'Bu derin yoksullukta bütçeden aslan payını Diyanet işlerine ayırıyorlar haliyle. Kurtlarla birlikte sofraya oturacak mecali yok fakirin.'

Diyanet'in baldız sorunu

Fark etmişsinizdir, Diyanet’in “baldızınızla yatabilirsiniz sorun olmaz” fetvası ile Tayyip Lirasının baş aşağı gitmesi aynı güne denk geldi. Aslında baş aşağı gidiş de bir fetva nedeniyle oldu. Nevzuhur padişahımız efendimiz, inşaatçı, sanayici ve ihracatçıların elini rahatlatmak istiyor. Düzenin sürmesi için faizlerin düşürülmesi lazım. Değersiz TL mi? O yoksulların sorunu. Böylece emek gücü değeri düştüğü için yabancı sermayenin gelmesi de garanti. İnsan hayatından, emeğinden daha ucuz bir şey yok ülkede. İslamcı-sermaye zinasının en somut ürünüdür.  

Ne alaka demeyin, baldızla yoksulluk arasında doğrusal bir ilişki var. Kimse diyanete “ne olacak bu işler, açız, isyan etsek caiz olur mu” diye sormuyor mesela. Soru ne? Baldızla yatıp zina yaptık diyelim, nikaha halel gelir mi? Niye gelsin, sen yatmana bak. O sırada Diyanet ve destekçisi iktidar da seninle yatıyor zaten, bu organize kolektif zina nikaha da bir halel getirmiyor. Yani tereddüde mahal yok, yatmaya devam!

Fetvayı veren “Din İşleri Yüksel Kurulu” üyelerinin baldızları bu işe ne der bilmem, ama yoksulun baldız atağı genellikle facia ile sonuçlanıyor. Sonunda ya baldız ölüyor ya nikahlı eş. Nikah sapasağlam ayakta kalıyor ama. Diyanet’in fetvasına bakmayın, zina tali sorundur zaten. Fetva tali olanı asli hale getirir, asli olan önemini yitirir böylece.

***

Konu açısından önemli değil ama not etmeden geçmeyeyim; Büyük ihtimal baldız sorusunu soran kişi yoksul erkektir. Hiç değişmez, bu işlerde salak rolü hep ona düşer. Bakın fetva yığınlarına, “kayınımla yattım, nikahım bozulmuş mudur” diye soran bir kadın var mı?

***

Üniversitede Mübeccel Kıray en dişli hocamızdı. “Şehir Sosyolojisi” dersini saha gözlemleriyle süslerdi, anlattıklarının çoğunluğunu ilk kez duyuyorduk. Ders arasında öğrencilere de sataşırdı sıklıkla, genellikle erkek öğrencileri hedeflerdi bu sataşmalar. Sınıftaki erkek öğrencileri küçümsediğini saklamazdı. Elinden gelse askerlik süresini uzatırdı, bu onları terbiye etmenin tek yoluydu, öyle diyordu. 

İzmir gözde şehirlerinden biriydi dersin. 19. yüzyılda bütün yollar bu şehre çıkacak şekilde tanzim edilmişti çünkü. İzmir ve hinterlandının dünya pazarlarıyla entegre olmasını sağlıyordu yollar. Bölgede demiryolu yapımı da yabancı sermayenin bölgeye yönelik politikalarının etkisiyle gündeme gelmişti. Emperyalizmde başı çeken İngilizler yol yapma yarışında öndeydi haliyle. Demiryolu yapımını, madencilik, sanayi ve belediye hizmetlerindeki İngiliz yatırımları izlemişti. Yol iyiydi, hep birlikte İngiliz muhibbi olmuştuk.

Ege demir ağlarla örülüyordu. İngiliz sermayeli ilk demiryolu kurma girişimi olan 130 kilometrelik İzmir-Aydın demiryolu hattı 1867’de tamamlandı. Yüzyılın sonuna kadar bu hattın toplam uzunluğu 516 kilometreye çıkarıldı. 1863’te yine bir İngiliz firması 93 kilometrelik İzmir-Kasaba hattının yapımını üstlendi. Bu hat daha sonra Fransız sermayesine devredildi ve yüzyılın sonunda toplam uzunluğu 522 kilometreye ulaştı. Aydın demiryolu hattının geçtiği yerleşim birimleri, tarımsal ürünlerin toptancı merkezi olarak bilinen yerlerdi. İzmir’den başlayan hat, Küçük Menderes ve Büyük Menderes vadilerinin içine girecek şekilde ikiye ayrılmış ve bu vadilerin sonlarına kadar uzatılmıştı. Kasaba hattı da önce Manisa üzerinden Alaşehir’e sonra da Bandırma’ya ulaşıyordu. Bu yollar vasıtasıyla iç egeden tarımsal ürünler toplanıp İzmir limanına taşınıyor, orada yarı mamul hale getiriliyor, sonra da gemilerle emperyalist ülkelerin metropollerinin yolunu tutuyordu.

Bölgede yapılan hatlar yolcu da taşıyordu tabii. Ancak asıl önemli olan, bölgede üretilen tarımsal malların dünya pazarlarına ulaştırılmasıydı. Yabancı sermayenin bölgede demiryollarına gösterdiği olağanüstü ilginin asıl sebebi buydu. Yani daha o zamandan belliydi yapılan yolların kime neye hizmet ettiği. 

Bugün de öyle. Bakın, paralı yolların çoğu Marmara bölgesini çevreliyor. İzmir önemini yitirdi, oraya teğet geçiyor. Bölgeyi bir uçtan bir uca pahalı köprülerle, paralı yollarla, tünellerle birbirine bağlamak amaç. Büyük rant var ucunda, kanal manal var, akmak için yer arayan körfez sermayesi var, inşaatçılara aktarılacak büyük paralar var, başta altın madenleri olmak üzere toprak altındaki ülke varlıklarının yağmalanması var. Ta 19. yüzyıldan beri yol, yolsuzluğun, yağmanın, yoksullardan çalmanın üstünün örtülmesine yardımcı oluyor. Yoksullara tek faydası emek gücünün oradan oraya taşınmasına aracı olmaktan ibarettir. 

Soruyorlar, diyor ki yoksul, çalıyor ama yol yaptı. Ne desin, yoldan başka ne var ortalıkta?

Peki çalmak dinen caiz mi? El cevap; Alnı secdeye varanlar yapıyorsa caiz. E yol senin değil ama çalınan para senin paran… Fetva hazır; hırsıza değil yola bak, karnının gurultusuna değil baldıza bak.

***

Diyelim yattın baldızla, baktın nikah dimdik ayakta, sonra? Halkın ekseriyeti yapılan yolların uzunluğuna paralel yoksullaşıyor. Yatan da kalkan da aç. Yurttaşların mevcut geliriyle temel ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamadığına dair bir araştırmanın sonuçları açıklandı geçen hafta. Halkın yüzde 49,2 sadece beslenme-barınma gibi temel ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum diyor. Bunu karşılamayanların oranı yüzde 28,7. Ülkede 16 milyon kişi açlık sınırının, 50 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında ikamet ediyor. 66 milyon kişi aç ve yoksul. Nüfusun yüzde 42'si asgari ücretle geçiniyor, düzenli geliri olmayan milyonlarca insan var. Nüfusun yüzde 35’i hayatını ancak sosyal yardımlarla sürdürebiliyor. 

Artık tek görevi veri saklamak olan TÜİK'e göre bile gelir eşitsizliği 11 yılın en kötü seviyesinde. Nüfusun gelir basamağının tepesindeki yüzde 20’si toplam gelirin yarısını alıyor. En alttaki yüzde 20’ye düşen pay yüzde 6’nın altında. Dünyanın en eşitsiz ülkelerinden biriyiz özetle. Daha fenası var; 20-24 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 33’ü ne bir okula ne de bir işe kayıtlı. Ülkenin günü karanlık, geleceği karanlık. 

AKP bu yoksulluğu yöneterek iktidara tutunmuştu halbuki. Seçim başarılarının nedenlerinden biri parti eliyle dağıttığı ve yaygınlaştırdığı sosyal yardımlardı. Deniz bitti. Artık dağıtamıyor ve düşüyor. Yol yaptılar yol bitti, çok çaldılar para bitti. Ülke derin bir yoksullukla karşı karşıya şimdi, kışı sağ salim çıkaracak mı belli değil. TÜSİAD baktı olmuyor, yıllar sonra laf çaktı kayıtsız şartsız desteklediği iktidara. Haliyle bizzat elleriyle dizayn ettiği muhalefete de belli belirsiz göz kırptı. Anlayacağınız krizin yükü yine baldızların omuzlarında.

***

Bu derin yoksullukta bütçeden aslan payını Diyanet işlerine ayırıyorlar haliyle. Kurtlarla birlikte sofraya oturacak mecali yok fakirin. Açlıktan başı dönmüş, yoksullukta midesi bulanmış halde çalıyor Din İşleri Yüksek Kurulunun kapısını. “Hoca baldızla yatsak sorun olur mu?” “Baldızla yatılır mı öküz” diyecek hali yok Yüksek Kurul’un, “ne sorunu olacak, sen yatmana bak” diyor.

Bu iktidarın, bu sermayenin, bu Diyanetin, bu yolların, köprülerin, tünellerin amacı belli. Hepsi emekçinin, yoksulun cebinden yola çıkıyor ve bir avuç patronun cebinde nihayete eriyor. Yol yapıyor, çünkü çalıyor. Bakın yoldan başka ne var ortalıkta?