Şurası açık ki, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan savaşın olabildiğince süratle ve müzakere masasında sonuçlanmasını istemeyen bir dizi devlet ve çevre var.

Kışın sonu bahar, savaşın sonu barış!

Diplomat diye bir insan sınıflaması yapabilir miyiz emin değilim. Yine de hangi ülkenin diplomatı olursanız olun, bu mesleği uzun süre yaptığınızda geliştirdiğiniz ortak bakış açıları, ortak refleksler oluyor diye düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi müzakere masasına yönelik inanç belki de. Sorunun, savaşın sebebi, kökeni ne, tarafları kim olursa olsun, eninde sonunda çözümün masada, konuşarak bulunacağı inancı.

24 Şubat’ta hayatımıza giren Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlangıcından beri ben müzakere masasının önünde sonunda kurulacağına ve silahların susacağına inandım örneğin. Olmadı. Doğanın, insanların ve gerçeklerin acımasızca katledildiği bu savaş bir-buçuk aydır sürüyor. Rusya ve Ukrayna ne zaman masaya doğru yaklaşacak olsalar ekranlarımıza aklımıza ve vicdanımıza sığmayacak kıyım görüntüleri düşüyor. Doğru mu yanlış mı bilemiyoruz. 

Rusya-Ukrayna savaşı her savaş gibi çirkin, her savaş gibi müfteri. Türkiye’de yaşayanlar olarak uzun yıllardır hayatımızın parçası haline gelmiş sansür hazretleri şimdi çok daha geniş kapsamlı olarak gerçekleri öğrenebilme hakkımızı elimizden alıyor. Hem de bu kez sansürü uygulayan “saray rejimi” filan değil, o rejimden kurtulmak için kimi şaşkınların umut bağladıkları “özgürlükçü, demokratik, liberal” Batı dünyası. 

Biraz geriye gideceğim. 2013 yılıydı. Gezi direnişi sürüyordu. Bir yandan büyük bir umut, bir yandan da şiddeti içselleştirmiş bir rejimden duyulan korku. Twitter kullanıyorum ama devlet memuru olduğum için takma adla. Bu işi bilenler “yetmez!” diyorlar, “yakalanırsın”. Bunun üzerine evin teknoloji sorumlusu eşim evdeki bütün bilişim cihazlarına VPN yüklüyor. “Oh be” diyoruz “dünya varmış!”. Klavye kahramanlığına devam. Demokratik batının teknolojisi baskıcı rejimlere karşı bir soluk alma olanağı sunuyor size. Parasıyla tabii ki. Zaman içinde VPN denilen ürünün de tehlikelerini kavrayıp dikkatli kullanmaya, örneğin VPN devredeyken banka işlemi filan yapmamayı öğreniyoruz.

2016 yılının sonbaharı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Dışişleri Bakanlığı’nın kadroları öyle bir “temizleniyor” ki, birçok merkezde Büyükelçiler tek başlarına kalıyorlar. Bakanlık bu operasyondan etkilenmeyen Büyükelçiliklere bir talimat gönderip eksilen kadroların geçici olarak bir aylığına doldurulmaları için görevlendirme yapılmasını istiyor. Gönüllü oluyor ve Türkmenistan’da buluyorum kendimi. Dünyanın en garip ülkelerinden biri. VPN olmadan sokağa çıkmak bile sözkonusu değil. Neredeyse haftada bir VPN’i de değiştirmek zorundasınız. Devlet kovalıyor, vatandaş kaçıyor çünkü.  O dönem Türkmenistan’dan bakınca Türkiye bir hayli “demokratik” görüyor. Yakın bir arkadaşımın büyükelçi olduğu Aşkabat’ta unutulmayacak günler geçirip dönüyorum.  

Emekli olduktan sonra VPN’e ihtiyacım kalmıyor ya da ben öyle sanıyorum. Geçen hafta Sputnik TR’den bir gazeteci, Burcu Okutan Rusya-Ukrayna savaşına dair bir mülakat yapmak istiyor. Seve seve kabul ediyorum. Komünist olduğum için Rusya’yı hâlâ komünist sanıyorum ya hani! Güzel sorular gönderiyor, yanıtlıyorum, yayınlanıyor. Linki rica ediyorum, gönderiyor Burcu Hanım. Açılmıyor. Okuyamıyorum. Arşivleyemiyorum. Allah allah! “Saray rejimi” yüzünden mi? Değil. Hakim olmadığım teknik ayrıntılara girmeyeyim ama “özgürlükçü” Batı’da kurulu servis sağlayıcılar öyle karar verdikleri için okuyamıyorum söylediklerimi. Devreye eşim giriyor ve hatırlatıyor: “VPN kullansana!”. Yahu biz bu VPN’i “otokratik yönetimlerin bilgiye erişim kısıtlamalarından kurtulmak” için kullanmıyor muyduk? Demek ki öyle değilmiş. Yıllardır başvurmadığım VPN uygulamasını çalıştırıp bağlanıyorum Malezya’dan. Sağ olasın Kuala Lumpur!

Bu arada Sputnik şudur, Ria Novosti budur, TASS biraz şeydir gibi konulara hiç girmeyeceğim. Komünistler olarak nerede durduğumuzu  elli kere anlattık. Duymazlıktan gelip “Çürüküm” ve benzerleri gibi kağıt/veri israflarında aynı sersem ezberlerini tekrar edenlere harcayacak zamanımız zaten yok. Yine de açık yüreklilikle “ne düşünüyorlar bunlar?” diye merak ediyorsanız mutlaka okumanız gereken bir makale var. Erhan Nalçacı olanca netliğiyle anlatmış. Linki burada: https://haber.sol.org.tr/yazar/adil-ve-demokratik-yeni-dunya-duzeni-mi-…  

Diplomat, müzakere filan derken söz Türkmenistan üzerinden buralara nasıl geldi? Rusya-Ukrayna krizinin barışçıl çözümüne ilişkin olarak Sputnik TR’ye yaptığımı kimi değerlendirmeleri burada yineleyecek olmanın bahanesini açıklamış oldum bir anlamda.

Şurası açık ki, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan savaşın olabildiğince süratle ve müzakere masasında sonuçlanmasını istemeyen bir dizi devlet ve çevre var. Bunları salt Doğu Avrupa’da aramayalım. Bu işin başını Londra çekiyor. Birleşik Krallık tarihindeki en kötü yönetimin simgesi haline gelen sarsak Boris’in Kiev sokaklarındaki şovunu ve gerine gerine yaptığı “şu kadar yüz milyon silah vereceğiz” yollu açıklamalarını birlikte izledik. 

ABD’nin siyasi yapısı konusunda kayda değer bir uzmanlığım yok ama savaşın başından beri Washington’da Dışişleri ile Pentagon arasında bir yaklaşım farkı bulunduğunu, Demokratların hakimiyetindeki Dışişleri’nin savaş kışkırtıcılığı konusunda bir hayli gayretkeş davrandığını, Pentagon’un ise, ellerin sürekli tetikte bulunduğu savaş ortamının nükleer savaş da dahil ciddi ve daha kapsamlı bir çatışma olasılığını arttıracağı düşüncesiyle bir ayağını frende tuttuğu izlenimini alıyorum. 

On yıllardır bugüne hazırlandığı görüntüsü veren Dışişleri’ndeki Nuland ekibini savaşın devam etmesinin Rusya’yı birçok bakımdan daha zayıflatacağı, belki de Moskova’da bir lider değişikliğini mümkün kılabileceği hesabıyla hareket ettiğini düşünebiliriz.  

Doğu Avrupa’daki savaş yanlısı cepheye gelince. Polonya’nın burada başı çekmesi şaşırtıcı değil. Tarihsel ve güncel politik sebeplerle Polonya zaten uzun yıllardır Rusya düşmanlığının Avrupa’daki koçbaşı işlevini yüklenmiş durumda. Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı farklı ölçeklerde de olsa benzer bir yaklaşımı benimsemiş görünüyorlar. Esasen “Rus tehdidi” bu ülkelerin bir çeşit varlık ve veya meşruiyet sebebi haline gelmiş durumda. 

Barış cephesi olarak tanımlayabileceğimiz sektörde ise iki hat var. Arkadaki hatta Fransa, Almanya, Hollanda ve İtalya’yı görüyoruz. Bu ülkelerin sermayeleri savaşın uzamasının yaratacağı mali ve siyasi yükü ön planda tutarak çatışmadan sonraki aşamaya geçilmesi için sabırsızlanıyorlar. 

İkinci ve öndeki cephede ise İsrail ve Türkiye  var. Bunların hesapları salt ekonomik değil. Stratejik ve siyasi kaygıları var. Bu yazıda Türkiye konusunu açmayacağım ama İsrail açısından Rusya’nın sistem içinde kalması, diplomatik deyimle bir “rogue state-serseri devlet” haline gelmemesi başta Suriye olmak üzere bir tür güvenlik sorunu. Bunun için de savaşın en kısa sürede bitmesi gerekiyor.

Biz bütün bunlar üzerinde yazıp çizerken eksik kalıyoruz elbette. Gözümüzü salt Batı’ya çevirdiğimizde dünyanın dörtte üçünden fazlasını atlamış oluyoruz. Çin ve Hindistan gibi iki devdeki hava hiç de Atlantik iklimini andırmıyor. Pakistan’da bir iktidar değişikliği oldu ama yerine kendisi gibi gerici bir faşiste bırakan İmran Han’ın ardından ağıt yakacak halimiz de yok.

Bakış açımızın içine dahil olması gereken daha da önemli hususlar var. Savaşın devam etmesinin enerji ve gıda dahil her türlü emtia fiyatının artmasına sebep olduğu, bunun da iklim krizinin etkilerinin görülmeye çoktan başladığı dünyanın önemli bir kısmında açlık ve toplumsal huzursuzlukları daha da tetikleyeceği kuşkusuz. Bunun örneklerini Peru’dan Srilanka’ya kadar görmeye başladık bile. Dolayısıyla “savaş devam etsin de sevmediğimiz bir lider devrilsin, sevmediğimiz bir ülke çöksün” kumarını oynamanın ahlaksızlığı bir yana dünya halkları bakımından arz ettiği tehlike de çok büyük. 

Emekli bir diplomat olduğum için bu süreçte bir rahatsızlığım daha bulunmasını hoş görürsünüz belki. Devletler birbirleriyle itişirken başkentlerden salkım salkım geri gönderilen yüzlerce diplomat da insan. Aileleri, çocukları, çocuklarının okulları var. Hepsinin olmasa bile çoğunun işi barış ve müzakere masasını hayatta tutmak.

Barışa ihtiyacımız ve yanıtını beklediğimiz iki soru var. İlki Ukrayna yönetiminin savaşın mı, barışın mı çağrısına kulak vermeyi tercih edeceği, ikincisi ise Rusya yönetiminin Rus halkına ne fayda getirdiğini çözemediğim bu yanlış savaşı sona erdirmek için maksimalist taleplerden kaçınıp kaçınmayacağı.