Anıl Çınar

Ulusal kurtuluşçuluk, adı üzerinde, her zaman “ulusçuluğu” en tepeye yerleştirir. Bu, işçi sınıfının iktidarının değil ulusal bir bakış açısının merkeze koyulduğu PKK için de geçerlidir.

PKK Marksist bir örgüt müydü?

Anıl Çınar

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Öcalan çağrısının tefsiriyle işimiz yok. Yukarıdaki satırların ilettiği mesaj gayet açık. Hatta bu mesajı en özlü şekilde ifade edenlerden biri de Altan Tan oldu:  

Öcalan, ‘Bizim sosyalist, Marksist, arkaik (bu benim tabirim tabii) ideolojimizin, dünya değerlendirmemizin dönemi geçti. Doğruydu, yanlıştı, o gün öyle yola çıktık ama bunun miadı, geçerliliği, son kullanma tarihi 35 sene evvel bitti’ diyor. Bu çok önemli.1

Altan Tan, o geleneğin sağını temsil edenlerden bir olarak son derece uyanıktı ama yalnız değildi. İsimleri tek tek saymaya gerek yok, içinde iktidara yakın isimlerin de olduğu bir toplam bu işe iştahla saldırdı: “PKK Marksist ve sosyalist bir örgüt” idi, geçmişte olup bitenler işte bu ideolojinin ve Sovyetler Birliği’nde cisimleşen sosyalizmin günahıydı.

Oysa ki PKK ne 1974-78 aralığındaki ilk hamlelerinde ne 1984’ün Eruh’unda ne 1995’teki 5. Kongresinde bayrağındaki orak çekici kaldırdığında ne 1999 sonrasında anarşist Bookchin’in fikir babalığında “demokratik konfederalizm”i benimsediğinde ne 2010’larda “demokratik özerklik” tartışılırken ne de bugün bütün bu geçmişin yükü “eski sosyalist günlere” atılırken Marksist bir örgüttü.

PKK daha en başından beri, hatta Öcalan’ın 78’de kaleme aldığı şekliyle önce “ulusal kurtuluşçu” bir hareketti.

“Reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisi” denilen şey son derece doğruydu ancak tam tersi açıdan. PKK hiçbir zaman marksist-sosyalist bir örgüt olmamıştı. Ancak, “benzerleri” gibi, o dönemde ulusal kurtuluş programıyla yola çıkan örgütlerin kaçamayacağı, daha doğrusu “kaçırmak istemeyeceği” bir meşruiyet alanında filizlenmişti. Sovyetler Birliği’nin varlığıydı bu alanı yaratan.

Zaten zamansal olarak da mükemmel bir biçimde örtüşüyordu. Nitekim Sovyetler Birliği’nin yokluğunda bu ideolojik kılıfa sığınmanın bir anlamı kalmayacaktı: PKK, Sovyetler Birliği’nin çözülüşüne çok yakın bir dönemeçte kurulmuştu, sosyalizm zırhının 90’ların ilk yarısında atılması da çok uzun sürmemişti.

Aslında bu mesele 70’lerin çok öncesinde başlamıştı…

20. yüzyıla bir sosyalist devrim damgasını vurmuştu. Dünya 1918-1925 ve 1939-1970 aralıklarında iki kez yeniden şekillenmişti. Ulusal demokratik hareketlerin yerleştiği düzlem sosyalizmin dünyadaki bu atılımlarıyla çok yakından ilgiliydi. “Ulusal sorun” bu şekillenmenin ürünüydü.

Öte yandan bütün bu gelişmeler ihtiyatın elden kolayca bırakılabileceği gelişmelerdi.

Öncelikle, 1917 ile 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemeçte Avrupa bir pat alanıydı. Sosyalizm Avrupa’da ilerleyememekte ancak Sovyet Rusya da geri püskürtülememekteydi. Bu dönem Sovyetler’in Güneyinden sıkıştırılması dönemeci oldu.

Türkiye, İran, Hindistan, Afganistan, Çin… Bütün bu ülkelerdeki demokratik süreçler Sovyetler’in yumuşak karnına yüklenme ile Sovyetlerin başta İngilizler olmak üzere eski emperyalizmin sömürgeciliğine darbe vurma çekişmesinin ürünüdür.

Bu bir realitedir ancak bütün bu olan bitenlerde sapla samanı ayırmak kimilerince zorlaşmıştır.

Ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizme evrilebileceği düşüncesi bir alan açmış ve bu alanı en geç ve en geniş biçimde değerlendiren ya da istismar eden örneklerden biri PKK olmuştu.

Yani ulusal sorunlara ulusal çözüm arama stratejisini “sosyalizm” ve hatta “Marksizm” olarak pazarlama olanağı ortaya çıkmıştır.

Oysa ki Marksizmin alametifarikası sosyalist devrimden başka bir şey değildir. Marksizm daha kuruluşundan beri, onu diğer bütün akımlardan ayıran bir şeyi odağına yerleştirmiştir: Marksizm bir işçi sınıfı sosyalizmidir, bilimsel sosyalizmdir ve Marksizm devlet iktidarını ele geçirmenin, kapitalizmi yıkmanın ve sosyalizmi kurmanın teorisidir.

Dolayısıyla Marksizm kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlar toplamına hiyerarşik biçimde yaklaşır, kendisine bağlar ve indirgeyicidir. O hiyerarşinin tepesinde de sosyalist devrim bulunur.

Ulusal kurtuluşçuluğun sosyalizan tonlar taşıması ise pragmatiktir. Ulusal kurtuluşçuluk, adı üzerinde, her zaman “ulusçuluğu” en tepeye yerleştirir. Bu, işçi sınıfının iktidarının değil ulusal bir bakış açısının merkeze koyulduğu PKK için de geçerlidir. Dolayısıyla ne şekilde telaffuz edilirse edilsin, söz konusu program özünde milliyetçi bir perspektife sahiptir.

Üstelik bunu yıllar öncesinde Öcalan’ın kendisi de defalarca söylemiştir. "Ben, Kürt halkının kurtuluşunu, yükselişini, başka yol görmediğim için, sosyalizme yöneldim”2 derken de bunu anlatmaktadır.

Bu bahiste, uzunca bir dönem, ulusal kurtuluşun neden sosyalist devrimin önünde gerçekleşmesi gereken bir adım olduğunu işitip duruyorduk. Şimdi bu kılıfın da bir işe yaramadığının günah çıkarırcasına anlatıldığı bir dönemeci yaşıyoruz.

Ama geçmişin sorumluluğunu devrimcilere ve sosyalizme atma uyanıklığına karşı şerbetliyiz. Liberalizmle iç içe geçmiş bir milliyetçilikle, ABD ya da İsrail ile müttefiklikle Marksizmin hiçbir alakası olmadığını, gerektiğinde daha yüksek sesle söylemesini biliriz.

  • 1

    Independent Türkçe, 1 Mart 2025,  https://www.indyturk.com/node/754600/türki̇yeden-sesler/öcalanın-açıklaması

  • 2

    Yalçın Küçük, Kürt Bahçesinde Sözleşi, Başak Yayınları, s.55, 1993.