Demek ki karşımızda iki Erdoğan yoktur. Erdoğan’ın öfkesi karşıdevrimindir ama Erdoğan’ın açtığı kucak da karşıdevrimin olacaktır.

Erdoğan herkese kucak açabilir mi?

Seçimlerden önce ve aslında daha daha önce Erdoğan’ın Türkiye siyasetindeki yerine dair bir değerlendirme “dış basın”da dillendiriliyordu. 

“Erdoğan hâlâ bir baba figürü müydü?”

Öyle ya baba bu, döver de sever de… Ve böyle bir baba elbette en çok “dış güçler”in işine geliyordu…

Böyle baba olmaz olsun diyenler çıkabilir ve haklıdır. 

Halbuki Davutoğlu Erdoğan’ın balkon konuşmasını değerlendirirken bu baba figürünün psikanalizini yapmayı ihmal etmeyecekti: Karşımızda iki Erdoğan vardı. 85 milyon kazanacak diyerek kucak açan ve prompterdan kopup “bilinçaltını ortaya döken”, alışıldık hakaretlerine geri dönen.

Sanıyoruz Davutoğlu da “yapıcı bir muhalefet yapacaklarını” söylerken kendi psikanalizini dışa vuruyor ve iyi bir evlat olacağını dile getiriyordu. Bilemeyiz… Ama bildiğimiz şey, meselenin “freudyen” boyutun ötesinde olduğudur.

Nitekim Erdoğan göreve başlarken tek derdinin “iktidar” değil aynı zamanda “muhalefet” olduğunu da belirtmektedir:

“En büyük sıkıntımız ülkemizde gayretli bir muhalefetin olmamasıdır. Kendi küçük hesaplarının peşine düştüler. Her seçim sonrasında uzattığımız eli sıkılı yumruklarla karşıladık. Bu sefer farklı bir tavır sergilemelerini ümit ediyoruz. Gazetecisi, yazarı, sivil toplumu, sanatçısı, siyasetçisiyle tüm muhalefet cenahının artık milli irade ile barışmasını istiyoruz. Türkiye'nin büyük bir kucaklaşmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.”

Peki sahiden, Erdoğan’ın muhalefet arayışı hangi siyasal “dürtü”nün ürünü olabilir?

Erdoğan örneğin yeni bir Anayasa’yı gündeme getirdiğinde koşa koşa onay verecek bir muhalefet mi istemektedir? 

Ya da Erdoğan, yeni “Türkiye Yüzyılı” vizyonunda anlatıldığı gibi milliyetçisiyle, liberaliyle, Atatürkçüsüyle, Cumhuriyetçisiyle, Osmanlıcısıyla, Batıcısıyla, İslamcısıyla, sağcısı ve solcusuyla kaynaşmış bir “kurucu meclis” mi hayal etmektedir?

Yoksa Erdoğan böyle bir meclisin babası mı olacaktır?

Siyasette kişilerin ve karakterlerin kapladığı alan hakkında konuşurken fazlasıyla temkinli olunmalıdır. Türkiye toplumunun “sosyolojik yapısını” yahut “doğulu” kodlarını tartışmadan önce Türkiye’de siyaset kurumunun nasıl işlediği akıldan çıkarılmamalıdır.

Türkiye’de siyaset kurumu, Türkiye’nin düzeni dediğimiz şeye, Türkiye kapitalizminin sürekliliğine AKP iktidarının 20 yılı boyunca birden fazla kez meşruiyet aşısı yapmıştır.

Erdoğan’ın ittifak kurma olmasa bile ittifak bozma uzmanı olduğunu ezberledik. Ancak bunun için dahi ortada bozulacak bir “ittifak”a ihtiyaç vardı. Hiç değilse bunun görüntüsünün var olacağı ama yine de orada olacağı mekanizmanın Türkiye’nin düzeni için anlamına belki de yeterince eğilemedik.

Çünkü AKP ne zaman meşruiyet kaybetse, Erdoğan’ın inatçılığı ne zaman Türkiye’nin düzenini tehdit etse, Erdoğan’ı ve AKP’yi yalnız bırakmayan muhalefet söz konusu mekanizmanın dişlilerini yağlıyordu ve düzene meşruiyet aşısının yapılabilmesini mümkün kılıyordu.

Bunlar bilmediğimiz şeyler değildi: AKP Suriye’de duvara çarptığında, Gezi direnişi AKP’ye sınırları gösterdiğinde, 15 Temmuz darbesinin ardından Yenikapı Ruhu icat edildiğinde ve nihayet deprem felaketi siyasal İslamcılığı bitirdiğinde seçimleri, ittifakları, meclisi işaret eden, Yenikapı Ruhu’nu çağıran, özetle AKP’yi ipten döndüren muhalefetin kendisi değil miydi?

Erdoğan muhalefetten meşruiyet devşirdi, Erdoğan figürü “istikrar” sembolüne dönüştürülürken Türkiye’nin düzeninin nefes alması sağlandı.

Peki burada yeni olan ne olabilirdi?

Yeni olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin uzuuun süren yıkılış sürecinde artık sona gelinmiş olmasıdır. Türkiye’nin, yıkıcılığın kuruculuğa dönüştürüldüğü, karşıdevrimin “normal”e bağlandığı bir toplumsal anlaşmaya ihtiyacı vardır. Bu anlaşmanın vizyonu “Türkiye Yüzyılı”, belgesi de “yeni Anayasa” olacaktır.

Laiklik, Cumhuriyetçilik, antiemperyalizm, yurtseverlik Türkiye halkının kodlarında canlı kalmaya devam etmektedir. O halde bu “karşıdevrimci kurucu misyonun” akılları bulandırmaya daha çok ihtiyacı vardır. Çökmüş bir İslamcılığın, duvara çarpmış bir Osmanlıcılığın nefes alabilmesi için, kurucu ideolojinin yaralarının görünmez kılınmaya ihtiyacı vardır. 

Oysaki ne AKP’nin ne de bir baba figürünün bunu gerçekleştirmeye gücü yetebilir. Bu güç, örnek olsun, Türkiye’nin tepesine yerleştirilen Kalın-Fidan-Güler-Yerlikaya dörtlüsünde de yoktur.

Bu gücün devşirilebileceği yegane kaynak Mayıs 2023 seçimleriyle birlikte vücuda gelen meclisten başkası değildir. Türkiye’de siyaset kurumunun önündeki görev, meclisin bu bitkin Türkiye düzenini onaracak ve canlı tutacak bir forma kavuşturulmasındadır. Sermayenin özlediği yeni mutabakat ayağını buraya basacaktır.

Bu görev yalnız iktidarın değil, muhalefetin de yeniden tasarlanmasına ihtiyaç duymaktadır. Ve meclis beş benzemezin benzeştiği kadrosuyla buna yeterince hazırdır.

Demek ki karşımızda iki Erdoğan yoktur. Erdoğan’ın öfkesi karşıdevrimindir ama Erdoğan’ın açtığı kucak da karşıdevrimin olacaktır.

Erdoğan yalnızca “yılların tecrübesi”ni konuşturmaktadır: “Türkiye Yüzyılı” kendi muhalefetini aramaktadır.

Erdoğan’da babalığı görenlerin, “bükemediğin bileği öpeceksin” diyenlerin ama seçim sonuçlarına bakıp yeni demokratik ittifakın yolunu gözleyenlerin de yeni bir büyük illüzyona kapı aralamadan önce oturup iki kez düşünmesi gerekmektedir.