydi. 1998 yılında Denizli’de talep krizi olarak adlandırılan durum böyle bir görüntüyü ortaya çıkartmıştı.

Bunun literatürde bir adı da vardır ‘İlkel birikim.’

Marx, Kapital Birinci Ciltte, ilkel birikimin kapitalizmin ruhu ile ilişkisini şöyle tanımlıyor:

Kapitalist sistem, emekçilerin, emeklerini gerçekleştirebilecekleri araçlar üzerinde her türlü mülkiyet hakkından tamamen ayrılmış ve kopmuş olmalarını öngörür. Kapitalist üretim, ayakları üzerinde doğrulur doğrulmaz, yalnız bu ayrılığı sürdürmekle kalmaz, bunu gitgide artan boyutlarda yeniden üretir de. Bu nedenle, kapitalist sistemin yolunu açan süreç, emekçinin elinden üretim araçlarının sahipliğini alan süreçten başkası olamaz bu süreç, bir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan doğrudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştürür. İlkel birikim denilen şey, bu nedenle, üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir. (s. 731)

******

1998 yılında krizin etkisi üretim zincirinin en son halkasındaydı. Babadağ başta olmak üzere teknolojik olarak en geri ve finansal olarak en güçsüzler battı. Nuri Sözkesen’in FUNİKA’sı o yıllarda Denizli’nin en büyüklerinden birisiydi.

Bugün Nuri Sözkesen örneği üzerinden Anadolu Kaplanlarının hal’i pür melâline baktığımızda yaşadığımız kriz ve kriz üzerinden yürütülen birikimin Anadolu Kaplanı olarak bildiğimiz üreticilerin en güçlülerini bile etkilemiş olduğunu saptayabiliyoruz. 1998’de zincirin en güçsüz halkası kriz karşısında ilkel birikim nesnesi olurken, bugün yerli üreticilerin en büyükleri bile kriz karşısında boyun eğmiş durumdadırlar.

Küresel kapitalist sistem salt üretim yaparak sistemin parçası olmaya çalışanları cezalandıran bir model ortaya koymuştur. Bu nedenledir ki Türkiye’nin büyük sermaye grupları 1994 yılından itibaren büyük oranda banka edinmeye ve finansal oyuncu olmaya başlamuşlardır. Türkiye’de elde edilen kârların yüzde 80’inin finansal sistemden geldiği ifade ediliyor. Dünya için bu rakamı yüzde 70 olarak yazan kaynaklar hatırlıyorum.

Öyleyse, büyük ve küçük olmasına bakmaksızın üreticiyi cezalandıran, finansal krizin faturasını finans sermayeye değil üreticiye çıkartan bir sistem söz konusudur. Bu sistem ayakta kalmak için daha fazla kana, daha fazla ilkel birikime gereksinim duymaktadır.