'Sınıfı bomba ile silemezsiniz ama kimlik veya kültür aracılığıyla görünmez hale getirebilirsiniz. Sınıfa yaslanacağız, bütün çıkış yollarımızı oradan başlatacağız.'

Küresel kârhanede sıradan bir gün

Türkiye’ye yönelik haberler yapan Alman devlet kanalı Deutsche Welle, birkaç gün önce ülkemizin kadınlarına yönelik fuhşu öven ve özendiren bir video yayımladı. Şaşılacak bir yanı yok aslında. “Batılı” medya ve uzantıları için “azınlık hakları”, “mülteciler” ve tabii “demokrasi” popüler konular arasında ezelden beri. Tabii bütün bunlar “kimlik ve çok kültürlülük” üst başlığı altında toplanıyor. Fahişelik içindedir, özendirirler. 

Bu çokuluslu videoya göre Türkiye’de ekonomik şartlar kötüleşince, kadınlar “ekonomik refah”a ulaşmanın kolay ve emek istemeyen bir yolunu bulmuş. Gerekçeleri çok net. Adının “Yasemin” olduğunu söyleyen bir kadın “Sanatçılıkta pek başarılı olamadım. Fuhuşta daha başarılıyım. Hızlı para kazanıyorum. Haftada 50 saat çalışan bu kadar kazanamıyor” diyor videoda. Fahişelik işçi olmaktan daha iyi, dediğinin özeti budur. Bilmiyorduk, “fuhuşta başarılı olmak” yepyeni bir piyasa kategorisidir. Sanatta başarılı olamayan ve emekçi derecesine düşmek istemeyen herkese “fuhuşta başarı yolu” açıktır; pek demokratiktir!

Videonun yayımlandığı “+90” kanalı DW öncülüğünde BBC, F24, VOA iş birliğiyle kurulmuş. Kendini, “Türkiye’deki en güncel konuları ve gelişmeleri takip etmek isteyenler için yepyeni ve tarafsız bir YouTube kanalı” diye takdim ediyor. Haberlerinin çoğunluğu kimlikler ve kültürler üzerine. Ve haliyle o kimlikleri belirsizleştirip ortak bir ulusta kaynaştırmak isteyen Cumhuriyete ve değerlerine pek mesafeliler. 

Kim bu yayıncı ortaklar diye soracaklar için not edelim. BBC – British Broadcasting Corporation, DW – Deutsche Welle, F24 - FMM - France Médias Monde, VOA – Voice of America’yı kodluyor. Anlayacağınız Almanya, İngiltere, Fransa ve ABD birleşmiş, halkımıza fahişelik telkin ediyor. Hatırlarsınız başlangıçta birer “sivil toplum kuruluşu” olarak tanımladıkları tarikatları salık veriyorlardı. Tarikatta cariye olamamışsanız kurtuluş fahişeliktir, dedikleri budur. Gerçekten müthiştir!

Videoyu hazırlayan “muhabirin”, adı Utku Başar’dır, biyografisine bakmayı akıl edememiştim. Bizim Soydan Şaşmaz buldu gönderdi, aşağıdaki bilgileri ona borçluyum. İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Mehmet Ali Birand keşfetmiş, ekibine almış. CNN International’da serbest prodüktörlük yapmış. Sonra McDonald’s, Rahmi M. Koç Müzesi, Anadolu Gayrimenkul, Schereder Group gibi tekellerin “pazarlama iletişimi danışmanlıklarını” yürütmüş. Maya Vakfı’nın operasyon ve diplomasi direktörü sonra. Paranteze alalım; adı geçen vakfın amacı “dezavantajlı çocuklara” yardım. Arkasında “Maya Holding” var. İsveç mobilya tekeli İKEA’nın Türkiye acentesi. Sahibi Ali Nuri Özsüer RTE hayranı, hatta ablasının kendini RTE’nin aracının önüne attığı iddia edildi bir ara. Devam ediyoruz, Maya Vakfı’ndan sonra Habertürk TV’de programlar hazırlamış. DenizTemiz Derneği/TURMEPA’nın genel sekreter yardımcısı olmuş. Sıkı durun, 2018 yılından itibaren CNK Global Uluslararası Savunma ve Danışmanlık şirketi bünyesinde NATO’ya medya ve halkla ilişkiler danışmanlığı yapıyormuş. Muhabirimiz holding holding dolaştıktan sonra NATO’ya transfer olmuş anlayacağınız. Bu fotoğraf NATO’suz tamamlanmazdı tabii. Fahişelik propagandası ciddi iştir! 

***

Şaşırtıcı bulmakla birlikte emperyalizmin yeni işlerinden olmadığını biliyoruz. Bir programdır ve II. Dünya Savaşından bu yana özellikle “doğuya” karşı uygulanmaktadır. Nazizm’in determinizmi, soğuk savaşın Marksizm’i boğmaya koyulduğu bir zaman aralığında, artık askeri bir disiplinle yönetilen sosyal bilimler, üzerine boca edilen Dolarların etkisiyle hızla doğurmaya başlamıştı. Sosyal Antropoloji, Sosyal Psikoloji ve özellikle Davranışçı Okul, Siyaset Bilimi, Kalkınma İktisadı ve elbette iletişim araştırmaları giderek daha büyük bir hızla ve Komünizme karşı mücadelenin gereğine göre bilimler hiyerarşisi içindeki yerlerini almıştı. Bu disiplinler arasında sömürgeciliğin hizmetkarı Sosyal Antropoloji en sabıkalı olandı. Antropologlar, Uluslararası Kalkınma Ajansı (AID), CIA’nin İleri Araştırma Projeleri Ajansı (ARPA), Sosyal Sistem Araştırmaları Merkezi (CRESS) ve devletin diğer araştırma kuruluşlarında sorunsuzca çalıştılar. İlgi alanları Alaska’dan Tayvan’a kadar yayılıyordu. Araştırma konuları köylülerin hangi koşullarda ayaklandıklarından, Komünist tehdide karşı kırsal kalkınmaya kadar değişiyordu. Bu çalışmalar sonucunda hayatımıza yepyeni kavramlar girdi. Toplumların “modern ve geleneksel” olarak ikiye ayrılması, “özgürlük ve totaliterlik” arasındaki husumetin körüklenmesi, temel-sınıfsal sorunların yerini “çok kültürlülük”, “cinsel tercihler”, “feminizm” gibi konuların alması, nevzuhur “siyaset bilimi” tarafından liberalizmin meşrulaştırılması, kapitalist emperyalizm için en hayati eğilim olan “tüketizmin” tek ölçü haline getirilmesi, özelleştirme ve globalleşmenin meşrulaştırılması ve tabii anti-Stalinizm’in körüklenmesi…

ABD bütün bilimleri ve bütün kavramları hizaya sokup onları Antikomünist içeriklerine göre yeniden sıralıyordu. Bu yöndeki projelere bir dizi vakıftan fonlar akıyordu. Ford Vakfı, Carnegie Şirketi, Rockefeller kardeşlerin çeşitli fonları, Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi gibi kuruluşlar fonlamada başı çekiyordu. Sosyal bilimleri finanse eden biri dizi vakfın CIA’nin paravan kuruluşları oldukları daha sonra ortaya çıktı. Bunlar, devletin bilimleri karanlık operasyonları için kullanmasını gizlemek amacıyla kullanıldılar. Bu görevler arasında “fiziksel duygulardan uzun süreli mahrum olmaya gösterilen fiziksel ve psikolojik tepkiler”, “gelişmiş polis sorgulaması”, “radyasyonun savaş esirleri ile yoksullar üzerindeki etkileri” gibi utanç verici pek çok iş de vardı. “Bilimsel” araştırmalar emperyalist istismarın en önemli araçlarından birine dönüştürülmüştü. 

Bu yoğun bombardımandan anladığımız şu; ideoloji en tahrip edici bombadır. Sınıfı bomba ile silemezsiniz ama kimlik veya kültür aracılığıyla görünmez hale getirebilirsiniz. Bunları üretmek için ise bir miktar bilimsel fahişelik teşviki yeterlidir. Kendini satmaya hazır pek çok bilim insanı ve akademisyen vardı, hep olmuştur.

***

Malum kerhane, Farsça “kârhane”den geliyor. Anlamı işyeri veya atölyedir. Yalnız, bunlara rağmen fahişeliği “seks işçiliği” olarak sunmak kolay değildir. İşin “abecesi”ne ters çünkü. Sorun piyasa toplumunun, “emek” söz konusu olduğunda, satmaktan değil kiralamaktan yola çıkmasındadır. İşçinin vücudu değildir mal, onun emek gücüdür, yaratıcı yeteneğidir. Emekçi mülkiyetten “özgürleştirildiği” ve haliyle satacak bir şeyi olmadığı için o yeteneğini sermayedara kiralar. Ama bunu belli bir süre ile yapar. Çünkü o, ücretini aldıktan sonra piyasaya bir alıcı ve satıcı kılığında yeniden dahil olmalı, sonsuz sayıdaki dolaşım odaklarından biri olarak emekçi belirlenmesinden kurtulmalıdır. Toprağa bağlı köylü ile işçi arasındaki temel fark budur. Köylü bir maldır, işçi ise özgür bir yurttaş. Kendisi mal olan, kendisini satan bir “kişi”den “işçi” diye söz edemeyiz. Köledir, cariyedir, kuldur ama asla işçi değildir. Yani “seks işçisi” mümkün değildir, “seks aleti” veya “seks kölesi” belki mümkündür. Üzerinde düşünebiliriz.

***

“Küreselleşme ve çok kültürlülük” bizim fahişelik övücüsü devletlerin uydurduğu bir masaldır. Alıcısı hep olmuştur, motivasyon için akıldan çok fona gerek vardır çünkü. Ukrayna’da savaş başlayınca aslında bunun sarışın ve mavi gözlü olmakla sınırlı olduğu ortaya çıktı. Batının bakış açısı hala bariz bir ırkçılığa dayanıyordu. Rus klasiklerini yakıp etrafında “glu glu dansı” yapıyor çok kültürcülerimiz. 

Hakkını teslim edelim, ülkemizde liberal işbirlikçilerden daha etkili bir ortak buldular. İslamcılar ve tarikatçılar pek yatkındı onları anlamaya. Sonuçta çok kadınla evlilik de bir tür kurallı fahişelik değil mi? İslamcılar ve kapitalizm arasında müthiş bir paralellik var bu açıdan. İkisi de satıcı. İnsanı satılık bir şeye dönüştürmek için insanlığından arındırmalısınız. İnsanlıktan arındırma işinde birleştiler. Geriye kalan sorunsuz bir maldır! Din ile radikal liberalizm arasında bir yerde ülke. Üstelik derin krizde. Dolayısıyla kadınlara tarikatta cariyelik ile sokakta fahişelik arasında bir seçenek bırakmadılar. 

Hatırlayın, bu aşağılık koronun Komünistlere karşı en büyük yalanıydı kadının ortak kullanılması. Oysa Engels yıllar öncesinden açık ediyordu o yalanın amacını; “Bütün burjuvazi koskoca bir koro halinde bağırıyor; ‘siz Komünistler, kadınları orta malı yapmak istiyorsunuz’ diye… Burjuva, kadına, bir üretim aracı gözüyle bakıyor. Üretim araçlarının ortak kullanılması gerektiğini seziyor ve doğal olarak, kadınların da kaderinin böyle olacağını düşünüyor. Oysa onun sezdiği şeyin doğrusu, kadının üretim aracı durumunun ortadan kaldırılmasıdır. İleri toplumda kadınların orta malı olacakları yalanı karşısında bizim burjuvazinin, ahlaklılık taslayanların dehşete düşmesinden daha gülünç bir şey olamaz. Sosyalistlerin kadınları orta malı yapmalarına hiç ihtiyaçları yok, çünkü böyle bir durum eskiden beri vardır… Kendiliğinden de anlaşılıyor ki, şimdiki üretim ilişkilerinin değişmesiyle bu ilişkilerin doğurduğu kadınların orta malı oluşları durumu, yani resmi ve gayrı resmi orospuluk da ortadan kalkacaktır.” Hâlâ buradayız.

Sınıfa yaslanacağız demek ki, bütün çıkış yollarımızı oradan başlatacağız. Kimlikten, kültürden hareketle bulabileceğimiz tek şeyin fahişelik olacağını bağıra çağıra söylüyor düzen. 

Yani ortada kutsanacak bir bir durum yok. Düşkünlüğü, köleliği, cariyeliği, fahişeliği hoş karşılayamayız. Geçtik “seks işçiliğini” piyasa toplumunda “kol işçiliği” de bir tür düşürülme halidir. İşçi, bunu kabul etmediği, düşürüldüğü yerden ayağa kalkmaya cesaret ettiği, kendi sınıfından olanlarla kol kola girdiği zaman insan olmaya doğru da büyük bir adım atmış olur. Ayaklanma şartı var. “Kârhane”yi de kerhaneyi de yıkacağız!