Çin Avustralya’nın ABD tekellerine bağlı sermaye sınıfını suçlayıp Avustralya emekçi sınıflarına seslenmiyor. Sanki olası gerilim ve savaş milletler arasındaymış gibi davranıyor.

Pasifikte kimin için savaş?

Geçen hafta ABD, İngiltere ve Avustralya arasında imzalanan nükleer yakıtlı denizaltı anlaşması uluslararası politikayı derinden sarstı. Anlaşma Avustralya’ya Çin’e karşı nükleer denizaltılara sahip bir ülke pozisyonu veriyor, ayrıca siber saldırı imkânlarını sağlayacak teknoloji transferini de içeriyor.

Geçenlerde soL’da Engin Solakoğlu konuyu Fransa’ya daha önce ısmarlanan dizel motorlu denizaltı yapım anlaşmasının iptali açısından ele aldı. Biz de bu yazıda Avustralya ve Pasifik tarafına bir kez bakalım.

On sekizinci yüzyıldan itibaren İngiliz kolonisi olan Avustralya 1901’de görece bağımsızlığını kazanır. Birinci Dünya Savaşı’na hazırlanan İngiltere bütün sömürge ve bağlantısını koruduğu ülkelerden asker ister. Avustralya ve Yeni Zelanda devletleri asker gönderme sözü verirler. 

Çanakkale’de savaşan ANZAK (Avustralya ve Yeni Zelanda Askeri Gücü) birlikleri böylece oluşur. Binlercesi bu topraklarda yaşamını yitirir.

Mustafa Kemal savaştan yıllar sonra 1934’te “Kahraman evlatlarınız huzur içinde bu topraklarda uyusunlar, onlar bizim de evlatlarımız” der. Bu sözlerdeki yüce gönüllülük genç Türkiye Cumhuriyeti’ne önemli bir saygınlık kazandırır.

Ancak Mustafa Kemal bir burjuva devrimi niteliği olan 1923’ün lideri değil de, sosyalist bir devrimin lideri olsaydı, muhtemelen şöyle diyecekti: “Zavallı kandırılmış çocuklar, İngiliz tekellerinin ve Avustralya sermayesinin çıkarları için yok yere öldüler.”

Gerçekten kendisinden binlerce kilometre ötedeki savaşa katılma meselesi ortaya çıkınca Avustralya’da önemli bir savaş karşıtı hareket doğar. Sendikalar ve sosyalist partiler askere alma sürecine itiraz ederler, bazı aktivistler tutuklanır. 

Ve Avustralya’nın bu ilk savaşında askere alma işi iyi gitmez. Zorunlu askerliğin olmadığı o dönemde emekçiler çocuklarını göndermek istemezler.

1915’in hemen başında Broken Hill saldırısı olur. Yeni yıl pikniği için yola çıkan trene Broken Hill’de muhtemelen Hindistan’dan gelip devecilik yapan iki Müslüman askeri tüfeklerle saldırır, kendileri dâhil 7 kişi ölür. Bu bir komplo mudur, yoksa gerçekten Alman tekellerinin hizmetine giren Osmanlı Padişahı’nın yaptığı cihat çağrısına kanan iki salak mıdır, olay halen tam olarak anlaşılabilmiş değil.

Ama Avustralya burjuvazisi bu olaydan çok iyi yararlanır, gazetelerde sanki Osmanlı Devleti saldırıyı yapmış gibi takdim edilir, bu kışkırtma ile genç erkekler İngiliz gemilerine gönüllü olarak doluşup savaşa doğru yola çıkarlar.

İkinci Dünya Savaşı’nda ise İngilizlerin Japonya karşısında tutunamadığını gören Avustralya burjuvazisi ABD’ye müttefik olarak demirler ve onun yanında savaşa katılır.

Şimdiki durum ise çok daha fena. Avustralya doğal olarak coğrafi yakınlık nedeniyle Çin’in ticaret ortağıydı, ama ABD’nin 2011’den sonra Çin’i Pasifikte kuşatma planı doğrultusunda iki devletin arası açıldıkça açıldı.

Bu son nükleer anlaşmadan sonra Çin çok ama çok sert bir bildiri yayınladı. Bildiride “Bizim düşmanımız olmayı kabul ettiniz, öyleyse askerleriniz de Batının ilk ölen askerleri olacak” demeye getirdiler.1

Öncelikle ABD’nin Pasifikte bir araya getirmeyi planladığı ABD-Japonya-Hindistan-Avustralya dörtlüsünde işleri iyi gitmiyor. Japonya halkı askerileşmeye ve nükleer silah sahibi olmaya mesafe koyuyor. Hindistan ise Rusya ile olan stratejik işbirliği kaybetmek istemiyor, elini ağırdan alıyor. Bu anlaşmayla gerçekten savaşmaya gönüllü ve nükleer bir adım atan bir devlet çıkıyor, işin psikolojisini değiştiriyor.

Öte yandan nükleer denizaltı bir hayalet gibi okyanusta aylarca kendini gizli tutabilen ve istenildiği anda beliren bir balistik füze platformu işlevi görüyor. Şimdi Pasifikte bütün Genel Kurmaylar olası bir savaşın simülasyonlarını oluştururken nükleer denizaltıları hesaba katmak zorunda. Her bir eklenme hesaplamanın zorluğunu artırıyor.

Ama dikkat edin Çin Avustralya’nın ABD tekellerine bağlı sermaye sınıfını suçlayıp Avustralya emekçi sınıflarına seslenmiyor. Sanki olası gerilim ve savaş milletler arasındaymış gibi davranıyor. Bu tavır Çinli işçi ve köylülerin de kimin için savaşacaklarını müphem hale getiriyor.

Oysa alan boş değil. Bakın Avustralya Komünist Partisi yayınladığı “Nükleer denizaltı manyaklığına hayır” başlıklı bildiride şöyle demiş.

“Halkımızın %13,6’sı yoksulluk sınırının altında yaşarken ve evsizlik giderek büyüyen bir sorunken, Morrison hükümetinin sarhoş bir denizci gibi nükleer denizaltılara para harcaması Avustralya’yı ne daha güvenli ne daha zengin yapıyor, aksine daha güvencesiz ve yoksul kılıyor.” 

Her zaman söylediğimizi tekrarlayalım: 

Hiçbir ulusun emekçi sınıfları tekellerin çıkarı için savaşmayacak.