'Goebbels gibi Hitler de artık son günlerinin yaklaştığının farkındaydı. 29 Nisan günü sekreterini çağırdı ve ona hem vasiyetini yazdırdı hem de son arzusunu iletti. Bir gün önce İtalyan komünistler Mussolini’yi devirmiş, cesedini ise Nisan 1944’de 15 partizanın kurşuna dizilerek öldürüldüğü Loreto Meydanı’nda ayaklarından baş aşağı sallandırılmış bir şekilde halka teşhir etmişlerdi ve bu haber Hitler’e ulaşmıştı.'

75. ölüm yıldönümünde bir 'Hitler yazısı'

22 Haziran 1941 günü, sabah tam 07.00’da “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” Joseph Goebbels, radyoda Alman halkına Hitler’in bir mesajını iletti. Hitler şöyle diyordu:

“Ağır kaygılarla yüklü, sessizlikle geçen ayların ardından nihayet özgürce konuşabiliyorum. Alman halkı! Şu anda, boyutları bakımından dünyanın tanık olduğu en büyük yürüyüş gerçekleşmektedir. Bugün bir kez daha Reich’ın (devletin) ve halkımızın kaderini askerlerimizin ellerine teslim etmeye karar vermiş bulunuyorum. Özellikle bu savaşta Tanrı yardımcımız olsun.”

Hitler “dünyanın tanık olduğu en büyük yürüyüş” derken abartmıyordu; Naziler Sovyetler Birliği sınırına “153 tümen (üç milyondan fazla asker), 600. 000 motorlu araç, 3580 tank, 7184 top ve 2740 uçak” yığmıştı. Ayrıca Alman askerlerine takviye olarak on iki Romanya tümeni, on sekiz Fin tümeni, üç Macar tümeni ve iki buçuk Slovak tümeni de sınıra gönderilmişti.

Hitler en başından beri bu anı bekliyordu; çünkü onun için hem Almanya’nın içinde hem de dışarıda esas hedef komünistler ve Bolşevizm’di, onun Yahudi düşmanlığı da esas olarak antikomünizmle iç içe geçmiş bir düşmanlıktı. İçerideki komünist hareketi tasfiye ettikten ve gereken hazırlıkları yaptığına inandıktan sonra, işte o kaçınılmaz an gelmiş ve Sovyetler’e yönelik saldırı başlamıştı.

Bu savaş, iki düşman dünya görüşünün, iki düşman ideolojinin savaşacağı, acımasız ve topyekûn bir imha savaşı olacaktı ve Hitler savaş öncesi Alman komutanlarına yaptığı konuşmada bu durumu şöyle anlatıyordu:

“Rusya’ya karşı savaş şövalye tarzında yürütülmeyecek türde olacaktır. Bu mücadele farklı ideolojilerin, farklı ırkların mücadelesidir ve görülmemiş, acımasız bir sertlikte yürütülmesi gerekecektir. Bütün subaylar eskimiş ideolojilerden kendilerini kurtaracaklardır. Bu türden zorunlu savaş araçlarının siz generallerin kavrayışının ötesinde olduğunu biliyorum fakat emirlerimin eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesinde kesinlikle ısrarcıyım. Rus komiserleri nasyonal sosyalizme doğrudan karşı olan ideolojinin taşıyıcılarıdır. Bu nedenle komiserler tasfiye edilecektir.”

İlk başlarda Naziler açısından her şey yolunda gidiyordu. Tıpkı işgal edilen diğer ülkelerde olduğu gibi ünlü “Blitzkrieg”ın, yani “Yıldırım Savaşı”nın burada da işe yarayacağı ve işgalin kolayca tamamlanacağı düşünülüyordu. Sahiden de savaşın başında Nazi orduları Sovyetler Birliği topraklarında çok hızlı bir şekilde ilerlediler ve büyük başarılar elde ettiler.

Ancak Sovyetler direniyor ve bir yandan doğa, iklim ve hava koşullarından yararlanabilmek için Nazileri Sovyet topraklarının içine doğru çekmeye devam ediyor, öte yandan da silah üretimine muazzam bir hız veriyordu. Sovyet silah sanayi 1942 yılının sonlarına doğru, ayda iki bin tank ve üç bin uçak üretebilecek kapasiteye ulaşmış durumdaydı.

Nazilerin, Sovyetler’in ve tüm dünyanın kaderinin değişeceği yer ise Stalingrad şehri oldu, burada insanlık tarihinin en büyük direnişlerinden, en kanlı savaşlarından biri yaşandı.

Naziler Stalingrad kapılarına 1942 Temmuz’unun son günlerinde dayandılar. Şehri Ağustos ayının sonlarına kadar düşüreceklerini düşünüyorlardı; ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, karşılarında ev ev, sokak sokak direnen bir şehir buldular.

267. Alay’a bağlı bir Alman askerinin günlüğünde yazanlar Stalingrad’da olan biteni bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Wilhelm Hoffmann adlı bu askerin günlüğüne düştüğü notlar şöyleydi:

1 Eylül: "Ruslar gerçekten Volga kıyısının her noktasında savaşacaklar mı? Tam bir delilik.”

8 Eylül: “Deli inadı.”

11 Eylül: “Fanatikler.”

13 Eylül: “Vahşi hayvanlar.”

16 Eylül: “Barbarlar, gangster yöntemleri kullanıyorlar.”

27 Eylül: “Ruslar insan değil, şeytan”

28 Eylül: “Her asker kendisini ölüme mahkûm biri gibi görüyor.”

Yaklaşık iki milyon kişinin yaşamını yitirdiği kanlı muharebelerin ardından Stalingrad düşmedi. Saldırıyı püskürten Kızıl Ordu, Nazi ordularını büyük bir hezimete uğrattı ve Nazilerce işgal edilen toprakları birer birer özgürleştirerek Almanya’ya doğru ilerlemeye başladı. 1945 yılına gelindiğinde Sovyet askerleri Berlin’e ulaşacak ve savaşın sonuna yaklaşılacaktı.

Sovyet askerleri Berlin’e girdiğinde, Hitler devleti ve savaşı Şansölyelik Binası’nın 18 metre altındaki bir sığınaktan yönetiyordu. Daha doğrusu artık yönetemiyordu; çünkü hakikatle bağı çok büyük ölçüde kopmuş durumdaydı ve ne kurmaylarının ne de Alman komutanların sözünü dinliyordu.

Berlin’e nihai saldırı 26 Nisan 1945’te başlamıştı. Kızıl Ordu birlikleri kentte sokak sokak ilerlerken, Nazi telsizleri ile Sovyet telsizleri birbirine karışıyordu. Tam da böyle bir atmosferde son derece sembolik denilebilecek bir telsiz görüşmesi yaşandı. Viktor Boyev adlı bir Sovyet subayı Goebbels’e ulaşmayı başardı ve aralarında şöyle bir diyalog geçti:

“Berlin’i ne kadar süre elde tutabileceksiniz?”

“Birkaç…”

“Birkaç ne? Hafta mı?”

“Oh hayır. Ay. Neden olmasın? Sivastopol’u siz dokuz ay savundunuz. Aynısını kendi başkentimizde niye yapmayalım?”

“Bir soru daha. Berlin’den ne zaman ve hangi istikamette kaçacaksınız?”

“Bu soru cevabı hak etmeyecek ölçüde hakaret içeriyor.”

“Şunu bilin ki sizi bulacağız, dünyanın öte ucuna kaçsanız bile sizi arayıp bulacağız. Sizin için bir darağacı hazırladık.”

Goebbels gibi Hitler de artık son günlerinin yaklaştığının farkındaydı. 29 Nisan günü sekreterini çağırdı ve ona hem vasiyetini yazdırdı hem de son arzusunu iletti. Bir gün önce İtalyan komünistler Mussolini’yi devirmiş, cesedini ise Nisan 1944’de 15 partizanın kurşuna dizilerek öldürüldüğü Loreto Meydanı’nda ayaklarından baş aşağı sallandırılmış bir şekilde halka teşhir etmişlerdi ve bu haber Hitler’e ulaşmıştı.

Yaptığı plana göre, Hitler sevgilisi Eva Braun’la evlenecek ve sonra birlikte intihar edeceklerdi, cesetleri ise yakılacaktı. Ertesi gün Hitler ve Braun siyanür içerek intihar ettiler, ayrıca Hitler’in sağ şakağında bir de kurşun deliği vardı.

Bu esnada Alman radyosu halka yalan söylemeye devam ediyor ve 1 Mayıs günü bu ölümü şöyle duyuruyordu: “Führerimiz Adolf Hitler, Bolşevizm’e karşı son nefesine kadar savaşarak Reich Şansölyeliği’ndeki harekât komuta noktasında hayatını kaybetti.”

Hitler ve Nazizm, Alman kapitalizminin bir ürünüydü; Hitler’i iktidara Alman sermaye sınıfının komünizm korkusu taşıdı. İngiltere, yıllarca Hitler’e yönelik bir yatıştırma politikası izledi, Nazileri ve Sovyetler’i birbirine kırdırabileceğini düşündü ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Sovyetler Naziler’i yendi, dünyayı faşizm belasından kurtardı. Nazilerle Sovyetler’i, Hitler’le Stalin’i eşitleyen, faşizmi ABD’nin ve İngiltere’nin yendiğini iddia eden liberal tarih yazımının ve Holywood’un bütün yalanlarına rağmen, bu bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Bugün insanlığın geldiği noktada, barbarlığın kapımıza Nazizm kılığında değil ama her şeyin alınıp satılabilir oluşuyla, ekolojik felaketle, salgınla, derinleşen yoksullukla birlikte dayandığı bir dünyada, bu barbarlığın karşısında da sosyalizm hem en büyük ütopyamız hem de en büyük hakikatimiz olmaya, bize güç ve umut vermeye devam ediyor.