Bu savaşın ve emperyalizmin diğer savaşlarının kaybedeni olmamak için Türkiye halkının öncelikle NATO’ya dur diyebilecek bir direnişi örgütlemesi gerekiyor.

Uzun menzil, kısa vade, acil eylem...

Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana 2,5 yıl geçti. Savaşın başlarında son derece haklı nedenlerle nefesimizi tutarak izlediğimiz gelişmeler bir süre sonra ilgimizi çekmez oldu ve ülkemizde “canlılığını” hiç yitirmeyen gündemin arka sıralarına itildi.

Oysa ilk günkü tehlike ne ise, şimdi de o var. Kuzeyimizde birbirini tüketen iki kardeş halk, kimi parmakların birkaç santim berisinde duran nükleer düğmeler, Karadeniz’de artan NATO tahkimatı.

O kadar yakınımızda olmasına karşın sağlıklı bilgi almakta zorlandığımız bir savaş bu. Yine de özet mahiyetinde şunları söyleyebiliriz:

  • Çatışmalar birkaç ay öncesine kadar neredeyse sabitlenmiş bir cephede devam ediyordu.
  • Ukrayna, ABD ve İngiltere başta olmak üzere NATO üyelerinde aldığı destekle denklemi kendi lehine değiştirmek için savaşı Rusya topraklarına yayma amaçlı saldırılar gerçekleştirmeye başladı.
  • NATO ülkeleri arka arkaya F-16 uçaklarını Ukrayna’ya “bağışla”dılar. 
  • Bu uçakların havadaki Rus üstünlüğünü kayda değer biçimde değiştirdiğine dair bir izlenim almadık. Hatta F-16’lar cephe hattına sürüldükten sonra ilk kayıp da verildi. 
  • İlk F-16 kimi iddialara göre “dost ateşi” sonucu, başka bir deyişle Ukrayna savunması tarafından düşürüldü. Bu iddiayı güçlendiren en önemli gelişmelerden biri Ukrayna Hava Kuvvetleri Komutanı’nın görevden alınması oldu.
  • Bu arada Rusya kendi topraklarına yönelik saldırıların ağırlık merkezi olduğunu değerlendirdiği Kharkiv’e doğru bir ileri harekât başlattı. Rus ilerlemesi çok sürmeden tıkandı.
  • Diğer taraftan, Rusya’nın Donetsk yöresinde ilerlemesi devam ediyordu.
  • Gözler Kharkiv’e çevriliyken 6 Ağustos sabahı Ukrayna birliklerinin Kursk bölgesinde Rus topraklarına sızdığı haberi geldi.
  • Ukrayna ordusu Kursk kentine giremese de yörede bin kilometrekare civarında bir toprağı işgal etmeyi başardı.
  • Aradan bir ay geçmesine karşın o işgal sürüyor. Rusya’nın saldırıya verdiği ilk karşılık Kursk ve komşusu Belgorod bölgelerinde “Terörle Mücadele Operasyonu” ilan etmek oldu.
  • Rus kaynaklarının verdiği ve Ukrayna tarafından da doğrulanan bilgilere göre, Rusya bölgede Çeçen Özel Kuvvetleri’nin de katıldığı bir karşı saldırı başlattı ve Ukrayna birliklerinin denetimindeki 10 kadar yerleşim merkezini geri aldı.

Kursk saldırısının amacı belli. Ukrayna yönetimi, bir yandan savaşı Rus topraklarına sıçratarak Rus halkının tepkisini yönetime yöneltmesini sağlamak, bir yandan da “patronlarına” savaşa devam edebilecek gücü bulunduğunu göstermek, böylelikle askeri desteğin sürmesini güvenceye almak niyetinde. Öte yandan, Zelenski’nin olası bir müzakerede al-ver kozu olarak kullanmak için bir kısım Rus toprağını işgal ettiği tezi pek de anlamlı değil. Zira Rusya’nın o toprakları gerekli gördüğü anda geri almakta güçlük çekmeyeceği kesin.

Savaşın askeri cephesinde bunlar yaşanırken siyasi alanda da önemli gelişmeler yaşanıyor. Ukrayna bir süredir, ABD ve İngiltere’den aldığı uzun menzilli balistik füzeleri Rusya topraklarını hedef alacak şekilde kullanmak için Washington ve Londra nezdindeki girişimlerini sürdürüyor.

Rusya Kursk saldırısının arkasında Temmuz ayındaki NATO Zirvesi’nde alınan kararların bulunduğunu ileri sürüyor. Anımsayacak olursak, Washington’daki zirvede Ukrayna ordusunun NATO tarafından eğitilmesi ve donatılması karara bağlanmıştı. Böylelikle 2014 yılından beri Emperyalizmin terör ve savaş örgütü NATO’nun Ukrayna’ya karşı bir saldırı üssü olarak kullanacağını söyleyenlerin pek de yanılmadıkları ortaya çıkmıştı.

Aslında savaşın başından beri Batı kaynaklı bir propagandaya maruz kaldığımız açık. NATO’nun dünya ve Türkiye’deki ucuz megafonları ne dedilerse bir süre sonra yalan olduğu ortaya çıktı. İlk akla gelen iki örnek Boğaz’a gelen mayınlar hadisesi ve Kuzey Akım-2 boru hattına yapılan saldırı.

Savaşın ilk ayı dolarken Karadeniz’de “başıboş” dolaşan ve bir bölümü akıntılarla Türkiye’ye yaklaşan mayınlar haberiyle sarsıldık. Kuzeyimizde başlayan savaşın Türkiye bakımından vahim bir durum yarattığı kesindi ama bu mayınlar adeta o durumun metalik habercileriydi. NATO’nun sesi radyosu derhal yayına başladı. Mayınları Rusya saldı vs.. Eğer öyleyse bu dünyanın en mantıksız savaş eylemi olmalıydı ama ne gam parmaklar Moskova’yı işaret etmişti bir kere. Sonuçta İstanbul patlamadı ama başka bir şey oldu. Mayın bahanesi ABD ve onun uzantısı NATO’ya Karadeniz’e bulaşma vesilesi yarattı. Odessa limanına ABD aklıyla döşenen sonra da ne hikmetse bağımsızlıklarını ilan eden mayınların “arz ettiği tehlike” bahanesi üçü de NATO üyesi olan Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’nin bir “Mayın Güvenliği Anlaşması” akdetmeleriyle sonuçlandı. Bu konuya dair çok daha bütünlüklü bir değerlendirmeyi Erhan Nalçacı’nın şu yazısında bulabilirsiniz. Konumuza dönersek, mayın hadisesinde Rusya’yı suçlayan çeneler ise herhangi bir özür veya düzeltme ihtiyacı duymadan başka yalanlar üretmeye devam ettiler

İkinci örneğimizi oluşturan Kuzey Akım-2 Rusya’nın AB’ye doğalgaz sevkiyatı için inşa ettiği boru hatlarından biriydi. 2022 yılının Eylül ayında bir dizi sabotaj sonucunda devre dışı kaldığında Emperyalizm hep bir ağızdan “Moskova yaptı” tezahüratı yapmış, böyle bir eylemin Rusya’nın hiçbir işine yaramayacağı aksine ABD’nin çıkarlarına hizmet edeceğini söyleyenler “Putin’ci” olmakla suçlanarak susturulmuşlardı. Aradan bir yıl geçti. “Rus sabotajı” diyenlerin sesleri duyulmaz oldu. Batı basınında bu kez sabotajdan Ukraynalı bir komando grubunun sorumlu olduğuna dair haberler çıkmaya başladı. Bir yıl önce atıp tutan, Rusya’yı teröristlikle suçlayan NATO ileri gelenleri lâl oldular. Türkiye’deki yetkili NATO satıcıları da elbette. Birkaç ay sonra bir baktık ki, olay hakkında adli soruşturma başlatan çiçeği burnunda NATO ülkesi İsveç dosyayı sessiz sedasız kapatıvermiş.

Tamam savaş öncelikle bir yanıltma zanaatidir ve ilk kurbanı da gerçeklerdir ama bu tür yalan katarlarına atlayıp halkı kaldırmaya çalışan NATO borazanlarının insan içine çıkamaz hale getirilmeleri gerekir.

Savaştaki son duruma dönelim. Rusya Devlet Başkanı Putin, iki gün önce televizyonda konuştu ve ABD ile İngiltere’nin Ukrayna’ya uzun menzilli füzelerini Rusya içindeki hedeflere yönelik olarak kullanma izni verecekleri yönündeki haberlere ilişkin olarak, bunun NATO üyelerinin Rusya ile doğrudan savaşa girdikleri anlamına geleceklerini söyledi.

Bu konu NATO üyeleri arasında da tartışılıyor. ABD bu konuda henüz bir netlik bulunmadığını duyururken, Kanada’nın renkli çoraplı Başbakanı Trudeau uzun menzilli füzelerin Rusya içinde kullanılmasına tam destek açıkladı. Almanya ise Başbakan Scholz’un ağzından şimdilik “o topa girmeyeceği” mealinde bir açıklama yaptı. Daha önce de birçok kez yazıldığı çizildiği üzere bu meselenin ardında da İngiliz parmağı bulunduğunu görmemek için kör olmak gerek. İngiltere’de yapılan genel seçimlerde iktidar partisi değişti ama İngiltere’nin Rusya bağlamında yangına körükle gitme siyaseti zerre kadar değişmedi. Milyonlarca kişinin yetersiz beslenmeyle boğuştuğu ve ancak sokak aralarında kurulan “gıda bankaları”ndan beslenebildiği İngiltere geçen hafta Ukrayna’ya yönelik 780 milyon dolarlık bir “yardım” paketi daha duyurdu. Başbakan Starmer ise 4 Eylül günü Biden’la yaptığı ikili görüşmede muhtemelen uzun menzilli füzelerin kullanımı konusunda ABD’li yetkililerin kararsızlığını kırmaya yönelik hamlelerini sürdürdü.

Bu arada sorunun kaynağını doğru tespit etmekte zorlanmayan Rusya İngiltere ile askeri alanda olmasa bile diplomatik alanda ciddi bir mücadele yürütüyor. Moskova son olarak Rusya’da görev yapan 6 İngiliz diplomatı casuslukla suçladı ve akreditasyonlarını iptal ettiğini duyurdu. Rusya’yı haftalar önce terk etmiş olan diplomatların fotoğrafları Rus Devlet televizyonunda da yayınlandı. Malum, kavgada yumruk sayılmıyor.

Ukraynalı ve Rus gençlerin patronların çıkarları için kırıldığı bu savaş başlı başına bir yanlışlık elbette ama bu savaşa karşı durmak salt ahlaki bir zorunluluğa indirgenebilecek kadar basit bir mesele değil.

Öncelikle savaşın evrildiği yön giderek daha da kaygı verici hale geliyor. Birkaç ay önce bu konuda bir yorumcunun sözleri hep aklımda: “İki taraf da birbirlerinin sağduyusuna biraz fazla güveniyorlar.” Yanlış anlaşılmasın, burada taraflardan kasıt ABD ve Rusya.

Rusya’nın ilânihaye bu yıpratma savaşına takılıp kalmayacağını, bir ara sert bir manevra yapabileceğini, Washington’daki kimi çevreler ile Londra’daki devlet aygıtının tamamının da Rusya’yı bu uçuruma itmek için ellerinden geleni yaptıklarını hesaba katmak gerekiyor. Bu yola girilirse Türkiye emekçilerinin kaybının ayçiçeği yağı fiyatının artmasının çok ötesinde olabileceğini de.

Bu savaşın ve emperyalizmin diğer savaşlarının kaybedeni olmamak için Türkiye halkının öncelikle NATO’ya dur diyebilecek bir direnişi örgütlemesi gerekiyor. İşte Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi o yolu açıyor ve NATO’ya meydan okuyor. THTM İstanbul’dan İncirlik’e uzanan bir yürüyüş ve yan etkinliklerle direnişi ve barışı örgütlemeye çalışıyor. Ülkemizin savaşın ateşiyle kavrulmasını engellemek, salt Türkiye’nin değil, dünyanın da aydınlık geleceğine sahip çıkmak için bu çabaya omuz vermek zorunlu görünüyor.

Katılıp ses vermek ve memlekete sahip çıkmak elinizde!