İmamoğlu Koç Holding’in ve onda cisimleşen ulusal ve uluslararası sermayenin ne ilk ne de son projesidir. Esas proje tıkanan düzene, halkın ayağa kalkmasına fırsat verilmeden soluk aldırılmasıdır.

Kibir ve proje

Ben çocukken, hatta gençken proje sözcüğü olumlu anlamda kullanılırdı. Gençlere hayatta bir projeleri olması gerektiği söylenirdi. Herhangi bir yapının, işin gerçekleşmesinden önce projenin düzgün hazırlanmasının önemine işaret edilirdi. Proje iyiyse işin yarısı bitmiş olurdu. Projeleri mühendisler çizerdi. Mühendislerin, mühendislik okullarına gidenlerin “T” cetvelleri olurdu. Bunlar akıllı insanlardı, matematik filan biliyorlardı dolayısıyla yaptıkları proje de iyi bir şeydi. Sonra Güneydoğu Anadolu Projesi yani GAP vardı. GAP’ı “gaptırmayan” vardı. GAP bitince bolluk bereket yağacaktı, terör bitecekti, dünya gıda temini için Türkiye kapılarında kuyruğa girecekti.

Sanırım proje sözcüğünün karizması gerçek anlamda ilk kez BOP’la, Büyük Ortadoğu Projesi’yle çizildi. ABD’nde kurulan proje partilerden, makam sahibi olmadan devlet başkanı protokolüyle ağırlanan proje liderlerden söz edilmeye başlandı. Proje olumlu, yapıcı, somut bir ürünle sonuçlanan bir kavram olmaktan çıkıp büyük ölçüde bir yıkım planı anlamını kazandı.

İmamoğlu krizi patlak verince bu proje bahsi aklıma geldi. Bu krizin ayrıntılarına dair kalem oynatacak değilim. Kendi alanlarında son derece deneyimli ve birikimli iki isim, Aydemir Güler ve Orhan Gökdemir meselenin özüne dair hiçbir şeyi boşlukta bırakmayan iki yazı yazdılar. Uzantıları burada: https://haber.sol.org.tr/yazar/cumartesi-deginileri-fotograf-konsensus-… ve https://haber.sol.org.tr/yazar/tusiad-kokusu-334636

Bu iki yazıyı okumadıysanız bildikleriniz eksik demektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 55 yaşında, ortalamanın biraz üzerinde okuyan ve yazan bir yurttaşıyım. Bugüne kadar edinebildiğim yaşam deneyimine göre Türkiye’de ekonomi ve siyasetten söz edeceksek sarf edeceğimiz cümleler içinde Koç Holding’in geçmediği bir söz öbeği gerçeği tam yansıtmıyor demektir. Şimdilik burada kalayım, bu “güzide” kuruluşa yeniden döneceğim.

Kibir kabaca kendini diğerlerinden daha büyük görme, bunu da çevreye hissettirme olarak tanımlanır. Genel olarak hoş karşılanan bir özellik değildir. Tektanrıcı dinlerde uzak durulması gereken bir tutum olarak gösterilir. Ne gariptir ki, Türkiye siyasi tarihinin en kibirli siyasetçileri genellikle kendine dindar diyenlerden çıkar. Siyasette kibri Akepe’ye ve liderine özgü bir tutum olarak nitelersek haksızlık yapmış oluruz. 20 yıllık bir yönetimin ve dayatılan belirli bir liderlik stilinin siyasetin diğer aktörlerini de etkilemesi olağandır diye düşünebilirsiniz. Yine de siyasetçinin kişiliği sağlamsa karşısındaki kibir 40 yıl da iktidarda kalsa taklitçiliğe yeltenmez, aynı üslubu benimsemez. 

Siyasetin aktörlerinden söz ederken bir de o aktörleri seyirci koltuklarından izleyenlere değinmek zorundayız. İdeali halkın siyasetçinin karşısında, aşağılarda bir yerde değil ensesinde olmasıdır ama Türkiye’den söz ediyorsak çoğu zaman “seyirci” demekle yetinmek durumundayız. 

Bu ülkenin siyasetinde kibrin alıcısı yok diyemeyiz. Kendini fasulye gibi nimetten sayan liderlere koşulsuz inanan, bunları sorgulamayı aklına getirmeyen, biat etmeyi bir yaşam biçimi olarak benimsemiş milyonların varlığı bir gerçektir. Somut örnekle gidelim. Bu hafta açıklanan Aksoy Araştırma Şirketi’ne ait göçle ilgili bir kamuoyu araştırmasından çıkan sonuçlardan biri bu. Buna göre, göçmenlerin geri gönderilmesine karşı çıkanların en büyük grubu Akepe seçmeniymiş. Bu seçmen grubunun göçmenlerin geri gönderilmesine karşı çıkma gerekçesi ise: “Reis’in hatırını kırmak olmaz”mış. Böyle bir seçmen kitlesi eminim her burjuva siyasetçisinin hayalidir. Bununla birlikte başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de yelpazenin merkezine, oradan da hafif soluna doğru gittikçe bu tarz bir kitle bulmanın güçleşeceğini okuduğunu anlama yeteneğine sahip herkes biliyor olmalı. Öyle değil mi? Anlaşılan bilmeyenler varmış.

Bu hafta yaşadıklarımız garip bir seçim süreci sonucunda İBB Başkanlığına gelen İmamoğlu’nun ve etrafına topladığı kadronun bu basit gerçeği bilmediklerini ya da unuttuklarını bize göstermiş oldu. Hatırlatalım. 2019 seçimlerinde İmamoğlu’na iki kez oy veren, sandık başlarında sabahlayan, 23 Haziran’dan sonra umutlandıklarını söyleyen milyonların en azından bir bölümünün ortak duygu ve düşünceleri vardı. Bunlardan açık arayla birincisi “ben yaptım oldu” diyen vasat ve kibirli siyasetçi tipine duydukları öfkeydi. Çevremde bulunan, yakından tanıdığım kişilerden CHP-İYİP ortak adayına oy verenler hata yapmayan değil hesap vermeyen, öfkelenmeyen değil özür dilemeyen siyasetçi istemiyorlardı. Şimdi aynı kesimin tepkilerinden anlıyoruz ki hâlâ da istemiyorlar. Bu insanlar çeşitli sebeplerle henüz sosyalist değiller ama “Ekrem Reis üzülmesin” diyecek vasıfsızlıkta da değiller. 200-300 kişi hiç değiller. İBB Basın Sözcüsü inanmıyorsa şimdi saymaya başlasın!

Gelelim proje ve Koç Holding meselesine. İmamoğlu bir sermaye projesi midir? Elbette öyledir. Her proje başarılı olur mu? Orası daha kuşkulu. Projenin sözlük anlamlarından biri  tasarıdır. Kimi tasarılar, tasarı olarak kalır sonuca ulaşmazlar. Son 72 saatteki gelişmeler, özellikle de Ali Koç’un İmamoğlu’nun Trabzonsporlu olduğu konusunda yaşadığı ani aydınlanma da gösteriyor ki bu tasarı şimdilik rafa kaldırılmıştır. Anlaşılan o ki, Trabzonlu müteahhidin siyasi hevesleri bir süre daha tozlu bir dolapta bekletilecektir. 

Şunu aklımıza yazalım bir kere: Sermaye dediğimiz yapı aynı konuda tek proje yapmaz. İmamoğlu Koç Holding’in ve onda cisimleşen ulusal ve uluslararası sermayenin ne ilk ne de son projesidir. Esas proje her yönüyle tıkanan düzene, halkın ayağa kalkmasına fırsat verilmeden soluk aldırılmasıdır. Bu düzenin sürmesi sermaye bakımından hayati, kimin liderliğinde süreceği ise tali önemdedir. O VIP minibüste beşuş çehresini sergileyen Özkök bir sömürü düzeninden bir başka benzerine geçişin asıl kemer tokasıdır. Hep bir ağızdan ve haklı olarak sövdüğümüz diğer isimler ise ancak o kemerdeki sıradan delikler olarak tanımlanabilir.

Bu yazı burada biterdi ama Koç Holding ve proje deyince 1994’ü hatırlatmadan geçmek istemedim. Recep Tayyip Erdoğan’ın %25 oyla İstanbul Belediye Başkanı seçildiği 27 Mart 1994 yerel seçimlerini. O zaman da sermaye adına Koç Holding’in başrolü üstlendiği bir proje vardı ve o da hayata geçememişti. Birinci elden tanık olduğum o süreci de bir vesileyle yazarım bir gün.

Biz buralara takılmayalım. Sermayeninki gibi sefaleti sürdürme ve derinleştirme amaçlı değil, insanın insanı sömürmesinin yasaklanacağı sağlam bir projemiz var bizim. Türkiye ve dünya için.