Davalarla, yasalarla rahatlattılar, AB ile uyuşturdular, kola ile doyurdular ve şimdi 'bir daha' diyorlar. Aman diyelim içmeyin zehirlidir!

Turka, kola ve eskiye dönüş

Yıl 2003’tü, AKP iktidarının başlangıcıydı, televizyonlarda bir kola reklamı dönüp duruyordu.

Ülker grubu parayı bastırmış ve yeni ürünü “Cola Turka” için ABD’de reklam işine girişmişti.

Reklam oldukça başarılıydı ama yalnızca reklam tekniği açısından değil. Türkiye’nin eşiğinde durduğu ideolojik ve siyasal dönüşümü paraya dönüştürmek açısından da işlevliydi. Kimse henüz 5’li çeteyi falan konuşmuyordu, “hem TÜSİAD hem MÜSİAD üyesi” Murat Ülker’in yüzü gülüyordu.

Reklamı hatırlayanlar vardır. Amerikalı aktör Chevy Chase etrafındakilerin tuhaf hareketlerine anlam veremez ama kendisi de “Turka” kolasından bir yudum aldıktan sonra Gençlik Marşı’ndan dizeler okumaya başlar: “Dağ başını duman almış…”

Bir başka reklamda, çölde sürünerek ilerleyen bir Amerikan askeri kumların arasında denk geldiği kutuyu açar, içindeki Cola Turka’dan bir yudum alır ve silahını bırakır. Ekrandaysa Türkiye’nin kuruluş felsefesinin en önemli unsurlarından biri olan “Yurtta sulh cihanda sulh” belirir.

Zaman AKP eliyle Türkiye’nin 90’larının unutturulması zamanıdır: AKP’nin “fabrika ayarları”nda Anadolu’yu Amerikan çıkarlarıyla uyumlulaştırma projesi merkezi bir yere sahiptir. 

Turka kola ortaya çıkışıyla da 2016 itibariyle sessizce ortadan kayboluşuyla da bu projenin serüveninin ilginç bir izdüşümü gibidir.

Kola diyip geçmeyin. Kapitalizmin simgesi haline gelmiş bir metadan, ABD emperyalizminin sadece simgesi değil düpedüz aracı haline gelmiş bir üründen bahsediyoruz.

Eh… Tekelleşme nasıl kapitalizmin bir yasasıysa ‘kola’nizasyon da emperyalleşmenin bir yasası olmuş gibidir.

Coca Cola’nın tarihi neredeyse ABD emperyalizmi kadar eskidir. Savaş meydanında Amerikan askerlerinin Coca Cola’sı eksik edilmemiş, savaş meydanının hemen dibine kola fabrikaları açılsın diye “Coca Cola subayları” yetiştirilmiştir. Berlin Duvarı yıkıldığında “6’lı” kola paketleri bedavaya elden ele dolaştırılmaktadır.

Duvarın yıkılışının çok öncesinde, Türkiye’nin komünistlerinin “içmeyin zehirlidir” dediği şeydir kola. Bu Avrupalı komünistler için de böyledir, Irak’ın işgaline tepki gösteren halklar için de: Kola içmek için değil dökmek içindir…

Turka kola ramazan sofralarını süslerken, Türkiye’deki Amerikan alerjisini yatıştırmanın, farklı kesimleri ve farklı hassasiyetleri AKP’nin bol şekerli dünyasında buluşturmanın Osmanlıcı veya “a la turca” yolu olmuştu.

O yıllarda Ahmet Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” ve yeni Osmanlıcılık tezleri pazarlanmaktaydı. Davutoğlu o pozisyona “Yurtta sulh cihanda sulh” dememek için gelmişti ama bununla hemen kavga edecek hali de yoktu.

Devletin “Sevr sendromu”, Türkiye halkının Amerikan alerjisi yatıştırılmalıydı. Erdoğan’lı, Gül’lü, Babacan’lı, Davutoğlu’lu AKP bu amaç için hafızada bir simge olan Kıbrıs’ı dahi gözden çıkarmışlardı.

Özetle Türkiye Amerikancı, Avrupa Birlikçi bir uzlaşı için dizayn edilmeye uğraşılıyordu. 90’lı yıllardan çıkış için böyle bir “normal”e ihtiyaç vardı. Para ülkeye bunun için akıtıldı, bakanlıklar kadrolar bunun için yaratıldı, koltuklar bunun için dolduruldu. 

Ve reklamların peşine düşüldü. Keyifleri kaçanlar için de bol şekerli siyah su layık görüldü.

Şimdi Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birinde yeniden “fabrika ayarları” veya eskiye dönüş dillendiriliyor. Yiğit Bulut gibileri öfkelense de o günlere geri dönüleceğinin, dönülmesi gerektiğinin reklamı yapılmaya devam edilecek.

Reklamın farklı yolları var. Türkiye ekonomisinin Mehmet Şimşek’e mi Ali Babacan’a mı emanet edileceğini tartıştırmak da bir yoldur.

Ama bilinen şudur ki önce ekonominin ve sonra da depremin bütün arızalarını açık ettiği bir Türkiye’de yenilenme kaçınılmaz hale gelmiştir. 

Komşularına kol kanat gereceği düşünülen Osmanlıcılık, depremde kendi halkını dahi koruyamadığı ortaya çıkan bir iktidarın kendi eliyle boşa düşmemiş midir? Suudilerden, BAE’den “zorluk çıkarmama” karşılığında para dilenen bir Türkiye’nin emperyal vizyonunda herhalde gözle görülür engeller ortaya çıkmış demektir.

Fakat soru 20 yıl öncesine dönüp dönülemeyeceğinde değildir. 20 yılın hiç yaşanmamış gibi yapılıp yapılmayacağındadır.

90’ların çıkışında tam da bunu yaptılar. Hem de öyle bir yaptılar ki 80 darbesini, 90’ların kan, kuralsızlık ve dehşet dolu yıllarını unutturdular.

Davalarla, yasalarla rahatlattılar, AB ile uyuşturdular, kola ile doyurdular ve şimdi “bir daha” diyorlar.

Aman diyelim içmeyin zehirlidir!