Gericilerin bir şirketler topluluğu ve tarikatların kötülük yuvası olduğu temel bilgi haline geldi ve çözülme başladı. Yoksulluk acısının hurafelerle ve sadakayla dinmeyeceği deneyle öğrenildi.

Yine mi 28 Şubat!

Siyasette önemli bir çıkış örgütlendiğinde düşman da büyük resmedilir; kuraldır. Öyle somutun ve güncelin içindeki itiş kakışlar koskoca bir hareketi açıklamaya yeterli gelmez. Söz konusu olan, büyük, tarihsel bir hesaplaşma olmalıdır.

Anlaşılan Saraçhane’de toplumun önüne çıkanlar, bu tür bir tarihsel bağlam için 28 Şubat’ı seçmişler. 28 Şubat bir taşlama ayininin sembolik şeytanıdır artık.

AKP bunu daha önce icat etmişti. Ama şimdi İBB’den 28 Şubat’a lanet okunması, önceki örnekten çok daha güçlü, yaygın, etkili olmaktadır. Düzen siyaseti Erdoğan’ın açtığı yoldan ilerliyor. Sanıyorlar ki, 28 Şubat’ın daha yenecek çok ekmeği var! Yanılıyorlar…

28 Şubat vakası hakkında birden fazla defa kalem oynattığımdan, kalkıp arşivlere göz attım. Sadık soL okurları arasından “bunu daha önce okumuştum” diyenler çıkacaktır, çünkü aşağı yukarı yazısını tekrar edeceğim bugün.

28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu bildirisi dinci gerici hareketin koalisyonlara tutunmaktan farklı olarak doğrudan başbakan çıkarttığı bir dönemin sonunu haber verdi. Başbakan Necmettin Erbakan, bana sorarsanız mecbur kaldığından değil, sağ siyasetin tipik sahtekârlık okulundan mezun olduğu için bildiriye imza atıvermişti. Tabii, ne laikliğe sahip çıkacağı konusunda kimseyi kandırabildi, ne de imzası başbakanlığı bir yıldan fazla sürdürmesine yetti. Önceki yılın 28 Haziran’ında oturduğu koltuktan 1997’nin 30 Haziran’ında indi.

Buna darbe süreci falan dendi. “Bin yıl sürecek” diye ilan edilmişti dönemin askerleri tarafından. Lakin beş yılı biraz geçtiğinde Erbakan’ın biraz nankör evlatları iktidara gelmişti bile! Şimdi bildiriyi gerçekten de İslamcılara geçit vermemeye ant içmiş unsurların hazırladığına inanacak olsak dahi, bu iflas halinden darbe söylencesi çıkarmak ve karşısına darbeciliğe karşı demokrasi mücadelesi efsanesi dikmek mümkün olmaz. Ama zaten 28 Şubat’ın kimin işine yaradığına bakarsak, gerçeklerin AKP’nin uydurduğu ve şimdi muhalefete egemen olan tarih tezine uymadığını görebiliriz.

27 Mayıs 1960 teknik olarak darbeydi. 60’ların yapılanmasını şekillendirdi. 12 Mart 1971 darbeydi. Kendi 1973’te kapansa da, 12 Eylül 1980 karşıdevriminin hazırlığı, manevrası sayılır. Zaten 12 Eylül yapılanması kırk küsur yıl sonra AKP’nin şahsında sürmektedir. Araya bir kriz dağınıklığı olarak 1990’lar sıkışmıştı. O yıllarda içeriden ve dışarıdan kaynaklanan nedenlerle düzen dağılmış, egemen güçler kararsız kalmış, ülke yönünü kaybetmişti. 28 Şubat 1997’yi en fazla o dağınıklık günlerinin bir semptomu sayabilirsiniz. Ama dört başı mamur bir darbe saymak öncekilere hakaret olur!

28 Şubat, sonuçları itibariyle dinci gericiliğin önünün açılmasında bir momenttir. Bildiriyi yazıp Erbakan ve bakanlarının önüne koyanların ne düşündüğü tali bir konu. Tarih kişilerin aklından geçenlere bakarak yazılmaz ki. Kişilerin aklından ne geçeceğini koşullandıran başka süreçler, toplumun yapısı, sınıflar mücadelesi vs. vardır.

28 Şubat’ın ne büyük düşman olduğunu kanıtlamak isteyenler 2007’de bir fırsat daha yakaladı. 27 Nisan 2007’de Genelkurmay sitesinden bir internet bildirisi yayınlandı. Vay sen misin? Sanal, post-modern darbe dendi, ama 27 Nisan 4 Mayıs’a kadar sürecek bir şaka çıktı! 4 Mayıs’ta Büyükanıt ile Erdoğan Dolmabahçe Mutabakatında buluştular. Sonra seçimleri AKP kazandı, Gül Cumhurbaşkanı oldu, Anayasa Mahkemesi kapatma davasını kapattı, yerine Ergenekon Davası hazırdı zaten.

Olayı tartışan laik çevrelerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin veya o dönem taktığımız isimle Asker Partisi’nin, 1923 Cumhuriyet’ini korumak için direnişe geçtiğini düşünenler olmuştu. Yanlışlandılar ve artık unutulmuş gibiler.

Gericilerse demokrasi yoluyla ilerleyişlerini durdurmak için askerlerin darbe yapmaya kalktığını iddia ettiler. En az ilk yorumcular kadar yanlışlanmış olmalarına karşın, bu yorumu benimseyenlerin sayısı artıyor!

Aslında 28 Şubat sürecinde, Cumhuriyet’i koruyor görüntüsü verenler, yaptıkları eylemlerle, halka uzaklıkları, laikliği, bağımsızlığı, kamuculuğu yük sayan sınıf karakterleri nedeniyle, sola düşmanlıkları yüzünden… imamlara silah dağıtmış oldular! Laikliğin tırmalanan itibarının iade edileceği yönündeki atmosfer çok kısa sürmüştür.

Geçen zaman içinde Türkiye’de laiklik devletin bazı kurumlarının emre dayalı uygulaması olmaktan çıktı ve daha önce görülmemiş biçimde halka mal oldu. Gericilerin bir şirketler topluluğu ve tarikatların kötülük yuvası olduğu temel bilgi haline geldi ve çözülme başladı. Yoksulluk acısının hurafelerle ve sadakayla dinmeyeceği deneyle öğrenildi. Velhasıl Türkiye dinci gericiliğin çaputlarına sığmadı.

Köprülerin altından çok sular aktı. Bugün iktidarın ve düzen muhalefetinin 28 Şubat’ı taşlamakta anlaşmış olmaları boş iştir. Tekrar edeyim, buradan çıkacak ekmek kimseyi doyurmaz.