“Benimse istediğim gibi oynarım” diyenin mülküne birileri el koyana dek bu karmaşa sürüp gidecek.

TÜSİAD Partisi ne ister?

29 Mart günü Genel Kurul’u toplayacak ve yeni başkanlarını belirleyecek.

Yeni başkan da tıpkı eskisi gibi bir sözcü olacak. Adına “Yüksek İstişare” dedikleri konseyin üyelerinin kameralar karşısına çıkardıkları bir isim olarak görevini yerine getirecek.

“Yüksek İstişare”ye bu sefer ne istişare edilecek? Eski başkanları Kaslowski’nin deyimiyle içinden geçtiğimiz “tarihi kırılma anı”nın nasıl değerlendirilmesi gerektiği mi açıklığa kavuşturalacak?

Kime dikte edecekler isteklerini? Yine ne isteyecek TÜSİAD Partisi ve istediklerinden tam anlamıyla tatmin olabilecek mi?

TÜSİAD Partisi: Türkiye’nin bütün kritik dönemeçlerinde imzası olan, asla tatmin edilemeyen “sürekli muhalefet partisi”. Türkiye siyasetindeki bütün çalkalanmalardan neredeyse yara almadan çıkan bu “sıkı örgüt” Türkiye’nin büyük burjuvazisinin ilmek ilmek işlediği büyük buluşu.

Bu buluşun nasıl dünyaya geldiğini hatırlıyoruz. 1971’deki kırılma anının hemen ardından kuruldu. Türkiye’deki yükselen işçi hareketine karşı sermaye cephesindeki safları sıklaştırmanın, farklı sesleri yatıştırmanın bir formülü olarak yaratıldı. Parti Koçların, Sabancıların “yüksek istişare”sinde, Güngör Uras’ın başkanlığında yetkinleşirken Türkiye siyasetini en güçlü patronların elinde biçimlendirmenin uygun yolları da keşfedildi.

Düşman sınıfı susturmak, rakipleri saf dışı bırakmak, siyasete her daim yön verebilmek ama her daim “muhalefet”te kalabilmek ancak bir örgütün, bir siyasi partinin yapabileceği görevler bütünüyken TÜSİAD Partisi bir patronlar derneği olarak nasıl anılabilir ki?

TÜSİAD Partisi Türkiye’deki sınıf mücadelelerinde karşı cephenin en yetkin ürünlerinden biridir.

1971 ve 1980’de, 1995’in Refah Partisi’nden ve 2001’in AKP’sinden ne bekledilerse onlardan ne istedilerse bugünkü “kritik dönemeç”te de onu isteyecekler.

Kendileri için uygun gördükleri siyasal bileşimi zorlayacaklar, boşa düşerse diye endişe etmeyecekler çünkü hep muhalefette kalacaklar, hep isteyecekler hep alacaklar ama asla tatmin olmayacaklar.

Ecevit’ten umudu kesene kadar Ecevit’i, Demirel’den umudu kesene kadar Demirel’i, farklı partilerin farklı bileşimlerinden umudu kesene kadar “demokrasi”yi, uygun ortam oluşuncaya kadar  Kenan Evren’i, uygun ortam oluştuğunda Özal’ı, ANAP’la işi bitene kadar da ANAP’ı destekleyen bu parti desteklerken boşa düşmemenin ve her zaman istediğini almanın tıkır tıkır işleyen mekanizmasını yaratmıştı.

Aslında mekanizma “benimse istediğim gibi oynarım” diyen mülk sahibinin mülkü olan Türkiye’de oyunun nasıl döndüğünün bir özeti. 

O mülkün bahçesinde siyaset yapan siyasetçinin ve partisinin görevi Türkiye’nin içteki ve dıştaki karmaşık sorunlarını nasıl çözdüklerini ispatlamak ve nasıl çözeceklerine dair projeler üretmek, bu projeleri siyaset dünyasının yetkin elemanları olarak yapmak, yani “bir bildiğimiz var” demek iken TÜSİAD Partisi’nin görevi elemanlarının performansını gözlemek, değerlendirmek, bazen gerilmek ama zaman tanımak, nasıl iş gördüğüne bakmak ve iş göremeyince atmak oluyor.

Bugün bize ekranlarda gösterilen, herkesin birbiriyle atıştığı, farklı partilerin yarıştığı, farklı ittifakların çekiştiği dünya, farklı aktörlerin ne istediklerinin bir yerden sonra öneminin kalmadığı bir karmaşayı ifade ediyor. Bu dünyada kendini TÜSİAD’a ne kadar beğendirdiğin yetmiyor, ne kadar iş görebildiğin önem kazanıyor. İş görebilmek, iş bilebilmek siyasetçinin varlık nedeni.

Burası herkesin gününün sayılı olduğu, pohpohlandığı, kandırıldığı, kahraman ve sonra düşman ilan edildiği bir dünya. Halbuki bu karmaşa, siyaseti ayakta tutan şeyin tam kendisi.

TÜSİAD Partisi bu mekanizmanın çarkları dönmeye devam etsin istiyor. 

TÜSİAD Partisi yine isteyecek, TÜSİAD Partisi yine konuşacak. Ukrayna ile açılan şu kritik dönemeçte “otoriterliğe karşı demokrasiyi desteklemeliyiz” söylenecek, “Atlantik” hatırlatılacak, “yeşil” enerjinin faydaları sıralanacak, enflasyondan, hayat pahalılığından, toplumsal gerilemeden bahsedilecek, teknoloji lazım denilecek, kafalarındaki ekonomi programının gereklerinin yine altı çizilecek.

Zamanı gelince medya seferber edilecek, taşlar oynatılacak, kavgalar çıkacak, düzen işleyecek. Ve mekanizma çalışacak…

“Benimse istediğim gibi oynarım” diyenin mülküne birileri el koyana dek bu karmaşa sürüp gidecek.