'Sorunların gelip laiklikte kilitlenmesi rastlantı değil. Devrimimizin, devrimlerimizin ayırıcı özelliklerinden biridir çünkü. Büyük Fransız Devriminden bu yana, laik olmayan bir devrim bilmiyoruz.'

Yalnız benim için bak laik laik!

“Kindar dindarlar ile kindar laikler, ne çok benziyorsunuz birbirinize…” Yıldırım Türker 19 Ocak’ta etti bu lafı. Bir deste yobaz Sezen Aksu’nun evinin önünde toplanıp protesto ederken yani. Eskiden Radikal yazarı yazar gerici güruha bakıyor ve aklına her nasılsa laikler geliyordu. Liberalizmi tarif etmeye kalksak bundan iyi örnek bulamayız sanırım. Laikliği gericilikle bir tutmak, cumhuriyete derin bir nefret beslemek… 

Kim nasıl bir ruh haliyle Sezen Aksu’ya yönelik bu gerici harekete bakar ve laiklere sövmeyi akıl edebilir, açıklamak zor. Üstelik, yazarımız olayın mağdurunun yakınıdır, gerici baskıyı hissetmediğini düşünemeyiz. Çok sıkı arkadaşlıkları var. Yıldırım Türker, Sezen Aksu’nun söz yazarıdır. “Kış Masalı”, “Yaz”, “Bitmemiş Tango”, “Kırık Vals”, “Sor Beni”, “Kayıp Şehir”, “Bahane”, “Ablam Aşktan Öldü” ve “Acıtmışım Canını Sevdikçe”... Bunlar, sözleri ona ait Sezen Aksu şarkıları. Birlikte üretiyorlar, yani saldırı bir anlamda Yıldırım Türker’edir. 

Bir fotoğrafları var. Asistanı paylaşmış, altında “Yıldırımlar” sözü okunuyor. Bir sözcük oyunu bu, Türker’in Yıldırım’ı ile Sezen’in gerçek soyadı Yıldırım’a bir gönderme. Haliyle arkada bırakılmış pek çok övgü yazısı var. Bunlardan biri “Cesur bir kız çocuğu” başlığını taşıyor. Tahmin etmişsinizdir, o cesur kız çocuğu Sezen Aksu’dur. 

Peki, bu cümleyi kurabileceğimiz bir cesaret örneği var mı ortada? İlk örnek 12 Eylül cuntasına destek olmaktı. Pek çok “sanatçı” arkadaşıyla birlikte “geldiler kurtulduk” diye çığlıklar attılar. Sonra ikinci 12 Eylül geldi, AKP ve Fethullah yargıyı bütünüyle teslim almak istiyordu. Referanduma taşıdılar, cesur kız en önde koştu evet demek için. Liberal bir “evet” histerisi vardı, bundan onu sorumlu tutamayız. Dostlarının arkasından gitmiştir. 

Peki ne var? 2013’te, sınırdan içeri giren gerillaların davul zurna ile karşılandığı, sınır mahkemeleri ile göstermelik yargılar yapıldığı dönemde Diyarbakır’da Newroz gösterisinde sahne aldı, şarkı söyledi. Bıraksalar sahneden inip dağa çıkacaktı, o kadar heyecanlıydı. Ne hissettiğini sordular, “Biz burada 500 bin kişiyle yağ gibi bir Nevroz yaptık” dedi. Yağlı işleri kaçırmadığını biliyoruz.

Hafızamızı liberal bombardımanlarla bütünüyle sildiklerini düşünüyor olmalılar. Cunta sempatizanına cesur kız denilir mi? “Yetmez ama evetçi”den, muhalif üretilebilir mi?

Birkaç silme ve yeniden yazma denemesini hatırlıyorum. Bunlardan biri Diyarbakır’daki Newroz gösterisinden önceydi, Bodrum’da konser verecekti. Konsere Cuntabaşı Kenan Evren ve kızı Şenay Gürvit’i de davet ettiler. Sezen Aksu konsere gelen diğer ünlü isimlerle tek tek ilgilendi ama Kenan Evren'in bulunduğu yere gitmedi. Cuntabaşı, konseri ilk yarısında terk etti. Sonra Sezen Aksu'nun Kenan Evren'i protesto etmek amacıyla yanına gitmediği iddiasını uçurdular ortalığa. “Bahane” veya “Acıtmışım Canını Sevdikçe” şarkıları eşliğinde izlense şahane bir oyundur!

***

Hafızamızı yeniliyoruz. AKP rejimi için iklimin hazırlanması görevini Aydın Doğan’ın Radikal gazetesi üstlenmişti. Zaman ilerledi, Fethullahçılar iktidar ortağı olarak çok güçlendi, yargı ve güvenlik kuvvetleri ellerindeydi, laik cumhuriyete karşı bütün operasyonları onlar yapıyordu. Haliyle Radikal’i de daha radikalleştirme ihtiyacı ortaya çıktı. Mülayim “Kabataş şahidi” İsmet Berkan’ı gönderip koltuğunu Cemaatin adamı Eyüp Can’ı oturttular. Kürt açılımı yürürlükteydi ama Türker’in bilmediği AKP-Cemaat ikilisinin açılımı da taktik bir adım olarak attığıydı. Açma niyetleri yoktu ve açmış gibi görünmek istiyorlardı. Türker yazısında “az açtınız” diyor ve Tayyip Erdoğan’ı eleştirmeye yelteniyordu. 

Eyüp Can aradı yazısını yayınlamayacağını bildirdi. Açılımın ilk kurbanlarından biri o olmuştu. O da BirGün’de yazmaya başladı. Bir gün BirGün’den de ayrıldı, sebebi bilinmiyordu. Mustafa Kemal’in 75. ölüm yıldönümü nedeniyle gazetede “Saygıyla Anıyoruz” başlığını görünce açıkladı sebebini; “BirGün'den birkaç yazı yazıp ayrılmamın nedenini anlamayan dostlar bugün tatmin olmuştur herhalde” dedi 10 Kasım mesajına gönderme yaparak. Oradan Özgür Gündem’e transfer oldu. Bu bölüm de “Ablam Aşktan Öldü” şarkısı eşliğinde okunmalıdır.

***

Kini o kadar büyüktü ki, Fethullahçılar OdaTV’yi basıp gazetecileri ve Yalçın Küçük’ü toplayınca, arkalarından arsız bir “oh olsun” yazısı yazdı. Bizim Barış, Barış Zeren de bir yazıyla bu umulmadık saldırıya cevap verdi. “Linç ve Aziz” başlıklı yazısında şöyle diyordu Barış; “OdaTV’ye, savcılığı destekleyici suçlamalarla vurmaya çalışan bir kesimin benzer bir ahlak dışa vurmasına belki çok şaşıran olmadı. Gene de herhalde bu koroya Yıldırım Türker’in katılacağını, hatta OdaTV operasyonuna en kaba desteğin ondan geleceğini pek az kişi bekliyordu.” Polis operasyonu, kenarda biriktirdiği kini salıvermesi için fırsat yaratmıştı. Cezaevinde olan, cevap verme olanağı kısıtlı meslektaşlarına “muhalif kahraman küçük adam,” “faşist bir iş adamı”, “tetikçi”, “muhbir”, “bataklık” diyerek acımasızca saldırıyordu. Barış, “Peki ama nasıl tanımlanabilir bu insan, böyle bir ahlak, nasıl koşulların ürünüdür?” diye soruyor yazısının sonunda. Aynı yerdeyiz, anlamaya çalışıyoruz. 

O sırada Odatv’ye yönelik operasyonun ikinci dalgası gerçekleşti. “N. Ş.”, Ahmet Şık, Yalçın Küçük, Doğan Yurdakul, Müyesser Yıldız, Sait Çakır ve Coşkun Musluk, gözaltına alındılar, tutuklandılar. Yıldırım Türker, ikinci dalgada gözaltına alınanlardan Ahmet Şık için bir yazı yazdı. Diğerlerinin değil ama Şık’ın Ergenekoncu ilan edilmesine itiraz ediyordu. Muhalif bir aziz gibi görünmek için en az bir vicdan gösterisi şarttır. Yoksa imkansızlaşıyor.  

Sonraki yazarlık serüvenini takip edemedim. Mahsun Kırmızıgül’e müstear adla senaryo yazıyordu. Bir ara Selahattin Demirtaş’ın konuşmalarını yazdığı da iddia edildi. Mümkündür, yazarak geçiniyorsanız bazen tuhaf işler yapmak zorunda da kalabilirsiniz. Kırmızıgül senaryosunda sorun yok ama bu kadar saplantılı birinin yazdıklarından politik bir metin üretmek çok tehlikelidir. 

***

Sezen Aksu’ya gösterilen gerici tepkinin de bir müsamere olduğunu biliyoruz. Eski bir şarkıyı buldular ve Aksu’yu hedefe koydular. Âdem ile Havva’ya cahil demişmiş. Bu gerici güruh kutsal kitaplarda adları geçtiği için onları “peygamber” sanıyor olabilir. Âdem ve Havva, Eski Ahit'e (Tanah) göre Tanrı tarafından yaratılmış olan ilk insan çiftidir. Kitapları veya vahiyleri bulunmamaktadır, sadece dini yaratılış mitinin iki figürüdür ve okuma yazmaları olamayacaklarına göre mantıken cahil sayılmalarında da bir beis yoktur. 

Yobazalar bir bahane aradılar ayaklanmak için ve bula bula iki sözcüğü buldular. Fakat bahane aramaya gerek yok, şarkının kendisi ayaklanmak için yeter sebeptir. Türkçeye ve müziğe mugayirdir, türünün bu kadar kötüsü ve ilkeli az bulunur…

***

“Kindar dindarlar ile kindar laikler, ne çok benziyorsunuz birbirinize…” Baktık, yazdık bu kinin ve öfkenin sebebini bulamadık. Liberalizmin hikmetinden sual olmaz gerçi ama laikliği bu kadar aşağılıyorsan, geride kalan gericiliğin dikenine katlanacaksın. Adem’i bilge, Havva’yı peygamber kabul edeceksin. Sesini keseceksin.

***

Sorunların gelip laiklikte kilitlenmesi rastlantı değil. Devrimimizin, devrimlerimizin ayırıcı özelliklerinden biridir çünkü. Büyük Fransız Devriminden bu yana, laik olmayan bir devrim bilmiyoruz. Varsa tartışmasız bir karşı devrimdir. 

Bu durumda başka bir soru var; Solumuzu atomlarına ayırsak elimizde ne kalır? Laiklik, anti emperyalizm ve sınıfa bağlılığa böyle ulaşıyoruz. Bu bir tariftir ve kapsayıcı olduğu kadar ayrıştırıcıdır. Bu üç ilke etrafında yavaşça bir cephe örüyoruz. Bunlardan birine veya hepsine düşman olanlarla ise görülecek hesabımız var, not edip, biriktiriyoruz. 

Şarkı, türkü değil mesele. İsteseniz de Sezen Aksu’dan azize yaratamazsınız zaten. Ne söylerse söylesinler, gericiler saldırdıklarında laik halkımızdır son tahlilde onların da sığınağı. Sınıfımızdan, halkımızdan başka güvenecek neyimiz kaldı?